,

İshakpaşa'dan Ağrı dağı görünür mü?

Aklımdadır hep, bizim Doğu veya Güneydoğu Anadolu bölgelerine neden kimse gitmez. Gezi sitelerine baksanız Türkiye dendiğinde hep ya Akdeniz veya Ege veya Marmara Bölgesi'nden ufacık bir dükkan

İshakpaşa'dan Ağrı dağı görünür mü?

 M. Kemal AYÇİÇEK 


Aklımdadır hep, bizim Doğu veya Güneydoğu Anadolu bölgelerine neden kimse gitmez. Gezi sitelerine baksanız Türkiye dendiğinde hep ya Akdeniz veya Ege veya Marmara Bölgesi’nden ufacık bir dükkan, halıcı veya boncukcuyu yazarlarda bir türlü diğer bölgelere gitmezler. Güya gezicidirler ama Alanya’nın plajı, Çeşme’nin geceleri, Bodrum’un Halikarnas’ı, Fethiye’nin ölüdeniz’i, Antalya’nın kurşunlu, didem ve Manavgat  şelaleri..onlara inat bende  İkinci kez gidiyorum Ağrı, Doğubeyazıt’taki İshakpaşa sarayına. Öyle ya  Dünya’daki ilk merkezi ısıtma sistemine sahip, Selçuklu, Gürcü, Ermeni, İran, Türkistan ve Osmanlı mimarı tarzını yansıtan mozaik bir eser İshak Paşa sarayı.
 Bir önceki gezimiz 2001 yılındaydı ve yolu yapılmamıştı, o nedenle aracımızı sarayın altlarında bir yerde bırakıp, yürüme çıkmıştık. Henüz restorasyonu yapılmamıştı, kapıları açıktı o nedenle de zindanlarına kadar inmiş, gezebilmiştik. İkinci gidişimizde hem yolu vardı ve hem de yol kenarlarında artık restoranları ve dinlenme yerleri de oluşmuş bir turizm merkezi görünümüne kavuşmuştu. Hem zaten gidilebilir olmasının rahatlığı, artık önerilebilecek yer olması anlamına da geliyordu. Şimdi den hem de gözüm kapalı olarak, kesinlikle ölmeden görülmesi gereken yerlerden biri diyebileceğim kadar şiddetle hatta Rizelilerin ifadesi ile haain (şiddetli) önerebileceğim bir yer hem Doğubeyazıt ve hem de tabiî ki İshakpaşa sarayı ve çevresi. Bir yanda Ağrı dağı, bir yanda İshakpaşa sarayı bir yanda da Kürt ulusal destanı "Mem û Zin"’in yazarı Şeyh ,alim, şair Ahmed-i hani ya da  Ehmed Xani (1651- 1707)  Türbesi..

Ta Milattan önce 800’lü yıllarda Urartu döneminden yerleşime açık olan Doğubeyazıt aslında İshakpaşa sarayının olduğu bölgedeymiş ama yıkılmış, yakılmış derken şimdi sadece o saraya 5 kilometre  mesafede kalmış, sanki 5 bin 137 metrelik zirvesi ile  Ağrı dağı’nın adeta gölgesinde Ağrı’nın mütevazi bir ilçesi. Bir çok kaynakta her halde bizim “savaşcı bir millet” olma özelliğimizden(!) olacak, Saray’ın Kartal yuvasını andıran şekilde sanki sırf saldırılara karşı korunsun diye yüksek bir tepeye kondurulduğundan da söz edilse de aslında saray, İpekyolu’nun kontrolünü de amaçlayan bir saray. Topkapı sarayından sonraki en ihtişamlı ve gösterişli İshak Paşa sarayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun “duraklama devri” olarak nitelendirilen ve de “lale devri”ni de kapsayan bu örnek mimari eserin yapımına Doğubayazıt Sancakbeyi Çolak Abdi paşa tarafından 1685 yılında başlanıp, 1784 yılında oğlu Çıldır Valisi İshak Paşa(ikinci)  ve torunu Mehmet Paşa tarafından tamamlandığı tüm kaynaklarda belirtiliyor.

Sarayın hemen önündeki levhadaki tarihçesi;

