,

Batu,“CHP, Türk siyasetine 'elveda' demeli“

Şimdi onu bir sıraya koyalım. Lefkoşe, İslamabad, Prag, Birleşmiş Milletler, Roma. Arada da iki tane müsteşar yardımcılığım var. En çok zorlayan Lefkoşe oldu. Çünkü orada bir devlet kuruldu.

Batu,“CHP, Türk siyasetine 'elveda' demeli“

  "O bizim zahirimizdi...Neşv ü nemâ bulup, geliştikten sonra Türkiye'nin etrafına sarılmış bir bitki idi adeta...Ve hariciye olarak kalmayıp memleket meselelerinin iç yüzüne de indi derinliği...Işığımızı aksettirip bize gösterdiği için bir aynaydı aynı zamanda. Dış yanı sağlam bir gözleme siperiydi bizim için...İsmi, cismi, içi, dışı, herşeyiyle İnal Batu sizlerle..." 

HÜLYA OKUR- HABERX

“BİR AİLE HAYATI ÇOK İSTİYORDUM” 

1936 Ankara doğumlusunuz. Eşiniz Nevra Hanım, oğlunuz Arda ve kızınız Pelin Batu hayatınıza girene kadar neyin arayışını duyuyordunuz? Nasıl bir çocuk olarak bildiniz kendinizi?

Ben ileri yaşlarda evlendim. Evlilik tarihim 1972, yani 36 yaşında evlendim. Çok fırtınalı bir hayatım oldu, oradan oraya...Genç bir dış işleri memuru olarak, Washington, ardından sıcak Afrika’nın Gana’sında 3,5 yıl, şark hizmeti dediğimiz, mahrumiyet bölgesi hizmeti. Oradan dönüşte eşimle tanıştım. İrlanda’da memurdum o zaman, başka memur yoktu, kendi kendimi de evlendiremeyeceğime göre Paris’e gittik evlendik. Londra daha yakındı ama İngilizler izin vermezler yabancıların kendi yasalarına göre evlenmelerine…Bir aile hayatı çok istiyordum, evlilik beni çok mutlu etti. Çocuklarımı da çok seviyorum. Kızım bayağı bir isim yaptı Türkiye’de. Artık bana yavaş yavaş, “Siz Pelin Batu’nun kızı mısınız?” diyorlar. Çok bozuluyorum. Sizin nesliniz öyle diyor çok şükür. Benim neslim de “Siz İnal Batu’nun kızı mısınız?” diyorlarmış. Öyle dengeliyoruz işi. Oğlum da çok başarılı. Üniversitede öğretim görevlisi. Kendi özel işleri de var; hukuk, ekonomi, uluslararası ilişkiler bürosunda çalışıyor. Gayet dengeli, sağlam, birbirine bağlı çekirdek bir aileyiz. 

“EN ZOR, EN UZUN GÖREVİM, LEFKOŞE OLDU.”, 

“BANA ATİLLA’NIN GAYRİ MEŞRU TEMSİLCİSİ DENİYORDU”

Diplomatlık kariyerinizi; Lefkoşe, Prag, Birleşmiş Milletler, İslamabad, Roma Büyükelçisi olarak tamamladınız. Bu görevlerin hangisi sizi zorladı? Hangisi bırakamayacağınız kadar özeldi?

Şimdi onu bir sıraya koyalım. Lefkoşe, İslamabad, Prag, Birleşmiş Milletler, Roma. Arada da iki tane müsteşar yardımcılığım var. En çok zorlayan Lefkoşe oldu. Çünkü orada bir devlet kuruldu. Ne yidüğü belirsiz, federe devlet denen bir yere atandım. Dünyada böyle bir şey yok. Federe devlet olması için, federasyon olması lazım. Büyükelçi miyim, değil miyim? Büyükelçi gider güven mektubu verir. Klasik bir büyükelçi olmanın kuralları vardır, o kuralların hiç birine uymayan bir görev yaparken oradan Türkiye’nin ilk Büyükelçisi olarak ayrıldım. On yıllarca Gettolarda yaşamış, baskılar altında katliamlara uğramış, yoksul, dağınık bir toplumun bir devlet haline gelmesine tanık oldum ve bunun sıkıntılarını, zorluklarını yaşadım. Bir de Türkiye’den gelenlerle uyum sorunları.  Yani en zor, en uzun görevim, Lefkoşe oldu. Bir de küçücük bir toprak parçasında yaşıyorsunuz, biz diplomatlar alışığız, seyahat ederiz, komşu ülkelere gideriz. İzin de almadım ben hiç. 5 yıl şimdiki KKTC sınırları içinde yaşadım. Güneye gitsem tutuklanırdım zaten. Bana: ”Atilla’nın gayri meşru temsilcisi” deniyordu. Rum radyoları her gün saldırıyorlardı. O yüzden en zor görev yerim Kıbrıs oldu. 

