www.karadenizolay.com (Özel-Bayburt)-Sabah kalkıp bir güzel Bayburt usulü kahvaltıdan sonra Duduzar’a gidelim istedim. Hem rahmetli dedemin her Bayburt’a inişindeki (yaz mevsiminde ayda bir kez) gitmezse olmazlarından olan Duduzar (Erenliköyü), bir başka adıyla da Beyböyrek (Bamsi Beyrek), Bayburt’a hakim bir tepede mütevazi bir türbe. Şimdilerde Türbenin çevre düzenlemesi yapılıyor. Bir kaynaktaki bahiste “Muhammed Hanefi ,Hz. Ali'nin Keşif ordusu başında Bayburt'ta gelmiş ve burada Rum birlikleri ile karşılaşmıştır. Bu karşılaşma sırasında çıkan savaşta kendi oğlu Balca Köyü'nde, Sancaktarı Abdulvehhab Gazi Hz.(Beyböyrek denen zat) ise Bayburt'ta şehit düşmüştür” ibaresi yer almakta.
Güzel bir asfalt yolla üç kilometre sonra ulaşıyoruz Beybörek’in eski adı Duduzar olan Erenli köyündeki türbesine.Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) sancaktarı, İstanbul’un manevi fetih kumandanı, Eyüp El Ensari’nin dava arkadaşı, gönüldaşı, Şark Komutanı sahabe Abdülvehhab Gazi’nin Türbesi Bayburt Merkeze Bağlı Erenli (Duduzar) tepesinde yer almaktadır. Dede Korkut hikayelerinde de geçen önemli şahsiyet ve komutandır Bamsi beyrek veya Beyböyrek. Duduzar da türbenin bulunduğu köy olduğundan bu türbeye, hem ziyaret ve hem de Duduzar da deniyor. Çocukluğumda dedemle Bayburt’a gittiğimizde dedem beni bu türbeye götürmek istemişti ama ben gitmemiştim. O dönemlerde yolu olsa bile araç yoktu. Gerekçem neydi şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama dedemle gitmemiş olmayı, şimdi kendime kızarak daha iyi anlayabiliyorum. Çünkü bu tür yerlerle ilgili bilgileri her ne kadar biz günümüzde alabiliyor olsak ta o günlerde, büyüklerimizin bu türbeye atfettiği önemi kavramak içinde önemliydi.
Bize “Türbe” dendiğinde hemen aklımıza “Önemli Mezar” olduğu geliyor ama o mezarda kim var, oraya kadar pek inmiyor ve geçiştiriyoruz. İlk olarak Samsun’un Terme İlçesi’nde görmüştüm, uzunluğu ile dikkatimi çekmiş bir mezar vardı. Halam, “eski zaman insanları uzun boyluymuş”la bana açıklamıştı 4-5 metre uzunluktaki mezarı.( Cüneyd-i Bagdadi Türbesi; Terme ilçe merkezinin 10 km. güneyindeki Dibekli köyündedir. Halk arasinda, Bagdat'ta yasamis olan Cüneyd-i Bagdadi'nin Türbesi olduğu inanci yaygindir. Fakat bir baska görüse göre de: türbede kubatogullanndan Cüneyt Bey adli bir komutan yatmaktadir. Bu komutan Mogol istilalari sirasinda Canik (Samsun) Beyligini Timur ordularina karsi savunmus bir kahraman ve sehittir. )
Şimdi o Bayburt’taki Beyböyrek’e ait olan Duduzar’daki Türbede 4 metre uzunluğunda bir mezar. Annem, dedemin babası Aliefendi’nin bu Türbeye çok özel önem verdiğini ve bu yüzden de dedemin her Bayburt ziyaretinde mutlaka Duduzar’a çıktığını söylüyor. Lise müdürü ağabeyimse meğer dedemle benden daha iyi arkadaşmış, o da o günleri şöyle anlatıyor;
“Biz dedemle çıkardık oraya, o hızlı giderdi ben arkasından koştururdum ama gene de geride kalırdım.bacaklarım küçüktü. ‘gitmeyelim, yeter’ derdim ben ama O, ‘olmaz’der giderdi. Bende yalnız kalmamak için mecbur giderdim peşinden.2-3 kere gitmişizdir böyle. Bana ne anlattıkları kalmadı aklımda, zaten burnumdan solurdum, ben de sormazdım neden geldiğimizi. Hem işin sonunda döner vardı tabi. Biz dedemle çok iyi arkadaştık. Çoruh lokantası vardı, yarısı Çoruh nehrinin üstünde, ben kuru fasulye yemek isterdim bazen ama o bana ‘oo evde yiyeceğin şeylerle harcama zevkini’ derdi. Dedemin felsefesi öyleydi, iyi yönleri çoktu rahmetlinin”
Belki şatafatlı bir özelliği yok Türbenin çok sade bir görünümü var. Bayburt taşı ile şimdi Türbeyi çevreleyen bir bahçe oluşturuluyor. Türbeye girilince Yasin veya üç ihlas ve bir Fatiha okunması adettendir. Annem, Yasin okunmasından yana tabi. O tür yerlerde en uzun olan dua en makbul olandır anlayışı vardır. Yeğenlerimizle birlikteyiz ve onlar için Türbe anlamı, tıpkı benim çocukluğumdaki gibi sanırım. Onlar işin oyun tarafındalardı ve mezar adabına pek de itibar etmiyorlardı. Hem yüksek sesle konuşuyor ve hem de abi-kardeş gülüşüp eğlenebiliyorlardı biz Fatiha okurken.
