,

Leblebi neden yapılır oğlum?

Çorum’un Ankara karayolu kenarında kümelenmiş Leblebicileri geçmiştik, tam o sırada annem, “Leblebi neden yapılur oğlum?” diye sormaz mı? Leblebi mi? diye tekrar sordum, yeniden düşünme payım olsun diye ama ne desem ki?

Leblebi neden yapılır oğlum?

M. Kemal AYÇİÇEK – 9 Haziran 2013

Bir gün annem sordu, “Oğlum, Leblebi neden yapılır?” diye… Hiç duymamıştım öyle bir soru, Leblebi denince benim de aklıma ilk gelen Çorum oluyordu ama gerçekten sık sık da yemiş olmamıza rağmen leblebi hakkında pek bir bilgimin olmadığını anladım. Kem, küm tabi ama bir mantıklı cevap vermek lazımdı, veremedim!

Bir başka zaman yine tartışması olmuştu evde ama o zaman tartıştığımız leblebi’nin Nohut’tan yapılıp yapılmadığı konusuydu ve Leblebi’nin Nohut olmadığına karar vermiş ve öylece o tartışmamızı sonlandırmıştık. Tabi evde o sırada internet yok, kitaplık var ama onlara da bakmamıştık. Bu tür konular bizde hep annemin başının altından çıkar zaten. Yok yeşil soğan siska’dan iyi olmaz, siska, kelle soğan tohumudur. Yeşil soğan için daha çok siska’nın daha büyükçesi kullanılır vs. veya biber tuhumları, karalahana, pırasa, marul derken bir bakarsın annem, “la Roka neye diysunuz, onun tohumundan niye getirmediniz hiç?” deyiverir. Hiç belli olmaz annemin işi, o her konuda mutlaka bilgi sahibidir ve duyduğu her şeyi tam olarak anlayana kadar küçük çocuklar gibi sizi soru yağmuruna tutar. Ağabeyim ilk yakınandır annemin bu soru sormalarından, “Bana her tabelayı okutmuştur çocukken olum, havurda (orada) ne yazay (yazıyor) diye sorar, Trabzon’dan Bayburt’a gidene kadar kaç tabela varsa hepsini okumuşumdur ona” diyor, aynı yoldan geri dönerken hem de gülerek.

Çorum’un Ankara karayolu kenarında kümelenmiş Leblebicileri geçmiştik, tam o sırada annem, “Leblebi neden yapılur oğlum?” diye sormaz mı? Leblebi mi? diye tekrar sordum, yeniden düşünme payım olsun diye ama ne desem ki? Ben daha bir şey demeden, “Leblebi hep Çorum’damı yetişir?” diye ikinci sorusunu da sordu o ara ama ben hala birinci soruya net cevap verememiştim. Açıkça Leblebi, Nohut’tan mı başka bir şeyden mi yapılır, net bilmiyordum! Hem ben zaten Leblebi ise zaten Çorum’dur anavatanı diyebilecek kadar da güya Leblebi’yi iyi bilirim o da zaten o yol üzerindeki leblebicilerin bolluğunun yanıltısıymış meğer! Yıllardır aynı yoldan gide gele hep leblebicileri Çorum’da görmüş, Leblebiyi oradan almış, muhabbetlerini de hep oradan yola çıkarak yapmışız, biz bilmeyeceğiz de kim bilecek değil mi yani!?

Sungurlu’ya henüz gelmeden Ulusoy’un “Dağ Tesisleri”nde mola verdik. Gerçi biz özel araçlayız ama orada çay molası her zaman veririm, geçmiş yolculuklarımızın anısına. Dağ tesislerinin çok anıları var bizde saklı, oraya uğramadan o yoldan geçtiğimi hatırlamam, geçmem de zaten. Hele bir gece saat 03.00’lerde, Neşet Ertaş’ın TRT 3’teki bir yayınındaki konserini orada dinlemiş, müthiş keyif almıştım, hiç unutamam. Uykusuzdum ama araçta aile büyüklerim olunca sigara molası için onların görünmediği yerlere kaçıyorum bu tür molalarımda, yine öyle yaptım. Ben molamı almıştım o sırada oturduğum yerden bir güzel rayiha yayıldı ki çevremde bakınmadan edemedim. Geriye dönüp baktım ki adamın biri nohutları suya döküp, oradan alıp fırına atıyor, fırının camından pişen leblebilerin kokusu etrafa yayılıyor meğer. Sigaram bitti, bir daha yaktım, sırf o taze leblebi kokusunu biraz daha alayım, bir de annemin sık sık sorduğu sorulara artık bundan sonra net cevaplar verebileyim diye o leblebinin yapılışını öğreneyim istedim, yanaştım Leblebi yapan adama.

