M. Kemal AYÇİÇEK – Haziran 2010
www.karadenizolay.com (Özel)- Günümüzde artık araçlarda bile “çevreci” yakıtlara ağırlık verilir oldu. Çevre konusundaki duyarlılık her geçen gün daha da yaygınlaşırken, çevre bilinci artık Gazete, televizyon ve iletişim araçlarında daha fazla yer almayı sürdürüyor. Bu duyarlılık kapsamında Enver usta da “çevreci fare kapanı” icad ederek, bu sürece önemli bir katkı sağladı. Şimdi o çevreci kapanın hikayesini sizlerle paylaşmak istedim.
“Çevreci kapan” için, “Ne zaman doğdu bu fikir, nasıl oldu?” diye sordum, Enver usta’ya, “tam otuz yıl önce” dedi gülerek. Karadeniz bölgesinde serander’ler vardı o yıllarda, merekler vardı. O seranderler de fareler çıkamasınlar diye direklerin üzerine ayaklar konur, farelerin o seranderlere çıkması önlenirdi. Kışlık yiyecekler, zahire(depolanmış tahıl. tahıl zulası)ler (Mısır, fasulye, un, şeker, arpa,patates, meyve yöre de üretilen tahıllar) orada muhafaza edilirdi. Farelerden muzdarip olanlar tabiî ki öncelikle yöre kadınlarıydı. Mısır almaya gittiklerinde hep zarar ve ziyandan önce onlar haberdar olurlardı, sonra evde konuşulur ve farelerin ne kadar zarar verdiği anlatılırdı konu komşuya ve çareler aranırdı.
Enver, Trabzon’un Araklı ilçesinde böyle bir evin çocuğu..Hala aynı ilçede mütevazi bir dükkanda diyotlarla, kablolarla dur durak bilmeden uğraş veriyor. Hele annesi Fatma yenge ki biz onu hep “gelin abla” biliriz( Köyün öncüsü kadınlardandır, her şeyi en iyi bilen bilge kadındır) ister istemez evde konuşulanlardan etkileniyor ve var olan fare tuzaklarının “neden sadece bir tek fare tutabiliyor da çok fazlasını birden yakalayamıyor” diyerek kafasına takıyor bunu. Evet, fare zehirleri vardı, kimi zaman onlardan yarar da sağlanıyordu ama yok havaların yağışlı olduğu zamanlarda o da konuşuluyor ve farelerin zehirleri yediklerini ama ardından su içtikleri için zehirin farelere tesir etmediğinden de yakınılıyordu. O zaman ki fare tuzakları, ilkel aletlerdi ve fareleri öldüren aletlerdi. Üstelik, fareler akıllı davranıyorlardı, konulan bir tek fındığı yiyor ama o tuzağın teline dokunmuyor ve yakalanmıyorlardı da.
İşte tüm bunlar Enver’i düşündürüyordu. O zaten elektronik aletlere meraklı bir tipti. Bir yerde bozuk radyo varsa o kendisi talip oluyor, onu alıp onarıyor ve sahibine “saol” karşılığında veriyordu. Sonraları nerde bir elektrikli cihaz varsa o onlara da yöneldi. Adı Enver usta’ya çıkmıştı bile. Ama o esaslı bir icad yapmadan “ustalık” olmaz diyordu. “usta kim, ben kim” havalarında yıllarca uğraşıp durdu. Televizyondan, buzdolabına, çamaşır makinasından süt makinasına, hatta elektrikli yayıktan, zetina dikiş makinasına kadar aklınıza ne geliyorsa “yapamam” demiyor ve birine bir söz veriyorsa mutlaka işini yapıyor ve hayır dualarla yetiniyordu. “Benim teravih namazlarım belki de kabul olmamıştır” diyor, sırf o namazlarda bile aklının fare kapanlarında olduğundan. “ben öyle bir fare kapanı yapmalıyım ki, birden fazla fareyi yakalayabilmeli ve de ölmemeliler” diye düşünürken, şekul (Muhammet Aysan)hoca “Ellahu ekber” diyor,” rukuya gidiyorduk. Ayağa kalkınca da yeniden fare kapanıyla uğraşıyordum. Hoca, elhemi okurken ben fare tuzağının kenarlarını örüyordum. Ne teravihlerim öyle geçti” diye anlatıyor uğraşlarını Enver usta.
