,

Yaylalar da bu yıl Boran var

Sabahleyin Güneş varken, öğlene doğru bulutlar yoğunlaşıyor ve yaylalarda aniden bastıran dolu ve yağmura tanık oluyorsunuz. Yıldırım korkusu dışında her şey gayet güzel oluyor. Küresel ısınmanın yansımaları, Karadeniz yaylalarında da kendini hissettiriyor diye düşünüyorum artık

Yaylalar da bu yıl Boran  var

 M. Kemal AYÇİÇEK

www.karadenizolay.com (özel)-Karadeniz bölgesinde bu yıl , ülke genelinde olduğu gibi havalar sık sık değişiyor, bir saat bir diğerini tutmuyor. Sahillerde sıcak ve nem, dağlarda boran’a dönüşüyor.Sıcak, nemli hava ve dağlar, boran oluşumunu kolaylaştıran bir ortam sağlıyor kısaca..Sabahleyin Güneş varken, öğlene doğru bulutlar yoğunlaşıyor ve yaylalarda aniden bastıran dolu ve yağmura tanık oluyorsunuz. Yıldırım korkusu dışında her şey gayet güzel oluyor. Küresel ısınmanın yansımaları, Karadeniz yaylalarında da kendini hissettiriyor diye düşünüyorum artık..

zuvas yaylası

Geçen haftaydı, Sumela Manastırının olduğu Coşandere vadisinden yukarıya doğru çıkıp, Acısu yaylasından inen yoldan geri döndük. Dilaver yaylası’na varmıştık ki  aniden kararan havanın ardından bir dolu, ardından bir gök gürlemesi ve şimşekler derken  bir boran ve yağmura yakalandık. Kısa sürdü gerçi ama  Camiboğazı’n da da aynı yağmur bir kez daha teklararladı. Bir iki saat içinde 3 kez dolu ve yağmura yakalanınca, yıldırımdan korktum ne yalan söyleyeyim, böyle bir durumda araca sığınmak yetmiyor ki. Kaçacak bir yer o anda düşünemiyorsunuz bile.. Yomralıların yaylası ve yol güzergahındaki yaylalardan henüz kar kürtükleri kalkmamıştı. Aşırı yağışlardan olacak, yaylalarda bu yıl ot ve çayır, oldukça bol. Özellikle büyük ve küçükbaş hayvanı olan yaylacılar için bu yıl, bereket yılı denebilir. Yapılan yağ, peynir ve süt mamulü ürünler, şüphesiz o ailelere bir nefes aldıracak.

Yaylaların her biri, bir diğerinden güzel bu yıl ama havaların yağışlı olmasından olacak pek bir kalabalık gözükmüyor. Bir çok tesis, henüz kapısını açmamış bile..Haziran sonunda aslında yaylaların dolması gerekirdi bu zamanlara kadar ama öyle değil..Haçkalı Baba’ya sisli bir günde denk geldik. Kölemen tesislerindeki usta, “sis iyidir” dedi. Belli ki bu sis bahanesiyle giden-gelen etkileniyor ve yaylalara pek çıkılmıyor, o söylemin altından bunu çıkarıyorum. Başka zamanlarda mesela, Haçkalı Baba piknik alanındaki masalarda yer bulmakta zorlanırsınız ama bu sefer rahatlıkla bir masaya yerleştik. Tabiî ki mangal ve ardından közde bir demlik çayı içtikten sonra Kayabaşı’na oradan da Lişer yaylasından Maçka’ya indik. Yer yer hava açılınca çektiğimiz sisli yayla fotoğrafları karımız oldu. Aşırı yağışlar, düzlenen yayla yollarını bozmuş gerçi ama yinede dikkatli gidildiğinde, yolda bir sorunla karşılaşmıyorsunuz.

Karadenizlilerin bir pazarı var ama 

Geçen yıl mesela, Yaz geldi geçti de  pek benzemedi önceki  diğer yıllara. Artık sonbahardayız. Doğada her yanda bunu gözlemleyebiliyorsunuz. Ağaçlar sararmaya başlamış belki önceki yıllardan daha da erken sarardı bu yıl. Eylül ayında pek kar görülmezdi ama bu yıl onu da görünce sonbahar meyveleri, erken döküldü dallarından. Ahlat(dağ armudu) mesela,  karın erken yağmasından meyvelerini dökmüşler erkenden. Kuşburnu ve Aluç’lar tam olgunlaşmış, dallar yıkılıyor meyveden ama toplayan yok. Yaz boyu, serindi havalar. 

geven

Karadeniz de öyle İstanbul’daki gibi Cumartesi günü öğlene kadar çalış sonrada bir buçuk gün tatil yap anlayışı yoktur. Cumartesi günleri de tam gün çalışılır ve sadece Pazar günleri tatil yapar eğer hava izin verirse tabi. Ama, her hafta Pazar gününü bekleyenler, Denize gidecekse, yaylaya çıkacaksa veya pikniğe gidecekse de havanın güneşli olmasını bekler, içten içe bunun için dua bile eder ama bu yıl, havalar hep yağışlıydı. Ben bile dedim birkaç kez, “Ey Allahım, haftanın 6 gününü bulutlu yapıp, yağmuru yağdırmak için hep Pazar gününü mü bekliyorsun? Bırak da bir Pazar günü de şöyle yaylayı, denizi, doğayı sevenler bir Pazar güneş görsün ne olur yani?” dediğimde birlikte olduğum arkadaşlar gülüştüler. Hak vererek  tabi. Bunu Allah’a bir sitem olsun diye demem tabi haşa, biz işin farklı anlatımındayız.