"1685 yılında İshakpaşa'nın babası Çolak Abdi paşa tarafından başlanan saray oğlu ishakpaşa tarafından tamamlanmıştır.1784.7600 metre kare alanı kapsayan binanın oturduğu zemin kayalıktır.Duvarların yüksekliği 12 ile 15 metre arasında değişir.İshak paşa sarayının planında türk sarayları geleneği düşünülmüş  ve bina teşkilatı kimeler şeklinde içiçe iki avlunun çerçevesinde toplamıştır.Birinci avluya ikinci avluyu tonozlu bir geçit bağlar.(10 metre uzunluğundadır).ikinci avlunun dört yanı bina kümeleri ile çevrilidir.sağ tarafta sarayın mabeyni ile selamlık teşkilatının bina kümeleri, bir cami ve camiye bitişik bir türbe yer almaktadır.kesme taşlarla muntazam olarak yapılan binanın görkemli yerlerinden birisi de som çelik kaplama kapısıdır.Bu kapı 1917 yılındaki Rus istilası sırasında Moskova’ya taşınmış olup halen Moskova müzesinde bulunmaktadır.(dense de bu som altın kapının aslında Saint Petersburg(Leningrad) kentindeki Dünyaca ünlü Hermitage Müzesi'ndedir)  1685 yılında inşaatına başlanan sarayın kalorifer,kanalizasyon ve su tertibatı bulunmaktadır.sarayın arkasındaki bahçe harem dairesinin  dinlenme yeridir."
“kartal yuvası” benzetmesini yapanlara hak veriyorum tabi, hele şimdiki haliyle. Saray da Selçuklu, Osmanlı, ve Türkistan gibi Ulusal Türk Mimarlık tarzı denmesinin yanında, yabancı kaynaklarda saray mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı’nın yanı sıra Gürcü, Ermeni, İran tarzlarından da söz ediliyor. İshak paşa sarayının tamamlanmasından 21 yıl sonra, Fransa’dan Napolyon’un 1805 yılında İran’a ajan olarak gönderdiği ve İshakpaşa sarayı zindanlarından 4-5 ay yatan P. Amedie Jaubert’in seyahatnamesi veya Fransız araştırmacı Charles Texier’in “Description del Armenie la Perse et la Mesopatamie” kitabında anlattıkları bir yana, elbette  Johan Other, Piton Van Tournefort, Eug Bore, Eli Smith, James Brant, Friedrich Parroth J.B Fraser, Carl Ritter, J. Bront, Salih Hayri, Amedee Le Faure, coğrafyacı V. Guinet, R. Baulanger, Yusuf Mahzar, M. Akok, H. Gündoğdu  gibi batılı ve yerli bilim adamı, coğrafyacı, arkeolog, misyoner, mimar, arkeolog, sanat tarihçilerinin ve seyyahların yazdıklarını tenzih ederek kendimce İshakpaşa sarayını anlatmak istedim. 
“Saray”ları biz Topkapı Saray’ı ile öğrenmeye başladık sıradan bir insan için sarayın çok da fazla bir anlamı ve de önemi yok. Nede olsa biz ne sanat tarihçisiyiz, ne mimar ne de arkeolog gibi özel ilgi alanlarında kitaplar yazacak insanlar değiliz ama seyyahların yazdıkları da onları aratmayacak kadar etkileyici güzel yazılar. Hele İshak paşa sarayını okumakla da geziliyor ama yok ben yinede kaç kilometre uzakta olursanız olun gidilince o uzaklıklara değecek ve sizi mutlu edecek bir görmeden söz ediyorum. O saraya gidinceye kadar ne kadar yorgunluğunuz varsa, saraya ulaştığınızda o yorgunluk için “değer be” diyorsunuz. O görkem, o ihtişam, o bilgi, o sanat ister istemez insanı etkiliyor. Hatta bir de o zindanlarının hikayelerinden haberiniz varsa, o zaman gezdiğinizde tüylerinizin diken diken olduğunu hissediyorsunuz. Mahzenlerin de ben öyle oldum.7 bin 600 metrekare alanda kimi yabancı kaynaklarda 366 odası,  bizde ise 116 odası olduğu yazılan camisi, hamamı,haremi,kütüphanesi, zindanları,sukemeri, türbe, aşevi,  toplantı salonları, eğlence yerleri, mahkeme salonu,çeşitli hizmet odaları, oturma odaları, uşak ve seyis odaları, muhafız koğuşları, erzak depoları, cephanelik,her odada  ocak,  dolap  yerleri kanalizasyon sistemi ve merkezi ısıtma sistemi ile bir külliye.. Hiç bir şeyden anlamasanız da insanın etkilenmemesi mümkün değil kısaca, öylesi bir saray. Hani insan bir resim tablosuna bakarda ondan kendince bir şeyler anlar ya, bizde yanımızda herhangi bir rehber olmayınca aynen o saray karşısında öylece kalakaldık. Hele şimdiki mimarileri de gören bir nesil olarak, acaba o eski mimarlar gibi insanlar olmak çok mu kötüdür diye de düşünmeden edemedik.

Saray, Ağrı dağını görüyor mu?

Çeşitli kaynaklarda da İshakpaşa sarayının neden Ağrı Dağı’nı görmediğine ilişkin efsaneler yer alıyor. ilk gidişimizde Sultan Ahmet Vakfı Başkanı olan İbrahim amcam, Saray’ın çeşmelerinin musluklarının altın olduğunu ve  24 saat süt akıtıldığını belirttikten sonra, “Ağrı dağı, Saray’ı kıskanmasın” diye Saray’ın ağrı Dağı’nı göremeyecek şekilde yapıldığını söylediğinde, görünmez mi koskoca Ağrı dağı diye düşünüyordum Doğubayazıt’tan hareket ederken . Saray’a çıkana kadar da  Mutlaka görür diye düşündüm ama yanılmışım tabi özellikle de sarayın penceresinden Ağrı Dağı’nı görmek istedim ama olmadı, gözükmedi. En uç kısmına bile gittim yine de göremedim. Aslında ben böyle bir saray yapsaydım ve koskoca bir Ağrı dağı manzarası görmeyecek olsaydı herhalde yapmazdım diye düşündüm. Ama belki orada Ağrı dağının zirvesinden eksilmeyen kar ve tepesinden ayrılmayan bulutları, belki psikolojik olarak sürekli kış mevsimini hatırlatabilir diye mi düşünülmüştür? Öyle ya orası zaten soğuk bir iklime sahip bir yerleşim, kim bilir. Bana kalsa, öyle bir saraya, Ağrı Dağı manzarası çok yakışırdı. Bana göre Sarayın  tek kusuru bu eksik manzara işte, naparsın!