Babası Hüseyin amcanın (Köse issiyin) terzilikteki titizliği, stil farklılığı oğlunda teknoloji alanında aynı duyarlılıkları gösterir olmuş. Ahşaptan elektrik düğmelerine, radyo dalga arayıcısına, elinde farekapanını bile yapacağı punto cihazının sap dizaynına, farekapanının kalıbına değin her şeyi kendisinin üretmesine odaklanmış bir beyinle, ince işlerin uğraşanı olmuş Enver usta, yıllar yılı. Bir keresinde “ben olsam herhangi bir şey icad eden insan, onları arar bulur ve onlara imkan verir, bu ülkeye çağ atlatırdım” diyor Enver usta. Belli ki bu deyişinin ardında, onca yıllık emeğinin fark edilemeyişinin aslında bir serzenişinde bulunuyor çevresine. Ama onu izlerken bile, neyi niçin yaptığını anlamak, anlatsa bile anlayabilmek de biraz o alana ilgi ve alaka gerektiriyor. Dışarıdan bakıldığında hep, “boşuna uğraşıyor” denilerek bakılan Enver Usta, meğer aslında önemli işlerle uğraşıyormuş, bunu yine kendi sargısı dinamolarla yaptığı güç kaynaklarıyla ortaya koyuyor ve ispat da ediyordu. Belki bilirsiniz böyleleri vardır, hani şu Vizontele filmindeki “deli emin”i oynayan Yılmaz Erdoğan’ın Annesinin mezarına radyo kablosu ile sevdiği şarkıyı dinletmesi gibi..Bir gün sudan elektrik üreten bir işletme sahibinin sürekli yanan lambalarını tartışıyorlardı. Lambalardan hepsinin yanması gerektiğini söylüyordu Enver Usta, “bir lamba patlarsa diğerleri de yanmaz” diyor, onların hesaplarını yapıyorlardı. Öylesine akarsudan elde edilen elektriğin akülerle takviyesi veya lambaların sönebilmesine de olanak veren hesaplamaları da yapıyor ve ölçüm aletleri ile bu tür elektrik üretim ünitelerini, suyun debisi ve akışına bakarak da dengeleyebiliyorlardı. Bu tarz tartışmalarında ben hep Fransız olmuşumdur yanlarında.
Fare tuzağı fikri nasıl doğdu
“millet rahatsız farelerden muzdarip ama kimseden fayda gelmiyor. Kah ekmeklere, kah yemeklere dadanıyor fareler, fındıkları, mısırları yemediği, bir şey bırakmıyor.aynı anda bir den çok fare yakalayabilen bir alet olmalı diyordum, bir çok deneme ürün yaptım ama kiminin yolu dışarıda kaldı, fareler akıllı hayvanlar pek sevmediler. Sonunda başardım. Tam 30 yılıma mal oldu” diyor icadı için Enver usta. Peki “şimdi usta oldun mu?” diye soruyorum, “eh işte, şimdi sayılır” mütevaziliğin de hala Enver Usta.
Çevreye duyarlılık son yıllarda arttı ama Enver Usta, yaptığı fare kapanının “çevreci” bir ürün olmasını düşünmemiş bile, biraz da “can sevdasından” olacak fareler, yakalansın ama ölmesinler de istiyor. Ve zaten şimdi yaptığı ve isteyenler için ürettiği fare kapanı da tam istediği gibi sonuç veriyor. Kapana bir fare düşünce diğer fareleri de çağırıyor ve o diğer farelerde aynı kapana girip hapsoluyorlar. Fare kapanının sahibi, yakalanan farelere canlı bir şekilde kavuşuyor ve isterse götürüp fareleri uzaklarda bir yerlere bırakıyor, canı isterse de fare kapanını bir su kabına sokarak fareleri öldürebiliyor. Yani farelerin ölüp, ölmemelerine fare kapanının sahibi karar veriyor. O vicdani sorumluluğu da, kendisinden atmış oluyor Enver Usta. Oysa diğer fare tuzaklarının tamamı, veya zehir veya yapışkanlar da farelerin öldürülmesi mantığına dayanıyordu. Enver Usta’nın ürettiği Çevreci fare kapanı, aynı anda 10 tane fareyi canlı olarak barındırabiliyor. Bir fare, kapandaki fındık kokusuna giderken kapana düşüyor ve çıkardığı seslerle yardım talebinde bulunuyor, o farenin yardımına koşan diğer farelerde aynı yolla kapana doluveriyor ve çevrede bir tek fare kalmamış oluyor. Böylece fare kapanının kapmadığı fare de kalmıyor.