Yaz boyu her hafta Pazar günleri bir iki hafta dışında hep yağışlı geçti. Ne şenliklerden, ne yaylalardan zevk alamadık. Yaylalarda kalanlar zaten bu yıl hep sis ve soğuktan şikayet ettiler. Neyse yatsı ezanı okunmuştu ama biz hala yola koyulmamıştık. Babam, “ne işiniz var, gitmeyin” dediyse de anneme sözüm vardı. Bir hafta öncesinden “oğlum gelince, haftaya belki Bayburt’a gideriz” demiştim evde. Annem de ,”bensuz mi?” demişti. Bayburt’ta yeğenlerimiz var, annem onların konuşmalarını sayıklar durur. Ramazan bayramında köye gelen 6 yaşındaki Bedirhan, tam yola çıkacakları sıra da  anneme, “babaanne, Bayburt’a gidince, ey gidi aşağıda köydeki güzel günlerim der dururum artık” demiş. Çocuk belki ama bize yakın gibi gözükse de Bayburt’u kendine gurbet görüyor ve bitmeyen özlemini dillendiriyor. Onun için Annem de her seferinde Bayburt’a gitmeye can atıyor.
kar kürtüğü

Yükümüz ağır, yolumuz yayla yolu. Hele hafızasıyla geçmişi günümüze aktarmakta mahir sanki günlük tutmuş gibi anlatabilen annemden o yollardaki hikayeleri dinleyerek gitmek zevk veriyor. “Sarımehmet hanlarını geçtuk mi la” dedi bir ara, “geçtik” dedim. Eski yollar, yenilenirken bazı yerlerde yol karşıdan giderken beride kalmış, bir de gece olunca tabi yerler, şaşırılabiliyor. Çatak’ın az yukarısındaki Cevizin suyunda dedemin çocukken Eminefendinin eşeğini ararken çıktığı bir kayanın üzerindeyken o kayanın hareketlenmesi, meğer kaya değil de onun bir ejderha  olması ve dedemin ayağının kayması ve dilinin tutulması, bağıramaması, sonrada durumu anlatmasıyla oradan köç’lerin  apar topar yola koyulmasını yeniden anlattı. Gerçekten orada bir ejderha var mıydı, yok muydu tabi onu bugün bile hala çözebilmiş değiliz!

Tilkibeli’nde   pamuğun gölünü geçtik, pazarcık, bahçecik, Gezge ayrımı Salmangas’in tepeye çıktık. Burada Kurtboğazı’nda anneannemin bir danasının yabani tarafından boğulmasının hikayesini anlattı yine annem. Daha çocuklarmış o zaman, Anneannem aşağıda (Araklı), annem ve çocukken ölen Naim dayım ve Arife teyzemin  ölen kızı zuvas yayla’sındalarmış. Bir gece annemlerin danası gelmemiş eve, aramışlar ama sabahleyin yabani (kurt) tarafından boğulduğu ,leşini  de Esertaş’ın hemen ilerisindeki Kurtboğazı’n da bulmuşlar. Yaylaya haberi gelince annem, Naim dayımla gitmişler, orada yaylanın büyükleri, hayvanın derisini yüzmüş ve annemlere vermişler. Annem bir ucundan Naim dayım bir ucundan tutup, sürükleyerek yaylaya getirmişler. O yaz dönüşünde hem Arife teyzemin tek kızı ve hem de Naim dayım vefat etmişler. Annem, “o yıl bizim felaket yılımızdı. 3-4 ay içinde hem hayvanımızı yabani boğdu, hem Naim hem de Arife ablamın kızı öldü” diye ağlıyor.

şehitler

Salmangas dağının tepesinde durduk. Soğuk var annem otomobilden inmek istemiyor ama ısrar ediyorum. Manzara süper, üşümeye de değer diye düşünüyorum. Gökyüzünde adeta  yıldızlar geçidi var. Bir güzel Samanyolu izledik. Ne de olsa yıldızlara 2 bin  280 metre daha yaklaşmıştık. Ardından devam ediyoruz. Bilmediğim bir yol aslında ama yokuş aşağıya iniyoruz artık. Karşıda “kırklar” tepeleri var, şehit mezarlarının insan siluetini andırır görüntülerini, gündüz görmemiş olsam insan sanacağız. Taşlar bir bir üzerine dizilmiş ve şehit mezarlarını işaret ediyor. Uğrak’a inince zaten yol asfalt oluyor. Aydıntepe kavşağını geçip, Bayburt’a ulaşıyoruz. Kısa gezimiz, Bayburt’ta mütemadiyen gittiğimiz ziyaretlerimize, şimdi de TOKİ’nin yaptığı konutlar, cami ekleniyor. Bayburt’u bu kez farklı bir noktadan seyrediyoruz.

Güncelleme Tarihi: 05 Ağustos 2019, 00:49
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER