,

Ebeler ve bayramlar

 Önceleri yoktu şimdiki gibi ebeler..köydeki büyükler, genellikle tecrübe sahibi tanıdıklardı ebeler.o nedenle o dönemlerimizde bizde bir reflekstir, ebelere sövüldüğünde ani tepkiler vermek ve de o küfredene sabırsızca saldırmak..Ebemize, laf ettirmemek önemliydi. Çünkü ebeler, aynı zamanda ya büyükanneler veya köyümüzün veya komşu köyün saygın bir insanı, tanıdığımız bildiğimiz bir dedenin hanımı, veya amcamızın hanımıydı veya annemizin ablası veya konu komşumuz, yani sonradan da görebildiğimiz sadece doğumumuzda değil, doğumdan sonra büyüme çağımızda da hayatımızda olan insanlardı. Şimdiki nesil, ebesini tanımayan bir nesil oluverdi. Doğumlar, hep hastanelerde olunca şimdinin çocukları bırakın ebesine sövülmesini, ebesinin adını bile bilmez, hatta onlardan haberdar bile değillerdir. Ondandır şimdi ebelere sövülse de kimsenin “gık”ının çıkmaması..hiç oralıklı olunmaması ve ebelere sahip çıkılmaması.. oysa onlara kimi yörelerde “ebe anne” denirdi..yani aileden birileri idiler.