Breek breeek yabangülü
Enver Usta, bir yandan fare kapanıyla uğraşırken öbür yanda günün teknolojisi telsizlerin 2813 numaralı kanunla 5/4/1983 kabul edilmesiyle serbest kalması, o dönemler Türkiye’sinde moda olmuştu. Henüz cep telefonları yoktu ve haberleşmede şimdiki kadar gelişmediği için telsizlerle iletişim sağlanıyordu. Hemen her evde “breeek”ler, “alo” gibi favori ifadelerdi. Enver Usta’nın o dönemdeki telsiz adı yani şimdiki nick denebilir buna, “yabangülü” idi. Rize’den, Hopa’dan, Trabzon’dan balıkçılarla sohbet eder, komşu köylerdeki tanımadığı insanlarla konuşur, dostluklar kurardı.
Sadece onlarda değil, şimdilerde sadece fare kapanı ile de yetinmiyor, bir yandan azcık akar su görünce hemen çevresine bakıyor, konut var mı diye , “sonra da bu su, şu evin ihtiyacını karşılar” diyerek, su regilatörlerine, rüzgarın fazla olduğu yerlerde de rüzgar enerjisi elde etmek için kilometrelerce yol alıp, Salmangas dağına gidip, kendi yaptığı yaptığı pervanelerin dayanıklılığını rüzgarda denemesini yapıyor.
Bürokrasiden yakınıyor
Çevreci fare kapanı için patent almak için defalarca Ankara’ya gittiğini ama her hangi bir icad için başvurduğu kesimlerin ilgisizliklerinden yakınıyor Enver usta, ve “pratik anlayışları yok, bize bir sürü belge veriyorlar, ona göre yapın diyorlar ama neyi nasıl yapacağımız konusunda bizim anlayabileceğimiz net bir ifade kullanmıyorlar. Hala derdimi anlatamadığımı düşünüyorum. Evet ,çevreci fare kapanı icad ettim ama bunun seri üretimini yapacak gücüm yok, devlet bana bu anlamda destek olsa bunu seri imalatla biz Dünya’ya satsak, Devlet bile abad(ihya) olur” diyor yakınarak.
Enver Usta aslında haksız da değil, profesyonel bir düşünce ile olaya yaklaşmıyor ve “her şey paradır” mantığı yok ve yıllardır da elinden her türlü zanaat geldiği halde kıt kanaat geçimini sürdürüyor. Enver usta, bir hayır dua almanın rahatlığını ve insanların sıkıntılarına derman olmanın kendisini mutlu ettiğini ve bundan zevk aldığını söylüyor ama “ iş, zaman zaman maddiyata dayanıyor ve orada kalıyorum işte” diyor. Ankara’da Anafartalar da saatlerce cihazlar için donanım arayışlarından söz ediyor. Bir keresinde birlikte gitmiştik anafartalara, sabır yarebbi çekmiştim, unutamıyorum. Son karşılaşmamızda “ayşe’nin çamaşır makinası bozulmuş, ona baktım, ordan geliyorum” dedi. Asıl adı “Havva” dır ama biz onu gara ayşe biliriz. “gara ayşe mi?” dedim, “he he” dedi.
Ama Türkiye’de hala bir şeyler üretmek isteyen insanların önünün açılmadığından veya elinden tutulmadığından, kısaca sponsor bulamamaktan yakınıyor Enver Usta. Bu yazıdan önce Çevreci Fare kapanının videosunu yayınlamıştım.Bir gün bir telefon geldi, baktım Enver Usta, “Hollanda’dan farekapanı siparişi geldi, ne çabuk duymuşlar” dedi şaşkınlıkla. Sonra da ilave etti, “ sen bunları yazacakmısın yoksa, niye sordun bunları ?”dedi, ardından da “bana ulaşmak isteyenler olursa sıfır dörtyüz atmış iki il kodu, yedi yüz yirmi bir elli iki on iki telefon numaram ha unutma sakın ” diye de tembihliyor Enver usta.. Bende yazdım zaten, her şeyi sizlerle de paylaştım.Ben kimseye söylemem,yazarım sadece.. Kalın sağlıcakla.