M. Kemal AYÇİÇEK- 12 Kasım 2012
AK Parti, Başkanlık Sistemi'ne ilişkin önerisini TBMM Uzlaşma Komisyonu'na iletilmek üzere Meclis Başkanlığı'na sundu, ayrıntıları tabi henüz ortaya çıkmadı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, "Başkanlık Sistemi"ne ilişkin, "Etkin ve verimli bir denetim sağlayan yapı Başkanlık Sistemi'nde var. O yüzden biz Türkiye'nin, önümüzdeki yıllarını tartışmalarla geçirmesi yerine istikrar doğuran, güçlü iktidar kurabilen başkanlık sistemine geçmesinin doğru olduğunu düşünüyoruz" dedi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da , “Ben illa ABD sistemi olsun demiyorum. Öyle çalışalım ki Türk sistemi olsun. Çok farklı sistemlerin bize faydalı yanlarını alalım, kültürel ve toplumsal yapı farklılığı nedeniyle uygulayamayacağımız yanlarını ayıklayalım. Katılımcı karar alma sistemi oluşturalım, tartışalım. En ideali için karar verelim. Ama muhalefet tartışılsın bile istemiyor. Bu konuda bizim AK Parti olarak çalışmalarımızı kitap olarak yayınlayacağız” diyor. Şimdi “Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi” tartışılsa ne olur? Ha illa da neden dün tartışılmadı da, şimdi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son kez genel başkan olduğu bir döneme denk geldi denilebilir, bunu ileri sürenler haklı olabilirler ama öyle ya da böyle Türkiye gibi bir çok farklı etnik kimliklerin yer aldığı bir büyük ülkede, sistem değişikliğine gitmek her babayiğidin harcı değildir. Hele bir de düşünün bizim ülkenin eski, partilerden milletvekili ayarlamalarla oluşturulmuş o koalisyon dönemlerine, böylesi bir sistem tartışması yapabilmek mümkün olabilir miydi? Olamazdı, olmadı da zaten. İstikrar, ülkemizin gelişmesi ve Dünya’ya ayak uydurabilmesi, kayıp yıllarının telafisi için kaçınılmazdır.onun için başkanlık sistemini tartışılması ve ülkemiz için en güzeli hangisi ise buna karar verilerek, Başkanlık sistemine geçilmelidir.
SSCB’nin dağılmasının ardından Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası’nın 50 kişilik üyesi ile biz de 4 gazeteci olarak Rusya’nın Sochi kentine giderken onlara eşlik ediyoruz. Rus uçağına bindik, uçağın her yanından sesler geliyor, “zag zag zag” gibi..”bakımsız uçaklar” kanaati oluşuyor heyette, gezimiz bitiyor, Adler’den yine bir uçakla geri dönüyoruz. O geri dönüş yolunda o dönemin TTSO Başkanı Mazhar Afacan (rahmetli) bir konuşma yapıyor, “Türkiye’nin de en az 10 yıl komünist bir rejimle idare edilmesi gerekiyor ki, O Sochi’deki geniş caddeler, düzenli şehir, trafik düzeni sağlansın” dedi. O heyette bulunan herkes de ona hak verdi. Rahmetli Başkan Afacan’ın söylemek istediği, yaşam alanlarının bile belli bir sistemle, belli bir düzende olabilmesi, Komünist rejim dışındaki bir rejimle oluşturulamazdı. Haklıydı, bizim o gidişimiz de ülkemizde DYP- SHP iktidardaydı.Yani Başbakan Süleyman Demirel ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı da Rahmetli Erdal İnönü idi. Biz göstermelik bir “Demokrasi” ile oyalanırken, yönetimde istikrarlı olan ülkelerle aramızda uçurumlar oluşuyordu. Onlar ileri giderken biz her an koalisyon ortağı partilerin birbirlerine ayak oyunları ve şantajları ile zaman kaybediyorduk.
Örnek olarak Askeri yönetim döneminden hazırlanan seçim yasasının öngördüğü barajlı d'Hont sistemi 1983 ve 1987'de tek parti hükümetlerinin kurulabilmesine olanak verdi; bu arada seçim sistemi büyük partileri daha da güçlendirecek biçimde birkaç kez daha yeniden düzenlenmişti. Ama aynı seçim sistemiyle 1991'de kurulan Doğru Yol Partisi-Sosyal Demokrat Halkçı Parti hükümeti, sağın ve solun iki büyük partisini olağan rejim koşullarında ilk kez bir araya getirmesi bakımından Türkiye için yeni bir deneyim oldu.