Bedirhan olan küçük yeğenim, “illa da kale” diyordu. Nitekim, biz türbeden çıkınca O , “ben Bayburt kalesini çok seviyorum” diyerek ön açtı zaten.. Böylece bizim de Bayburt’taki rotamızı belirlemiş oldu. Onu kıramazdık. Annem, hani bazıları vardır, yaşlıdır ve bir yerlere gitmek istemezler ve bahane uydurup, gidilecek yerlerden geri kalırlar. Annem o tarz insanlardan değil işte, ona Karadeniz bölgesinin en yüksek dağını söyleyin mesela, “hadi anne Kaçkar dağına” o size “gelmem” demez, kesinlikle o çocuklar yanında olduktan sonra da onlar gibi enerjik olabiliyor ve hiçbir ağrısı, sızısı veya yorgunluk belirtisi bile göstermeden gezebiliyor. Çok zamanımızı almıyor Bayburt kalesine çıkmak. Bayburt kalesi, Bayburt’u size kuşbakışı seyrettirebiliyor.
Bayburt kalesi girişinde Bayburt manzaralı piknikçilere rastlıyoruz. Belli ki bunlar, semaverleriyle sergileriyle bu manzaralı yerin müdavimleri. Önceleri girişi ve kapıları harabeye dönmüştü Bayburt kalesinin ama şimdi, her ne kadar bazı bölümleri sırıtsa da restore edilmiş olmasıyla bir “eser” niteliğine bürünmüş haliyle cezp ediyor. Normalde ülkemiz sınırlarını aşıp, Gürcistan’ın Acaristan özerk bölgesi başkenti Batum’dan denize dökülen Çoruh nehri, Bayburt’un kalesi gibi adeta bir simgesi. Koskoca nehir, Bayburt’u iki yakalı hale getiriyor ama köprüler, her iki yakayı birbirine bağlıyor zaten. Kaleden Bayburt’a baktığınızdaki manzara, belki İstanbul boğazını, Gülhane parkındaki Saray Burnundan seyretmeye benziyor. Düşünsenize semaverinizle orada piknikçilerin yerinde olup, o manzarada çay içmenin keyfine varmak ne demek?
Kaleden bir yandan Bayburt’un şehir merkezini bir yandan da Çaykara yolunda oluşan yenişehri ve kaleardını görebiliyorsunuz. Şehit Osman tepesi, hem ziyaretlerin ve hem de çocuklar için ayrı bir eğlence yeri. Bayburt’ta merkeze sıkışmış yoğunluktan çıkmış ve bir modern kent haline hızla bir dönüşüm yaşıyor. Bir yandan TOKİ tarafından yaptırılan konutlarla bir yandan Bayburt’u çevreleyen tepelere kurulan yazlık villalarla şehrin çehresi de değişiyor.Kalede biraz gezindiken sonra Veyselefendi mahallesine geçiyoruz. Arif aganın evi orada çünkü. Oğlu 30 yaşlarındaki Yücel’in 4 çocuğu var. Büyük olanının adı Binnure ama diğerlerinin adlarını soruyorum yanımda oturan Yücel’e. Yücel, sessizce işaret parmağıyla babasını gösteriyor ve başkada bir ses çıkarmıyor. Hemen karşımızda da babası var Yücel’in. Israrla soruyorum ama beklediğim yerden bir cevap gelmiyor, kendimce “hatamı yaptım” diye düşünüyorum. Sonra Yücel’in işi çıkıyor ve o evden ayrılıyor, bu kez babası Arif Aga, “soruyu yanlış yere sordun” diye lafa giriyor
“Neden?” diyorum, “niye olacak, o benim yanımda kendi çocuklarının adını söyleyebilur mi? Sen onu bana soracaktın, benim yanımda o hiç konuşmaz” diyince anladım. “sen neden izin vermiyorsun konuşmasına” diyorum ama “ben ona sus, konuşma dememişim ki, o kendi konuşmaz.” diyerek, o yöredeki kültürü, örf ve ananeleri, gelenek ve görenekleri ima etmiş oluyor. O sırada yanımızda olan Yücel’in annesi de söze giriyor ve eşini destekler nitelikte , “mustabey, 12 yıldır evlidir Yücel, bilir misin eşine bir defa olsun ‘bana bir su ver’ dediğini duymamışımdır. O benden ister, anne yemek, anne su der ben yönlendiririm” diyor. Anlıyorum, daha fazla irdelemiyorum, çocuklara dedeleri ile bir fotoğraf çekiyorum ardından da onların “misafir odası” adını verdikleri, misafirden başkalarına açık olmayan odaya geçiyoruz. Orada evin reisi Arif amca ile eşine, uzun ısrarlardan sonra ilk kez birlikte fotoğraf çekebiliyoruz (Bu fotoğraf için ben dışarı çıkıyorum, bu pozu oğluma çektiriyorum) Tabi odada başka kimse yokken ben dahi.