Önce biraz seyrettim, çuval dolusu leblebiler var. Önünde büyükçe bir tekne ve çuvaldan aldığı kuru leblebileri, tekrar suya boşaltıyor, o sudan alıp, fırına atıyor. Fırında kavrulan leblebiler, fırından çıkarılınca da başka çuvallara dolduruluyor.O adama ilk sorum, “Çorum leblebisi mi” oluyor, adam gülüyor, sonra, “yok, Denizli”diyor. Şaşırıyorum , “Nasıl olur, Çorum leblebisi yok mu?” diyorum bu sefer, “Var, var ama çorum leblebisi ufak olur, sert olur, bunun gibi olmaz, Çorum’daki tüm satılan leblebiler dışarıdan gelir, en iyisi de Denizli’den gelen Nohut’tan olur” diyor. Adam nerden bilsin benim ondan aldığım bilgileri yazacağımız, yoksa Çorumlu biri kalkıp bana, Çorum’da satılan leblebilerin Denizli’den geldiğini söyler mi? Meğer, ülkemiz de nohut Çorum, Denizli, Erzincan, Kütahya, Amasya, Kayseri, Kırşehir, Mardin ve Tokat da yetişiyor ama Çorum leblebisi diye bildiğimiz o leblebiler de aslında Denizli ve Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinden gelen nohutlardan elde edilen leblebilermiş işte. Annemin “Nohut’tan değildir” inancı, Nohut’un zor pişiriliyor olmasından kaynaklanıyor tabi, oysa Çorum leblebisi, ağzınıza attığınızda fazla sert değil ve kıtır kıtır yenilebiliyor. 
Leblebi ustası;
“ Leblebi nohutun işlenmesiyle elde edilen bir kuruyemiş türüdür. Nohutun günlerce uğraşı sonucu terbiyesi ile, özel fırınlarda kavrulmasıyla elde edilir. Bu işlem şu aşamalardan geçer: Nohut 3 ayrı günde 3 kez tavlama işlemine yani ısıtılma işlemine tabi tutulur. 3. tavlamadan sonra bir alana serilerek dinlenmeye bırakılır. Bu yaklaşık 15 günlük bir süreyi kapsar. Leblebi yapılacağı günün akşamı ıslatılarak kabarması sağlanır. Ertesi gün leblebi yapılacağı tavada önce ısıtılır, sonra "mafrak" denilen aletle hafifçe bastırılarak kabuklarının çıkarılması sağlanır. Bu işlem sırasında nohutların bir kısmı ikiye bölünür. Bu ikiye ayrılanlar elekle bütünlerden ayrılır.
Bölünenlere "kırık leblebi" de denir. Bunlardan daha çok leblebi unu yapmak için yararlanılır. Bütün olan leblebiler değişik şekillerde satışa sunulur. Bir kez daha kavrulma işlemine tabi tutulmaları sonrasında sarı üstüne siyah benekli görünüm kazanır. Buna "çifte kavrulmuş leblebi" denir. Ayrıca çikolatalı leblebi, beyaz leblebi, karanfilli leblebi, biberli leblebi, şekerli leblebi ve sakız leblebi gibi 40 civarı değişik türleri mevcuttur. Raf ömrü uzun olsa da taze tüketilmesi daha makbuldür. Taze leblebinin iki parmak arasında sıkıldığında un gibi ufalanması gerekir.” diye anlatıyor.

Annem haklıydı tabi, Çorum’da Nohut vardı ama aslında o Çorum’un Nohut’undan yapılan Leblebiler yerine meğer biz, o meşhur Çorum leblebisi diye Denizli veya Tavşanlı’nın Nohut’unu Çorum’dan Leblebi diye alıyormuşuz iyi mi? Hani bir tabir vardır ya, “ Senin yaptığını Çorumlu bile yapmaz” sözü, belki de bu durumdan kaynaklanarak söylenmiş bir sözdür. Öyle ya, evet Çorum’da nohut yetişiyor yetişmesine ama Çorum Nohut’undan iyi leblebi olmuyormuş, iyi leblebi tavşanlı ve Denizli Nohut’undan elde ediliyormuş ve bunu da Çorumlular iyi kullanmış ve leblebi de marka olmuşlar! Yolu Çorum’dan geçenlere , “ Sakın bize Çorumdan Leblebi getirmeyi unutma ha!” diye sıkı sıkıya da tembihlenir.

Aynı yolu tekrar geriye dönerken anlattım anneme Leblebinin Nohut’tan yapıldığını ama bizim Çorum leblebisi diye aldıklarımızın aslında Çorum Nohut’u değil de Kütahya’nın Tavşanlı ve Denizli’den gelen Nohutlardan yapıldığını. O da benim gibi şaşırdı, o da bizdeki kanaat gibi Leblebinin aslında Çorum’da yetişen ama Nohut’un dışında farklı bir bitki olduğunu sanıyordu. Aslında bildiğimiz Nohut’un işlenmiş haliymiş Leblebi işte. Nohut ve Leblebi İlk defa Şeyh Murat Gazi tarafından 1370-1390 yıllarında bulunmuştur. Nohut’un ısıtılıp bekletilmesini keşfetmiştir. Evliya Çelebi ise 17. Yüzyılda leblebinin İstanbul'da yaygın şekilde tüketildiğini ve bu işle uğraşan 100 dükkan ve 400 çalışanın olduğunu belirtmektedir. Leblebinin mide suyunu emdiği ve rahatlık verdiği söylenir. Ayrıca takma diş yaptıranlara leblebi yemesi öğütlenir. Çünkü leblebi yenmesi takma dişlerin yerlerine daha rahat alışmasını sağlar.