“KKTC İLANI GEREKLİYDİ”

16 Kasım1983’te Türkiye Cumhuriyeti KKTC’yi tanıdığında, oraya atanan ilk büyükelçi idiniz. Denktaş’a güven mektubunu da sundunuz. Özal’ın KKTC’nin ilanına karşı çıktığını biliyoruz. Sizce KKTC konusundan hareketle, “ Türklerin en büyük düşmanı Türkler oldu” diyebilir miyiz?

Özal karşı çıkmazdı. Şu oldu: KKTC’nin ilanına takaddüm eden öncesi ve hemen sonrasında, Başbakan olmuş olsaydı, anlayışla karşılardı ve desteklerdi. Ama şöyle bir büyük ayıp işlendi kendisine. Askeri yönetim var…Seçimler de olmuş…Özal, seçimi kazanmış. Dünyanın en saçma sistemi var bizde. Başbakan olabilmek için önünde uzun bir süre var, iki üç hafta Başbakan olunamıyor. KKTC’nin ilanını, Ankara’dakiler, bu süreye  rast getirmişler. Ve sonra dehşetle gördüm ki, rahmetlinin bundan haberi yokmuş. Kucağında bulmuş yani. Mehmet Ali Aydınlar’ın, şike davasını kucağında bulması gibi. Onu affedemedi, beni hemen çağırdı. Başbakan olduktan sonra ilk gördüğü kişilerden birisi benim. Orada anladım ki, fena halde gücenmiş. Haklı olarak tabi! Ben de dilim döndüğünce KKTC ilanının niye gerekli olduğunu anlatmaya çalıştım. Ben hala inanıyorum ki KKTC ilanı gerekliydi, yararlıydı, o sayededir ki iki, eşit devlet yıllardır müzakere yapıyorlar. Biri tanınmamış ama hiç olmazsa bir devlet ünvanı var, Cumhurbaşkanı var, Başbakanı var, meclisi var, Yüksek Mahkemesi var, demokratik kurumları olan bir ülke ile başka bir devlet, Güney’deki Rum Cumhuriyeti müzakere ediyor. Bu olmasaydı, devlet ile federe kanadı, ne yidüğü belirsiz, bu bile KKTC’nin kurulmasının yararlı ve gerekli olduğunu gösteriyor. 

“KKTC KONUSUNDA TÜRKİYE ELİNDEN GELENİ YAPMIŞTIR”

Denktaş sonrası Kıbrıs’ın akıbeti konusunda ne diyeceksiniz?

Denktaş’tan çok, Türkiye’de kim iktidara geldiyse, herkes birbirinden çok akıllı, becerikli ya, her hükümet öbürünün yaptığını bozmuş son yıllara kadar, kendi modelini uygulamaya çalışmış. Aşırı devletçi bir model, sanayi kurmaya çalışmış. Kuzey Kıbrıs bir sanayi ülkesi olmaz. Ve çok beceriksiz bir iskan politikası uygulanmış, doğru insanlar gönderilmemiş. O zaman ki iş gücü açığını kapatmak için, Osmanlı’nın 500 yıl evvel yaptığından çok daha beceriksiz bir iskan politikası uygulanmış. O da Anadolu’dan gelenlerle, orada yaşayanlar arasında çeşitli uyum problemleri yaratmış. Ama buna rağmen gelişme baş döndürücüdür. KKTC ilan tarihine bir bakın, o zamanki rakamları inceleyin, şimdiye bakın, baş döndürücüdür. Turizmde 5 yıldızlı oteller ormanı haline geldi Kıbrıs. Yanmış, yıkılmış, bombalanmış birkaç Rum oteli vardı. En çok para getiren ürün, narenciye, bahçede tuzlanıyordu. Sonra Anadolu’dan iş gücü getirildi, kurtarıldı. Telekomünikasyon sistemi kuruldu, et kombinaları kuruldu, hava alanı yapıldı, Girne Limanı gibi modern bir liman yapıldı. Yapılanları hiç kimse küçümsemesin. Ve ben iddia ediyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti elinden geleni yapmıştır. Oradaki yöneticiler, kıt devlet deneyimlerine rağmen, iyi niyetle ve dürüstlükle çalışmışlardır ve kaydedilen mesafe önemlidir, kimse bunu yatsımasın. 

“KIBRIS’TAKİ GÖREVİM, BİR NEVİ VALİ GİBİYDİ”

Lefkoşa’da görev yaptığınız 1979-84 arasında büyükelçilerin Girne’deki yazlık konutu Villa Fırtına’nın deposunda, elde kalmış bir miktar mozaik pano bulmuştunuz. Büyükelçilik yaptığınız ülkeler arasında o ülkelerin tarihlerine veya gerçeklerine dair sırlara ulaştığınız oldu mu?

Ben başka ülkelerde hep yabancı oldum. Yabancı bir büyükelçinin temsilcisiydim. Kıbrıs’taki görevim, tam bir yabancı ülke temsilciliği gibi değildi. Bir nevi Vali, Bayındırlık Bakanı, Tarım Bakanı, Başbakan Yardımcısı

Güncelleme Tarihi: 04 Temmuz 2020, 01:12
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER