,

Oylat ve yarasa mağarası

Öğlene kadar hamam o gün kadınlara aitmiş.Erkekler,öğlenden sonra girebilecek.Biz de bu arada piknik yapalım dedik,kavun,beyaz peynir,zeytin,ekmek alıp vadiden birazcık yukarıya doğru çıktık ve bir kocaman kayanın üzerinde yemek yiyoruz

Oylat ve yarasa mağarası

M. Kemal AYÇİÇEK – Şubat 2009 

www.karadenizolay.com (Özel)-İstanbul, Cağaloğlu’nda tezgahtarlık yapıyorum o sıralar. Gelenler gidenler zaman zaman konuşulanlara istemeden de olsa kulak misafiri oluyorum. Çoğunu anlamıyorum ama bir ara “Oylat”tan söz edilince acıklı hikayesinden olacak dikkat kesildim. Anlatılan yerin , tamda benim yerim olduğuna ,o anki ruhuma uygunluğuna anında karar verdim. Çaktırmadan dinledim, Oylat’ın hikayesini. Çok güzel dinlenme yeriymiş, öylesine doğa harikası bir yer ender bulunurmuş.Beynimde şimşekler çaktı tabi, orası neresiyse mutlaka gitmeli ve bende dünya gözüyle Oylat’ı görmeliyim dedim. Bu fikrimi bir süre kendimde sakladım tabi. Her şeyin bir zamanı vardır ve o doğru zamanı bulmak için de sabırlı olmak gerekir değil mi?

Kaynaklarda, Oylat'ın tarihi Bizans dönemine kadar uzanan ilginç bir öyküsü vardır;
“Bizans İmparatorluğu zamanında İnegöl Civarı'na hakim olan Tekfur'un bir kızı vardır. Günün birinde bu kız hastalanır, yatağa düşer. Zamanın hekimleri Tekfur'un kızının derdine çare bulamazlar. Hastalık çok uzun sürer.Tekfur çok sevdiği kızının ızdıraplarına tahammül edemez. Hastayı tedavi eden hekimler kızı göz önünden uzaklaştırmak ve son bir tedavi şansı vermek üzere ormanın içindeki o zaman için adsız olan bu ılıcaya gönderilmesini tavsiye ederler. Kızı buraya getirirler, kendisinin son günleri olduğuna inanarak "ölyat" deyip bırakırlar.Çaresiz bir derdi olduğuna inanılan Tekfur'un kızı her gün bu sularda yıkanır. Gün geçtikçe iyileşir ve eski sağlığına kavuşarak babasının sarayına geri döner. O gün bu gündür Ölyat kaplıcası civar halkı tarafından bir şifa kaynağı olarak tanınır ve kullanılır. Bu şifalı su yine o sudur, fakat zaman Ölyat'ı Oylat yapmıştır. İnegöl, Yenişehir, Bilecik ve Pazaryeri'nde hala bir kısım halk Oylat'a Ölyat demektedir.”

Bir hafta sonu gitsek iki gün yeterdi bize. Mehmet’in işi olmazdı. O geldi aklıma ve konuştuk. Bir Ramazan Bayramı tatilini Oylat da geçirmeye karar verdik. İlk defa gideceğiz, o dönemler şimdiki kadar ulaşım ve haberleşme de yok. Atladık otobüse Bursa’ya vardık. Oradan da İnegöl’e tabi. İnegöl’den Oylat’a  iki saate bir dolmuşlar kalkıyordu. Bekledik ve çıktık Oylat’a. Bayıldım tabi, kır kahvesinden müthiş manzarayı seyrederek çay içmek bile yeterdi. Hele aslanağzına girmek için beklenen sıralar, kaplıcanın nefis ortamı, kaplıcaya girenlerden dinlenen sağlıklı olma haberleri, bizi daha da bağlıyor buraya. Şimdiki kadar gelişmiş ve tesis yönünden de doyurucu değildi tabi. Bir eski otelde konakladık. Sabahın erken saatlerinde çevreyi dolaşmaya çıktık. Bozkırdı. Bir orman yangının da yanmış, kül olmuş Oylat ormanları meğer. o dönemde yeniden fidanlarla donatılmıştı. O fidanlara bakarken, “bunlar ağaç olduğunda gelip yine buralarda oturmak lazım” diye içimden geçirmiştim. O yıllar 1979’lu yıllardı.