Bununla beraber özellikle 1991-1999 yılları arasındaki 28 Şubat Süreci olarak bilinen “ara rejimin” de dahil olduğu dönemde Türkiye 8.5 yılda 8 farklı koalisyon veya azınlık hükümeti tarafından yönetildi. 1999 Genel Seçimlerinden sonra Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi tarafından kurulan 57. Hükümet, Türkiye tarihinin en geniş tabanlı koalisyon hükümetlerinden biri olmasına karşın hükümete üye partiler arasındaki anlaşmazlıklar karar verme sürecini yavaşlattı. 2002 genel seçimleri Adalet ve Kalkınma Partisi'nin tek başına iktidara gelmesinde istikrarsız koalisyon hükümetlerinin önemli etkisi oldu. Şimdi geçmiş koalisyon yılları ile son dönemde, hani muhaliflerin ısrarla Başbakan Tayyip Erdoğan için, “sultan”, “Padişah”, “tek adam” gibi yakıştırmaları, Türkiye’nin son on yılda istikrarla yönetilmesi ve de geçmiş dönemlerde olmayan hızla büyüme ve fert başına milli gelirdeki artışı gizleyemez. Yani, Cumhuriyet tarihi boyunca kurulan tüm hükümetler, son dönemde AK Parti hükümetinin gösterdiği performansı da, uluslar arası başarıyı da, ülkenin Dünya ülkeleri arasındaki itibarını da bu ülkeye kazandırmamıştır. Eğri oturup, eğri düşünmüş tipler, ön yargıları ile ne kadar aşağılasalar da Türkiye, Tayyip Erdoğan’la çağa uyum sağlamış bir ülke haline gelmiştir.
Hele bir de düşünün bugün ki Hükümet, son on yılda iktidar da iken bile hakkında kapatma davası açılabilmiş, bir çok icraatı güya ve sözde yüksek mahkemelerce engellenmiş, önüne bin bir türlü engeller konmuş ya da çıkarılmış, iş yaptırmamak için bir çok tehdit ve suikastları aşmış ve bugünlere gelebilmiştir. Ellerin vicdanlara konduğunda, bu yazıyı okuyan hiç kimsenin göze alamayacağı bir deli cesareti ile kendini, ailesini, tüm sevenlerini gözünü kırpmadan feda edebilmiş bir “inanan insanlar” birlikteliğinin, tek adamlık yerine bir ekip çalışmasının bu ülkeye, tüm Dünya ekonomik krizle boğuşurken, o ülkelerden farklı olarak Dünya’da söz sahibi olabilme hakkını kazandırmıştır. Anlıyorum tabi şimdi kalkıp bana, “Suriye’de noldu, fıss dimi?” diyenler, ve altan alta hem de kıs kıs gülenler vardır, onları bende anlıyorum ama ABD seçimleri ve AB’ın içinde bulunduğu kriz, Suriye konusunda Türkiye’yi tamamen yalnız başına bırakmıştır. Burada Türkiye, yanlış ya da eksik bir politika izlemedi. O gülenler, şimdilik gülebilir ama önemli olan son gülendir, o son gülen de Türkiye olacaktır, bunu o beyinlerinin bir kenarına not etsin ve sabretsinler.
Öyle lamtirk Niyazi ayaklarına yatmanın alemi yok, bakın Başkanlık sitemindeki ülkelere Afganistan,Amerika Birleşik Devletleri,Arjantin,Azerbaycan,Belarus,Bolivya,Brezilya,Dominik Cumhuriyeti,Endonezya,Ermenistan,Ekvator,El Salvador,Filipinler,Guatemala,Güney Kore,Haiti,Honduras,İran,Kazakistan,Kenya,Kıbrıs,Kolombiya,Kosta Rika,Liberya,Meksika,Nikaragua,Nijerya,Panama,Paraguay,Peru,Seyşeller,Sierra Leone,Sri Lanka,Sudan,Surinam,Şili,Tanzanya,Türkmenistan,Uganda,Uruguay,Venezuela,Zambiya..Kaç tane Batı yani AB ülkesi var bu ülkeler de? Bir de Başkanlık sistemi için Otoriter rejime olan eğilim, Kuvvetler ayrılığı, Liderlik değişiminde engeller, Ülkelerin siyasi geleneklerine göre farklılıklar denilerek kaygılar dile getiriliyor. İyi de ilim, bilim, teknoloji, kısaca her türlü nimet varken bugünün şartlarında, bilgisayarlar için yazılımlar yapılıp, sistemler, her türlü virüse karşı, her türlü saldırıya karşı yazılımlar yazılabiliyor da bir ülkenin yönetimi için en güzel sistem nedir diye bir yazılım yapılamıyor mu yani? Bunun adına Türkiye der, Türkiye’nin tüm bireylerini, kendi insanı sayan, ve her insanını da bugüne kadar bu ülkenin en “insanı” sayılan “Orgenaral” gibi saygı değer bir insan kabul eden bir sistemi yapılamaz mı yani? Bu bir yazılım, o TBMM’deki Anayasa Komisyonu’nda görev yapan, bizim yetki verdiğimiz milletvekilleri, başkanlık sisteminin alasını yapar, yeter ki biz oy verdiğimiz insanlara güvenimizi sürdürelim ve onlara, arkanızdayız diyelim. Sesimizi duysunlar yeter. Öyle değil mi?Tabi ki tartışalım, illa da ABD’deki Başkanlık sistemi olsun diye ısrar eden mi var? Ben hariç tabi..Kalın sağlıcakla..