Beniyatlı Fadime..Sefiye teyze..Tutiya yenge..Nafiye abla..Pulli yenge..doğum sancıları başladığında doğumu yapacak olan eğer yeni gelinse, kaynanalar koştururdu evde veya komşudaki bir bayanı ebe çağırmaya..günün hangi saatine rastlayacağı bilinmezdi, haber verilen ebe gelir, anneyi doğuma hazırlardı. Bu pek de uzun sürmez, belki bir saat belki yarım saat sonra geliverirdi haber, “gözün aydın nur topu gibi bir kızınız oldu” veya “gözün aydın nur topu gibi bir oğlunuz oldu” diye..onlar, hani uzun yıllardır şu “kocakarı ilaçları” düşmanlığı gibi, “kocakarı ebeleri” idi. öyle doğum sırasındaki ölümler de şimdi hastanelerdeki doğum ölümlerinden de fazla değildi..( bu bir araştırma değil elbette, o dönemlerdeki doğum olaylarının anlatımlarına dayalı gözlem) Burada sakın yanlış anlaşılmasın, geçmişteki köy ebeleri ile günümüz ebelerini kıyaslamıyorum tabi. Geçmişteki bizim ebe anlayışımızla yeni kuşak ebe kavramları arasındaki farkı aktarmak istedim.
Tıpkı ebelerde olduğu gibi bir çok değeri ne yazık ki zamanla kaybediyoruz. Bunu geniş aile kavramından tutun, akrabalık ilişkilerine varıncaya kadar her alanda görebilmek mümkün. Kaybettiğimiz hep insanı değerlerimiz. Şimdi koskoca bir Ramazan ayını geride bıraktık ve bayram yapıyoruz. Bayramları da sıradanlaştırdık tüm değerler gibi. Bayram sabahları çocukluğumuzda çok heyecanla beklediğimiz bir gündü. Çocuklukta belki bize mi öyle gelirdi ama sadece kendimizden değil tüm çocuklar için heyecan duyulan bir gündü. Yeni elbiselerimizin olması, bayramlar sayesindeydi. Sabahları herkesten önce bayramlık elbiseleri giyip, camiye gitmek için alışmadığımız kadar erken saate kalkardık. Dede önde biz arkasında camiye iner, bayram namazını kılar ardından caminin içinde önce tüm cemaatla bayramlaşır, ardından hemen caminin arkasında tüm ölenlerimiz için mezarlıkta yine aynı cemaatin çoğunluğu ile Yasin okur, tüm ölenlerimize topluca dua edildikten sonra herkes yeniden yakınlarının mezarlarına gider yine dualar okurduk. Şimdi yine aynı seremoni, halen devam ettiriliyor. Ardından yaşlı akrabalardan başlanmak üzere tüm yakınlar ve akrabalar gezilir ve sonra kendi evimize gelebilirdik. Tabi çocuklukta gördüğümüz bu gelenek, her ne kadar aynısı gibi olmasa da bizlerde bir alışkanlık oluşturmuştu. Bayramın tadı öyle çıkardı. Şimdinin çocuklarının da tüm bu duyguları yaşayabilmesi ve yaşatılabilmesi elbette günümüz yaşam şartlarında pek mümkün olamıyor.
Kent yoğunluklu yaşamda çocukluk sanırım bizim çocukluğumuzdan çok daha zor günümüzde. Ankara’da doğup büyüyen bir çocuk, nedense köy dendiğinde pek hoşlanmıyor. Bu sadece Ankara’nın değil tabi tüm kentlerdeki çocuklar için böyle. Belli sınırlı sayıda tanıdık ve yakın çevre ile özlemle beklenen bir bayramı savabiliyor. Varsa ailesinin imkanı, bayram dendiğinden aklından bir tatil beldesi geçiyor veya o bayram tatilini, sade bir tatil köyünde veya herhangi bir tur ile bir yerlere seyahat olarak görebiliyor. Bayram algısı bile farklılaşmış, varsa aile büyüklerinin mezarlarına ayıracakları kısa bir süre, onları manen belki tatmine yetebiliyor. Kupkuru, sıradan bir kabir ziyareti. Manevi bir hazzın yaşanmasının ne zemini ne de zamanı kalıyor günün yaşam koşullarında. Huzur evlerindeki yaşlılarla yapılan röportajlarda o insanların söylediklerinde hep “itilmişlik”, “unutulmuşluk”, “aranmama”, “değer verilmeme” yakınmalarını görüyoruz. Hiç dünü düşünmeden, hep yarını düşünerek yaşayan bir toplum haline geldik. Geçmişte o yaşlı insanların, çocukluğumuzun bizi sevenleri olduğunu hep unutuverdik, sanki onlar yokmuş gibi bir algıyla, ben merkezli bir yaşamı “hayat” sandık ve ne yazık ki hala sanmaya da devam ediyoruz. Oysa hem ölen büyüklerimiz, hem yaşayan ve bir yerlere kendini taşıyamayan yakınlarımız, büyüklerimiz, akrabalarımız değil sadece, tanıdıklarımız hemen herkes, kendilerine birilerinin gelmesinin özlemini, insan hasretini çekiyor. Bizim çocukluğumuzda bayramlaşmak için illa da tanıdık olunmasına da bakmazdık, sadece “insan” der ve tanıdık tanımadık herkesle bayramlaşırdık. Şimdinin çocuklarında böyle bir haslet de görülmüyor yazık. Bu anlamda da şimdinin çocuklarına elbette bir şey söylemiyorum ama bu hasletleri onlara kazandıracak olan bizlerdik. Hala da gecikmiş sayılmayız gerçi, yeniden o hasletlerin kazanılmasına katkı sunmak, şimdinin çocuklarına daha fazla saygı ve sevgi ile kazandırılabilir diye düşünüyorum.
Bu bayram yazısı değildi, belki kendi çevremde meşhur olduğu için kendi ebemi rahmetle anımsamak istememden, ona ithafen yazdım. Bu vesile ile benim kuşağım, kendi ebelerini de rahmetle, ve minnetle anarlar ve ölenleri için de birer Fatiha okurlar ve bende buna aracı olmuş olurum diye yazdım. Tüm o kimsenin kem laf etmesine izin vermediğimiz ebelerimizden ölenlere Allah’dan rahmet diliyorum, kalanlara da uzun ömürler tabi. Ramazan Bayramınız mübarek, 30 Ağustos Zafer bayramınız kutlu olsun, dünün çocuğu kendi kuşaklarım, bugünün çocukları ve yarının yaşlıları kalın sağlıcakla.
YORUM EKLE