,

Düş yılmaz düş..

 M. Kemal AYÇİÇEK- 13 Şubat 2012 



Tamam  ülkemiz de gündem gerçekten yoğun, MİT Başkanı  Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasının ardından önemli olaylar cereyan ediyor. Suriye ayrı bir gündem, yakın ve sınırdaş komşumuz ülke, Yunanistan, gösterilerle çalkalanıyor.  Tüm bunlara “bize ne, boş ver canım” diyemeyeceğimiz olaylar, her bir gündemle ilgili de mutlaka insanın söylemesi gereken şeyler var, kendi adımıza da olsa en azından kendi vicdanı yükümlülüğümüzden kurtulmak için.



Dünya artık bir küçücük köy, her nerede ne oluyorsa mutlaka bizi de bir şekilde etkiliyor. Doğalgaz’da bir sıkıntı çıkınca “aman Azerbaycan” diyoruz yani ama ben o gündemlerin dışına çıkmak istiyorum, bu hafta benim hiç de ilgili olmadığım bir alanda yazmak istedim.

Maça gittim, yıllar sonra hem de bizim Türk milli takımımızın formasını taşıyan canımız ciğerimiz Akçaabat Sebatspor’umuzla, Gebzespor’un maçına..1-0 yenildik, canımız sağolsun.


Milliyet Gazetesi’ndeki  muhabirlik yıllarımda maçlara giderdim, Trabzonspor’un,  A. Sebatspor’un  maç yazılarını  yazardım. o zamanlar şimdiki gibi öyle fotoğraf makinaları da, yazılım sistemleri de günümüzdeki gibi değildi. Fotoğrafları telefoto, yazıları da teleksle geçerdik. Protokol tribünlerinde dizüstü bilgisayarı ile Gebzeli meslektaşımız Abbas Sır’ın bir sahaya bakıp, bir bilgisayarına odaklanmasına bakıyorum. O bilgisayarın yerinde olmak istemezdim diyeyim siz anlayın artık. Spor Toto 3.Lig 1.Grubunda mücadele eden Gebzespor’un çiçeği burnundaki başkanı Yavuz Ünsur’a bakıyorum, o bambaşka bir alem. Elinde bir telefon, yerinde duramıyor, hep ayakta, bir telefona bakıyor, bir zıplıyor, bir sağa, bir sola dönüyor, sanki sahadaki futbolcuların tamamlayamadığı o hareketleri o tribünlerde tamamlıyor gibi, o derece yani. Ben de ara sıra sahaya göz atıyorum, maçı izliyormuş gibi yapıp, aslında Gebze’den kalkıp maça gelmiş, 40 kişilik yönetim kurulunu seyrediyorum. Maça gidene kadar da ne A. Sebatspor’un ne de Gebzespor’un ne hallerde olduklarından haberim bile yok. 


Gebzespor’da bir ay önce yönetime gelmiş Yavuz Ünsur ve yönetim kurulu üyeleri mesela Mustafa Ünsur, (başkan Yavuz ünsur’un ağabeyi), Özge Okan, Abbas Sır, Adem Yıldırım, Kürşat Kaşıkçı, Cevdet Sayan,İlker Çakır, Ahmet Hocaoğlu, Ömer Aydın’ı  ve yönetimde yer almasa bile gönülden yönetici Turan Kocagöz’ü de oracıkta tanıyorum. Maça beni götürende Gebzespor’un Genel müdürü, .Tribünlere girip, koltuklarımıza oturduğumuzda ilk olarak beni  hemen arkamızda oturan Mustafa Ünsur ile tanıştırıyor. Ama bana, “hadi çıkar bakalım” der gibi de bakıyor. “Tanımak zorunda olduğum biri mi?” diye soruyorum ama bunu yüksek sesle söylüyorum, “he, he “ diyor. Allah Allah diyorum, Gebze’den gelmiş bir yönetici ile ne alakam olur diye düşünürken, Mustafa Ünsur’un hafif bir tebessümü ile tam 43 yıl öncesine gidiyorum. İlkokuldan sınıf arkadaşım meğer Mustafa.. maç devam ediyor bir yandan da ama ben sahada değilim o sıralar, 43 yıl önceki ilkokulumu ve oradaki arkadaşlarımı hatırlamaya çalışıyorum, çıkaramıyorum. Ama bizim Sinan’ın rahmetli olduğunu orada öğreniyorum. Veysel’in vefatını da..ara sıra dönüp dönüp Mustafa’ya, adaşıma bakıyorum, onun gözleri maçta tabi, fark etmiyor bile.