Rahmetlik dedemle Bayburt’a geldiğimiz de Ulucami’nin hemen önündeki lokantanın cadde üzerindeki önünde odun ateşinde döner yaparlardı. Dedem, namaza girip çıktıktan sonra orada döner ısmarlardı, lavaş ekmeği ile, Onu anımsadım. Bayburt’ta Doğalgaz nedeniyle caddeler de çalışmalar var ve trafik oldukça karışık bir akış içinde. Zaten ufak bir il Bayburt ve bir tek ana cadde üzerinde yoğunlukla konumlanmış, ama gezmeye bir gün yetmiyor. Yeni oluşturulmaktaki aslandağ’a gidemiyoruz, şehir içinde caddeler trafiğe kapalı ama biz Bayburt saat kulesini zaten biliyoruz. Bayburt’un mağaralarını, yer altı şehirlerini yazmakla bitiremeyiz. Aydıntepe’deki yer altı şehri başlı başına bir yazı konusu zaten. Ama Bayburt, her ne kadar nufusunun çoğu gurbetlerde olsa da, gurbetteki insanlarının gönlündeki altın tahttır.
Sözün burasında Bayburtlunun biri yeni bir iş kurmak istiyor ve arayış içindeyken Trabzon’a gidiyor ve “kendin pişir kendin ye” diye tabir edilen mangal tarzı bir işyeri görüyor. Kendince bu işi İstanbul’da yapmaya karar veriyor. “sermaye istemez, bir mangal bir tabela, bu güzel iş” tamam diyor. İstanbul’da yer buluyor, mangalı da yaptırıyor ama Trabzon’da gördüğü o tabelada ne yazdığını bir türlü hatırlamıyor. Tabelacıya siparişi kendince veriyor ve dükkanına asıyor. Asılan tabelada “kendin pişir kendin ye” yerine , “sen seen bişür, sen seeen ye” yazıyor.
Çoruh nehri, Bayburt’tan doğuyor ama Bayburt kalesi gibi Türkülerde meşhur değil. İşte Bayburt kalesi, tarihinin derinliklerini günümüze getirirken, Turizm alanında Kültür Turizmi, Kış Turizmi,Yayla Turizmi, Akarsu Turizmi (Kano-Rafting),Dağ ve Doğa Yürüyüşü, Mağara Turizmi, Kamp ve Karavan Turizmi, Sportif Olta Balıkçılığı, Kuş Gözetleme ,Bitki İncelemesi yapılabiliyor. Kültür varlıklarını benim burada yazmam elbette mümkün değil. Hem resmi bilgiler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın web sitesinde de var var ama hiçbir bilgi, kişinin kendi gözleri ile gördükleri ve gözlemleri ile elde ettiği bilgi kadar sağlam olmuyor. Bende resmi bilgilere bakıyorum ama mesela yemek kültüründe bile Bayburt’un yemek listesinin binde birine bile yer verilmemiş. Gavut, ziron , Gendime yok mesela.umarım onları da Bayburt üniversitesi halleder.
Yazı ve fotoğraflar: M.Kemal AYÇİÇEK
Güncelleme Tarihi: 07 Temmuz 2019, 00:39
bayburt u çok güzel anlatmişsiniz gönlünüze ve yüreyi̇ni̇ze sağlik