Öğlene kadar hamam o gün kadınlara aitmiş. Erkekler, öğlenden sonra girebilecek. Biz de bu arada piknik yapalım dedik, kavun, beyaz peynir, zeytin, ekmek alıp vadiden birazcık yukarıya doğru çıktık ve bir kocaman kayanın üzerinde yemek yiyoruz. Birazdan bizden alt tarafta yine dere yatağının içinde bir başka büyük kayaya 3 kişi daha geldi. Onlar Rakı içiyorlardı. Bizimle merhabalaştılar. Sonra yiyecek paylaşımı yaptık. Biz onlara kavun ikram edince onlarda bize ikişer duble (küçük bardak) rakı ikram etti. Nerden bilelim rakı içip de kaplıcaya girilmeyeceğini. Saat geliyor ve hemen koşturuyoruz kaplıcaya ve doğruca aslanağzına. Ama o da ne girmemizle kendimizi dışarı atmamız bir oluyor. Nerdeyse patlayacaktık. Mehmet’in yeşil elbiselerinden su sızıyor, olduğu gibi üzerini değişmeden giymiş elbiselerini ve dışarıya koşmuştu. 


Sonraki yıllarda zaman zaman çıktım Oylat’a. Zaten kaplıcaya gideceksem orası benim ruhuma uygun yer. Hem yüksekte ve hem de yeşillikler arasında olması benim hoşuma gidiyor. Kaplıcaların sayısı artmış, hotel motel gibi tesislerin yanında şimdi oranın yerlilerinin evlerini de kiraya vermesi, hem her bütçeye uygun bir ortamı ve hem de daha da ilginin artmasını sağlıyor. Cumartesi günleri kurulan halk pazarı da yörede yetişen meyve ve sebzeler ve üretilen ürünleri buluyorsunuz. Hepsi o yörenin insanının bağından bahçesinden getirdiği ürünler. Doğal olması sizi zaten cezp ediyor.
 
Oylat’a en son gidişimde bir çok şey değişmiş artık. İnternet salonlarından çocukların rahatça eğlenebilecekleri ortamlara varıncaya kadar bir çok şey değişmiş ve Oylat, baya bir hareketlilik kazanmış. Otellerdeki fiyatlar yükselmiş, artık ikramlar açık büfe halini almış, otellerin içinden tünellerle kaplıcalara ulaşılabiliyor. Hem bizim ilk gittiğimiz de sadece sabah ve öğlen saatlerinde açık olan kaplıcalar artık gece gündüz sürekli açık ve günde 8 kez bile kaplıcaya girebilme fırsatınız oluyor. Tabi bu otellerde konaklayanlar için öyle. Yoksa günübirlikçiler için yine sadece gündüzleri kaplıcalara girme imkanı var.

Çevre düzenlemeleri de yapılmış mesela. Vadi boyunca ormanlık alana bir kilometreyi aşkın uzunlukta yürüyüş parkuru oluşturulmuş. Kaplıcadan çıktıktan sonra ormanda yürüyüş yapabiliyorsunuz. Kır kahvelerinde çay içebiliyorsunuz. İçki kullananlar için belki uygun ortam değil Oylat, çünkü alkol, bira dahil burada kullanılmıyor. Zaten hiçbir yerde de alkol satışı yok burada. Ama Oylat’ta içki de aranmıyor ki. Tatilse amacınız hele sağlık problemleriniz varsa alkol almanıza da gerek kalmıyor. Kaplıca suyundan içilebiliyor, banyosunda çok fazla hareket etmeseniz, hiçbir şey yapmasanız da sizi yoruyor, üzerinize bir rehavet çöküyor ve uyumak istiyorsunuz.

Oylat kaplıcalarında tedavi edilebilen hastalıklar Oylat AŞ’nin “7’den 70’e sağlık” adlı büroşurunda anlatıldığına göre ,muhtelif nevralji (sinir ağrıları), Nevritler (sinir iltihapları), sinir uyuşukluğu, siyatik (bacak ana sinir  iltihabı),çocuk felci, katılaşmış ve spaztizite olmuş kazanmış felç durumları, kırık yerlerin katılaşarak deforme olduğu hastalıklar, nevralji (karıncalanmalardan oluşan sinir iltihabı), Belden aşağı iki bacağın felç durumu, sinir sisteminin vücut dengesini ve çalışmasını bozması durumunda iç salgıların kontrolü, Beyin yorgunluğu, kadın hastalıkları, kireçlenme ve romatizmal ağrılar, eklem ve civarı iltihaplanmaları, deri altındaki bağ dokusunun yaygın iltihapları, böbrek rahatsızlıkları, cilt hastalıkları, düşük ve yüksek tansiyon rahatsızlıklarında tansiyonu dengeliyor. Kaplıca sularından içilme ve banyo olarak yararlanılıyor.

Oylat’ın yarasa mağarası


Mağaranın adı tabiî ki “yarasa mağarası” değil ama belki merak edenler olur dedim. Bence mağara kadar ilginç olan yanı tabiî ki yarasaların tepenizde uçuşması ve garip sesler çıkarmaları. Korku filmlerini sevenler için iyi bir mekan burası. Özelleştirme kapsamında bu mağaraya talip olan  Esperi Turizm’ce işletmeyesi yapılıyor mağaranın. Tam adı “Turcave Oylat mağarası”. Kalktım sabah mamurlu ile kahvaltıdan sonra yürüyerek inerim dedim. Çok güzel bir hava var zaten. O geçmişte fidansız çıplak gördüğüm dağlar, şimdi orman olmuş. Müthiş bir zevkle o yılları düşündüm yürürken. Oralar mesire yeri olmuş, kimi arabaların oralarda park edip, piknik yaptığını görüyorum. 

Mağara yakın sanıyordum. Aslında yukarıya Oylat’a çıkarken görmüştüm tabelasını ama yürür yürü yol bitmiyor. Sararmış yaprakların yerde bir sarı döşek oluşturduğunu görüyor ve annemi hatırlıyorum. Öylesine temiz yapraklar ki, diken yok hiç. Tertemiz yaprak örtüsü. Düşünüyorum, bir kamyona doldursam buradaki tüm yaprakları götürsem anneme “al sana yaprak, sen bir daha yaprak süpürmeye gitme, yaşın 70 olmuş biraz da dinlen. Hayata geldin geleli hep çalışmışsın, bırak artık bu işleri” desem diyorum. Sonra yine “durmaz ki, ben yanından ayrılsam yine gider o durmaz, çalışır, boşver götürmeyeyim” diyorum kendime. Yol uzadıkça uzuyor. Yürümekten muzdarip değilim de acaba mağaranın kapanma saati var mıdır, yetişebilir miyim kaygım var sadece. O sarı yaprakların altında ufacık tohumlar var, bunlar gürgen ağaçlarından düşmüş tohumlar. Çekirdek gibi tadına bakıyorum, hiç de fena değil diyerek topladıklarımı yiyorum. Biraz aşağıda bu kez kuşburnu görüyorum. Hala dalında kalan bir kaçtanesini alıp yiyorum. O tadı bilenler bilir, orada da Bayburt’u hatırlıyorum. Pamuktaş köyünde Sefiye teyzeyi(Okumuş). Allah rahmet etsin, çocukluğumuzda o bize bu Kuşburnu’ndan yaptıkları ama adını bilemediğim bir meyvesuyu verirdi. O tadı anımsıyorum yeniden. Müthiş bir tad, kuşburnunun tam olgunlaşmış hali. Hem çevreyi gözlemliyorum, bitki örtüsüne bakıyorum.
 
Bursa - Eskişehir karayolu üzerinde, İnegöl- Pazaryeri yolunda  Hilmiye köyünden hemen sonra  zaten mağara da. "Oylat Kaplıcaları" Uludağ'a sırtını dayamış , iki tarafı yeşil vadiler ile çevrili bir yamaç.işte o yamaçların birinin altı zaten Oylat mağarası. Oylat’tan bakıldığında iki tepe gözüküyor, Oylat’a hava akımını sağlayan  bir büyük klimayı andırıyor o tepeler. Soldakinin altında bu mağara dört kilometre yürüyorum, mağaranın yoluna gelinceye kadar. Uludağ'ın kar suları ve civardaki kaynaklarla beslenerek oluşturuyor Oylat deresini, bu derede hemen mağaranın önünden geçiyor bir şelale edasıyla.Deniz seviyesinden 840 metre yüksekte burası. Mağara girişinde hem gişe ve hem de çay ocağında görevlilerle bir süre sohbet ediyorum. Çok güzel çaylarından içiyorum, kocaman girişi olan mağara önünde.

Mağaranın temizliği sırasında buradan dörtbuçuk ton  yarasa gübresi çıkarılıyor. Halen yarasa gübresi, mağaranın içinde istiflenmiş duruyor zaten. Kocaman bir girişiten sonra bir kat çıkıyorsunuz mağaranın içindeki merdivenlerden. Tabi bana bir el feneri verdi  mağaraya bakan görevli arkadaş, o güçlü el feneri sayesinde yer yer 15-20 metreyi bulan yüksekliklerdeki karaltıları, kış uykusunda olan yarasaları görebiliyorum. Baktıkça bakınıyorum. Mağaranın hemen girişine konmuş hatıra defterini biraz incelediğimde kimilerinin zaten bu yarasalardan ürkmesinden, korkmasından haberim vardı. Onun için iyice bakınıyorum, yarasaların nerelerde uykuda olduklarını mağaranın taşlarına dökülmüş yarasa dışkıları da anlatıyor hem. 
 
Mağara denince aklınıza sarkıt ve dikitler gelir sanırım. Tabi burada da var onlar ama bence sarkıt ve dikitlerinden daha çok yarasaları bu mağaranın görülmesini gerektiriyor. Bir de mağara içerisinde tavandan damlayan suların 3-4 metre derinlikte oluşturduğu gölcükler. Daha önce görmemiş olanlar ve özellikle de çocuklar için elbette sarkıt ve dikitlerde ilginç gelebilir. Fakat mağaranın ışıklandırması ne yazık ki çok gereksiz ve de aşırı renkli lambalar konularak, doğallığından uzaklaştırılmış bir görüntü ve ısınmaya yol açıyor. Yazık onca yatırımın yapıldığı güzelim mağaranın, mağaracılıktan hiç anlamayan insanlarca veya profesyonel olmayan aydınlatma sistemi ile kendine de isyan eder hale getirilmiş olmasına üzüldüm. Ya o mağaranın asıl sahipleri, yarasalar ne der onu ben bilemiyorum artık. Oylat’a gelenler, bu mağara gezisini de hesaba katarlarsa bence iyi ederler her şeye rağmen. Manzarası ve atmosferinin güzelliği, güzel olmayan tarafları zaten örtüyor. Mağara gezimden sonra deftere bende bir yazı yazıyor ve iki çay daha içip, bir sonraki gün bu kez de arkadaşlarla geziyoruz mağarayı ve ayrılıyoruz Oylat’tan.
Güncelleme Tarihi: 23 Ekim 2018, 22:38
YORUM EKLE
YORUMLAR
özgür yıldız
özgür yıldız - 11 yıl Önce

merhaba ismim özgür oylat kaplıcaları pazarlama sorumlusuyum oylat da konaklamış misafirlerimizin değerli paylaşımlarını elimden geldiğince takip ediyorum öncelikle m. kemal ayçiçek e ve yazıyı yayınlayan ve okuyan herkese selamlar saygılar sunuyorum inegöl den oylat dan sevgilerle . . .

SIRADAKİ HABER