Sonra öğreniyorum Gebzespor’un başkanı Yavuz’un ağabeyi olduğunu zaten, ilk yarının ardından biz çay içmek için lobiye iniyoruz, orada hararetli bir tartışma arasında başkanla tanışıyoruz. Düşünsenize Gebzespor’la birlikte tam 40 kişilik yönetim kurulu, kalkıp Trabzon’a maça gelmiş. O futbolcuların yerine kendiniz koyun hele, ne düşünürsünüz?  “takım iyi değil” diye kendi aralarında değişmesi gereken futbolculara işaret ediyorlar, ama hararetli bir tartışmanın ortasında kalıyorum. Kendi gözlemimi dile getiriyorum, “takım stres altında ve futbolcuların üzerinde büyük bir baskı var, siz bu kadar insan, 40 kişi yönetimle ne işiniz var bu maçta, futbolcular o nedenle stresteler, onu anladım” diyorum, o sırada ayakta olan meslektaşım Abbas Sır, “hah, diyor, buyurun işte, ben anlatamıyorum” size diye yöneliyor başkana..işte orada Başkan telefona sarılıyor, “biz buraya maça değil köfte yemeğe geldik hoca, söyle bunu çocuklara” diyor, biz çaylarımızı içiyoruz ardından maç başlıyor. Biz ikinci yarı başladıktan biraz sonra çıkıyoruz tribünlere..önümde oturan yöneticilerden Cevat sayan, “düş yılmaz düş” demeye kalmıyor, 7 numaralı oyuncuları Yılmaz yere yığılıyor. Sonra da , “beni hasta edecek bunlar” diye bağırıyor. O Yılmaz dediği oyuncu meğer Gebzespor’un en kıdemli oyuncusu, daha 16 yaşında, sahadaki en cılız futbolcu. Topa hamle ettiğinde gücü tükeniyor ve her hamle sonrası mutlaka yere düşürülüyor, o nedenle de top ona geldiği anda bu yönetici Cevat bey, “düş Yılmaz düş” diyor, tam o sırada da Yılmaz zaten takati tükenmiş olarak yere düşmüş oluyor!

“sen hakem olamazsın, adaletsiz orta hakem”, “sana bişe derdum ama burası yeri değil”, “sana bu hakemliği verenlere ben ne diyeyim” , “kara yüzlü hakem”, “sen hakem olamazsın, seni hakem kim yaptıysa o da kara yüzlüdür”, “seni bu maça atayan federasyonda senun gibi karadır”, “Allahsuz hakem, vicdansuz hakem, imansuz hakem, karayüzlü hakem” diye bağıran yan tribünlerdeki adama bakıyorum, maç boyunca susmaksızın hakeme bağırıyor. Yine o tribünlerdeki 4-5 tane ufak çocuk, “seeebat, seeebat, bastır sebat” diye tempo tutuyorlar ama seslerini futbolcuların duyması oldukça zor tabi, ben dikkat ettiğim için duyabiliyorum. Maçtan sonra o hakeme laf atan kişinin A. Sebatspor’un kalecisinin babası olduğunu söylüyorlar. Zaten o saydırmaları sırasında da oğlu Gebzespor’un attığı tek golü yiyor. O golden sonra Gebzespor’un tam kadro yöneticilerini süzüyorum, her birerinin birbirlerine sarılması, sevincini görmeliydiniz. Sonra diyorum, “böyle bir yönetimle Gebzespor, nasıl şampiyon olamıyor” diye ama sonradan öğreniyorum ki bu yönetim, daha beşinci haftasında ve bir mağlubiyet, bir beraberlik ve 3 de galibiyet almış. Yani çiçeği burnunda denen daha yeni bir yönetim.

Maçtan sonra Gebzespor’un yöneticileri ile birlikte yemeğe gidiyoruz bizim Köfteci uğur’un oraya, hemen stadın altında zaten. Orada Gebzespor gerçeğini öğreniyorum. Başkan Yavuz Ünsur, bir ayda takımı için bir trilyon 250 lira harcama yapmış, eski futbolcuları tasfiye edip, yeni bir takım yaratmış. Futbolcular, daha birbirlerini tanımıyor, oturmamış bir takım yani ve aldıkları başarılı sonuçlarla, mücadele ettikleri ligde, düşme potasından sıyrılmanın mücadelesini veriyorlar. A. Sebatspor’un 8,5 trilyon borç batağında olduğunu da orada öğreniyorum. İçim burkuluyor ama elden ne gelir ki. 

Gebzespor da borç batağındaymış ama yeni yönetim bunu bir şekilde çözmüş ve transferleri açmayı başarmış ve yirminin üzerinde yeni futbolcu transfer etmiş ve ligde kalmayı hedef edinmişler.. Yavuz ve Mustafa Ünsur, bu maçın hemen ardından pazartesi günü umre’ye gidiyorlarmış, bunu da başkan Yavuz’u  yemek sırasında  tebrik için arayan Gebze müftüsü ile konuşurken öğreniyorum. Hemen yanımda oturan 43 yıl önceki sınıf arkadaşım Mustafa’ya dönüp, “o şeytana benden” diyorum, ardından da  “anladın sen onu” diye  takılıyorum. Akçaabat sebatspor’umuzun yenilmişliğini hazmedemiyorum o ayrı mesele ama zaten o yemek sırasında kulübün aynı zamanda avukatı da olan yönetim kurulu üyesi Özge Okan’ın, “aslında A.Sebatspor iyi oynadı ama biz kazandık” lafı beni teselli ediyor, zaten diğer yöneticiler de “evet, A.sebatspor iyi oynadı” derken, başkan Yavuz Ünsur, “A. Sebatspor, çok can yakar, çok tehlikeli takım arkadaş” diyor. Ben takımına böylesine aşkla bağlı yönetimi ilk kez görüyorum, helal olsun, keşke her kulübün böyle yöneticileri olsa diye de gıpta etmiyor değilim. Kalın sağlıcakla.
 
YORUM EKLE