İshakpaşa Saray’ının 99 yılda tamamlanabilmesine bakılırsa tek tip bir mimari özellik yerine, o zamanın popüler kervan yolu olan İpekyolu’nun da büyük etkisi ile olacak ki, farklı kültürlerin mimari özelliklerinden mozaik gibi farklı izler taşıyabiliyor. Efsanelere bakıldığında da belki farklı kültür algılarının yansıtılması gibi de görülebilir. Efsanelerden birinde  “paşa, sarayın dağı görmesini, birbirlerini kıskanmalarını istememiş” deniyor, bu amcamın anlattığı ile örtüşüyor. Bir başka yerde de  “Çolak Abdi Paşa’nın kızı, Ağrı Dağı eteklerinde dolaşan bir çobana aşık oldu. Paşa ne yaptı, ne ettiyse kızının gönlünü çobandan çelemedi. ‘Öyle bir saray yapacağım ki kızım, değil çobanı, Ağrı Dağı’nı bile göremeyecek’ dedi.” gibi yer alıyor.

Sarayın som altın kaplama olan kapısının yerinde demirden bir kapı var şimdi. o som altın kaplama olan saray kapısının 1914- 1917 Rus istilası sırasında  sökülerek, Rusya’ya Çarlık döneminde 200 yıl başkentlik yapan Saint Petersburg(Leningrad) kentindeki Dünyaca ünlü Hermitage Müzesi’ne götürüldüğünü öğreniyoruz. Hani belki diyor insan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın “yorgun Herkül” heykelinin üst kısmının ABD'nin Boston Güzel Sanatlar Müzesi'nden getirttiği gibi İshak Paşa Saray’ının som altın kapısının da yerine konmasını sağlar. Biliyorum şimdi “Dünya böylesine bir krizdeyken kim kalkarda sana som altın kaplama olan  saray kapısını  verir” diyenleri duyuyorum.Aslında her şey yerinde güzeldir. Kimin nerde neyi varsa, eserlerinin kendi orijinal yerlerinde olması taraftarıyım. 

İshakpaşa sarayından  Bayazit’adönerken , Ağrı dağı’nın ilk görüldüğü yerden bir fotoğraf çekmek istedim Ağrı dağı’na.. yol dan ama ne mümkün!aracımız durunca Hemen bir rütbesiz asker gelip, “fotoğraf çekemezsiniz, yasak” dedi. Şaşkınlığımız oldu ama Askeri kışlamız var orada ve fotoğraf çekmek yasaktır levhaları görüyorsunuz. Bir fotoğrafın ne sakıncası olabilir diye düşünüyorsunuz ama karşınızda askerler var ve “yasak” diyorlar ve fotoğraf çekmenize izin vermiyorlar. Garipsiyorum tabi, yani bu devirde ve sanki araçtan geçerken fotoğraf ya da video çekemezmişiz gibi bir mantıkla “Yassah hemşerim yassah” anlayışı..bilmiyorum şimdi kaldırıldı mı bu yasak. Bunu bizim sarp sınır kapısında da yaşamıştık.

 İshakpaşa sarayına nasıl gidilir , ne yenir diye soranlara hemen kalkıp , “ne var canım, İstanbul’dan atladın mı uçağa hemen Trabzon’a, ardından da karayolu ile pardon uçakla Erzurum’a varınca, oradan sonrası dümdüz mükemmel karayolu ile iki saat sonra ishak paşa sarayındasın” derim.Tabi Kars veya Van ya da Malatya üzerinden gidenler de olabilir ama ben Karadeniz’den İshakpaşa sarayına gidilmesinin daha nostaljik olabileceğini düşünenlerdenim.Ne yenire gelince ben yemeklere çok saygı duyarım ama saygı duymam yemem anlamına gelmez tabi. Doğubeyazıt ilçesinde yaygın olan Abdigör  köftesi önerdiler ama,saygı duydum,yemedim.adında “köfte” olunca, mutlaka “et”vardır diye düşünerek belki. Neyse siz isterseniz Doğubeyazıt’a  özel aracınızla gidebilirseniz o zaman zaten yeme de yanında yat denir ya öyle tatlı olur geziniz, benden söylemesi.

Güncelleme Tarihi: 07 Kasım 2018, 21:57
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER