Barış süreci denilen son dönemlerde zaman zaman kırılmalar yaşansa da aklın nefislerin önünde seyrettiği bir önemli devreden geçiyoruz. Bir yandan İmralı, öbür yandan kandil ve Türkiye’de de hükümetin attığı adımlar şüphesiz pek çok çevrenin titizlikle izlediği bir süreci yürütüyor.
Kimileri “bebek katili” diye bir slogan tutturup güya insani çevreleri etkileme gayretinde olsalar da bilenler biliyor ki kimse durup dururken ne silaha ne de bir başkalarına ait kamusal alana müdahaleyi göz göre göre göze alır ve hürriyetler sınırını aşar ve ona göre de tavır geliştirir. Eski Türkiye de maalesef, “kart, kurt” diyerek, karda yürürken Türkiye’nin dağlı insanlarının karda yürürken çıkardığı ses nitelemesi ve bir halkı küçümseyip, hatta yok saymasıyla alay edercesine uydurup, kendilerinin inandıkları hikayelerle yürüttüğü politikalarda sona gelindi. Yeni Türkiye, eskiye dair ne varsa tümüne rest çekerek çözüm sürecini tüm o eski Türkiye’nin belli kalıplara ipotek edilmiş anlayışlarının dışına çıkarak, halkın da gücü ile bu ülkenin Kürt gerçeğini tam da kendileri ile görüşerek, iyi bir iletişim kurarak onları anlayıp, onlarında bizler olduğunu kavrayıp bir süreç geliştirdi. Bu süreç elbette çok riskli ve de tehlikeli kırılmaları da kapsıyordu.
Türkiye gibi bir ülkede elbette Türklerin yaşamı normal sayılabilir, standartlarda bir yaşam hakları onlara teslim edilebilirdi ama ya Kürtler, bu ülkenin sanki sonradan gelenleriymiş gibi trenin en son vagonunda ve lütfedilirse binebilirler gibi bir aymazlıkla karşı karşıyalardı. Oysa o Kürtler, sadece Güneydoğu’da değil Türkiye’nin dört bir yanında ve hizmet sektöründe önemli emek veren insanlardı ama eski Türkiye, o insanları yok sayıyor ve göremiyordu. Yeni Türkiye, Türkiye’nin Doğusunda, batısında, güneyinde ve kuzeyinde o insanları oldukları yerlerde fark edip, “Sizler Türkiyesiniz” diyerek, çözüm sürecini onları görerek başlattı. Zaten onlar, yani Kürtler hep varlardı, hep bizimle birliktelerdi ama eski Türkiye, O Kürtleri, “Siz yoksunuz” dercesine göremiyor, veya görüp görmezden geliyor ve o insanları her gün ezip ezip yok etmeye zorluyordu ama bunu başaramadı! Belli bir süre “yoksunuz siz”dese de gerçeklerden daha fazla kaçamadı ve artık “Hımm siz varmışsınız bee”ye geldi.
Şimdi Yeni, Türkiye, Kürtlere “Yoo, siz zaten vardınız ne demek yoktunuz, olur mu öyle şey tabi ki varsınız ve siz zaten biziz be kardeşim” noktasına gelerek, insanların da , “galiba bu yeni Türkiye, yani devlet adam oluyor” diyerek, Devletin “Çözüm süreci” ile başlattığı sürece Devletin verdiği kadar önem ve destek vererek artık bu sürecin olumlu bir şekilde sona erdirilmesine inandı. Bu İmralı’da Abdullah Öcalan’ın olduğu kadar Yeni Türkiye’nin de aynı dili kullanarak, iletişimi kesintisiz ve sürekli hale getirmesi ve konuşmaların samimi oluşuyla belli bir noktaya getirildi. HDP arada bir figüran oldu ama iletişim dilinin taraflar arasında anlaşılabilir olmasını sağlayıcı bir özel ayak oluverdi. Burada İmralı’ya giden heyetlerde görev alan insanların iletişim dilini ne kadar kullanılabilir halde tutmalarının elbette önemli bir rol oynadığı yadsınamaz. O dilin hem Kürt ve hem de Türk halklarına tam olarak yansımasının birer nüveleri oluverdiler, onlara buradan müteşekkiriz.
Hem Devlet derken Hükümeti sadece çözüm süreci ile değil Türkiye’nin dört bir yanını sarmış bir yangın içindeyken çözüm sürecine de harcadığı mesainin ne kadar önemli ve zor bir görev olduğunu unutmamalıyız. Sadece Çözüm süreci denilen PKK’nın silahlanıp dağa çıkması sorunu değil ki yeni Türkiye’nin sorunları, Suriye’de gördük Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması olayı başlı başına zaten bir sorundu. Peşmerge’nin (Kuzey ırak Kürt yönetimi silahlı gücü) kuzey Irak’tan Türkiye topraklarını kullanıp Kobaniye geçmesi bile başlı başına bir sorun değil mi?
Kürtler, biz ne kadar gözümüzü kapatsakta, eski Türkiye’nin kitaplarında şöyle ya da böyle anlatılsalar da en başta İran, Irak ya da Suriye’den de öncelikle bizim yani Türkiye’nin bilmesi ve tanıması gereken kendi ülkemizin insanlarıdır. Kürtlerin gerçek yurdu neresidir diye tarihe bakıldığında Türkler yokken bu toprakların yaşayan insanları olarak Kürtleri görürüz. Tama m belki Türkiye’nin tamamında değil ama önemli bir bölümündeki toprakların çocuklarıdır onlar, biz onlarla ve başka diğer etnik gruplarla bu ülkeyi oluşturmuşuz. Bunu inkar etmenin alemi yok, kaldı ki tüm Kürtlerin asıl yurtları neresidir diye sorulduğunda da onlar zaten Türkiye cevabını verirler. İster İran, ister Irak ve istese de Suriye’deki Kürtler olsun bu fark etmez ki, Türkiye Kürtleri ile birlikte tüm Kürtler, Türkiye’yi ana toprakları gibi görür ve bilirler bunda da gocunacak, alınacak bir şey yoktur. Türkler, 1071’de Türkiye’ye gelmedi mi, 1071’den önce Türkiye de yaşayan haklar yok muydu ve bunlardan biri de Kürtler değil miydi? Tarihi bizim kendi kafamıza göre şekillendirme ya da satma hakkımız olabilir mi? Bu saçmalık olmaz mı? Biz bu toprakları vatan yapmış olabiliriz ama bu vatanı vatan yaparken bu vatanda yaşayan insanları da “siz gidin başka vatan bulun” deme hakkımız olamaz, böyle bir mantık da kabul edilemez. Çözüm süreci, bir terör örgütü ile değil bu ülkenin kendi öz evlatlarının kendi aralarındaki bir sözleşmedir, farklı anlamlar çıkarmanın alemi yok. Kalın sağlıcakla.