“Senin yaptığını Çorumlu yapmaz” sözünün ortaya çıkmasının aslı ise şöyle;

"O laf tam olarak "Senin yaptığını Çorumlu yapmaz" dır ..

Bu deyim, Çorumluların başına Kayserililer sayesinde bela olmuştur .
Nede olsa uyanıklar ya, ne edip edip kendi suçlarını Çorumluların üzerine atmışlar! .

Olayın asli şudur: 

Olay,İsmet İnönü zamanında yaşanmıştır. ikinci Dünya savaşı dönemidir. Türkiye savaşa girdi girecek, ismet Paşa tedbir amacı ile yeni vergiler koyar. Köylülerden osur (mal vergisi) almaya karar verir. 
Vergi memuru köy köy dolaşarak köylülerden ekin ve iri baş hayvan başına vergi toplar. 

Çorum’un bir köyüne uğrar, köylü zaten fakirdir, mallarından devlete vergi vermek istemezler.

Fakir bir köylü buna bir çare bulur. Ahırdaki tek koyununu evin bir odasına bağlayıp yorganı üzerine örtüp kapıyı kilitler. 
Vergi memuru, köylülerin mal sakladıklarına sıkça rastladığı için evin odalarını teker teker kontrol eder. 
Vergi memuru kilitli odayı zorla açtırır. Köylüye yatakta ne olduğunu sorar; 
Köylü de hastasının olduğunu söyler. 
Tabi memur buna inanmaz, yorganı kaldırınca bacakları bağlanmış koyun ile karşılaşır. Köylü ne dese dinletemez. Vergiyi vermek zorunda kalır. 
Ayni memur bu sefer Kayseri’nin bir köyüne gider. 
Kayserili ahırdaki eşeği bir odaya götürüp ayaklarını bağlayıp aynen Çorumlunun yaptığı gibi yatağa yatırıp üzerine yorganı örter. 
Memurun karşılaştığı bir durum olduğu için Kayseriliye kilitli kapıyı zorla açtırır, yatakta kimin olduğunu sorar. 
Kayserili, hasta babasının yatmakta olduğunu, çocuklar rahatsız etmemesi için kapıyı kilitlediğini söyler. Memur yorganı açınca eşeği görür ve söyle söyler. 
-"Senin yaptığını Çorumlu yapmadı, o koyunu hastası yaptı sen ise eşeği baban yaptın"
Ulan deve utanmıyor musun, eşeğe babam demeye vay "uyanık" der ve bir tokat atar. 
-"Baban nerede çağır bakalım" der 
Kayserili babasının öldüğünü söyler, memur daha çok sinirlenir, ağzına geleni söylemeye başlar. 
-"Ulan peki yatağa yatıracak başka hayvan bulamadın mi, koyun yatır, keçi yatır, anlamadım gitti; 
Senin en değerli hayvanın eşek mi de eşeği sakladın söyle bakalım" 
O sırada köylünün karisi söze atılır: 
-"O bizim pastırma, sucuk etliğimiz memur bey .çoluk çocuk kışı nasıl çıkaracağız" der. 
Kasabada devamlı eşek kesildiği için köylü kadın eşek etini doğal bir besin kaynağı olarak bilir. 
Bu arada kasabalılar ne olup bittiğini öğrenmek için toplanmaya başlarlar. 
Memur kadının ne demek istediğini pek anlamaz. 
Kadın anlatmaya devam eder: 
-"Memur bey eşeğin eti dayanıklı oluyor, kesip pastırma sucuk yapıp satıyoruz. Kışın onun parası ile geçiniyoruz" der. 
Memur daha da hiddetlenir: 
-"Yoksa biraz önce bana yedirdiğiniz sucuk eşek eti miydi" der. 
Köylü kadın, evet memur bey diye cevap verir. 
Vergi memuru birikmiş ahaliye dönerek; 
-"Bu kasabanın adi ne" diye sorar. 
Hep bir ağızdan DEVALI derler. 
O zamanlar kasabanın adi Devalı”dir. 
Memur kasabalıya dönerek söyle der: 
-"Ey ahali bu Deve adam bu kasabada yaşadığı müddetçe buranın adi Develi olacaktır." 
Böylece Devalı kasabasının adını vergi memuru ´Develi´ kasabası olarak değişmesini sağlar. 
O gün bu gündür kasabanın adi ´Develi´ kalır. 
Başka şehirlere alışverişe giden ya da göç eden insanlar kasabalarının adını söylemezler. Çünkü herkes olayı bildiği için, onlarla alay eder. 
Bu olaydan sonra eşek sucuğu ve pastırması tarihe geçer.”

Güncelleme Tarihi: 21 Kasım 2018, 22:42
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER