M. Kemal AYÇİÇEK – 3 Mart 2014
Nasıl haberlerden memnun musunuz? Hani şu 17 Aralık’tan sonra, hatta yo geçen yıl 7 Şubat’tan sonraki haberleri kastediyorum. Evet, ben çok açıkça AK Parti İktidarlarını bugüne kadar, haykırarak değil belki ama yazılarım da zaman zaman destekledim. Tüm icraatlarını mı elbette hayır, benim de kafama takılan ve beğenmediğim icraatları da oldu. Mesela, ne olursa olsun şu çözüm süreci için attığı ileri adımlardan geri adım atmasına hep kızdım. Sigara yasaklarının zaman tanınmadan hemen acelece getirilmesine kızdım. Demokrasi paketlerinin hep gecikmeli getirilmesine kızdım, hep yetersiz ve de eksik de buldum. Ben Ak Parti Hükümetlerini desteklerken, sadece yaşadığım güne bakıp, icraatlarını o gözle değil, Türkiye’yi, günümüz Dünya’sındaki ve özellikle de çevremizdeki ülkelere bakarak değerlendirdim, başkaları gibi bir menfaat ve çıkar hesapları ile iktidara bakmadım.
Türkiye’nin geçmişin de seçimler yapılıp, hükümetler kurulduğun da hemen başlardı bir sonraki seçim için kampanyalar. Siyaset öyle gerilirdi ki, bir bakardınız pat bir erken seçim, hadi bakalım seçim ekonomileri derken piyasalar canlanır, birileri hep köşe olurken halk ha bire sandıklara taşınırdı. Ama AK Parti ile bu düzen değişti. Artık seçimler, belirlenen tarihler de yapılır olunca o geçmişte, erken seçimlerde reklamlardan tutun parti afişlerine kadar, cebini dolduranlar bunu yapamaz hale gelince artık farklı ittifaklar kurma yoluyla bu her şeyi zamanında yapan İktidardan kurtulmanın hesabını yapar oldular. Şimdi yaşadığımız süreç işte bu ittifakçıların en sevdiği ve her zaman istedikleri bir zemindir, bunun için kes - kopyala-yapıştırcılıktan tutun ses ve görüntü ve foto montaj gibi bir çok sınırsız dijital hile yollarına başvurup, bu ülkenin dürüst insanlarının hür iradelerine ipotek koymaya kalkıyorlar!
Yazılarımın titiz okuyucularından biri bana, “Elini vicdanına koy artık, hep savundun, Bu iktidarın hiç mi kabahati yok şimdi, şu paralel yapıyı onlar beslemedi mi?” diye sorunca ona, yaşanan sürecin “Besle kargayı oysun gözünü” olduğunu söyledim. Güldü, sonra da “He canım, senin de her şeye var bir cevabın. Ama bir Rus Atasözü derki ‘Dürüst olanın karga derneğinde işi olmaz’ dedi. Benim ‘Besle kargayı oysun gözünü’ dememden o Fetullah Gülen cemaatini anlamış, haksız da sayılmazdı. Tuttu bana, madem atasözlerinden bahsettin o zaman, ‘Karga mandanın, saksağan dananın bitini babasının hayrına temizlemez’ atasözünü söyledi. Bununla da yetinmedi, ‘kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmazmış’, ‘Kışş.. demeye gücü olmayanın gözünü karga çıkarır’ diye bir Tatar atasözünü söyledi, yine yetinmedi ama gittikçe de sinirlenerek bu kez de , ‘Okumadan molla olan, gagalayamayan karga gibi olur’ diye bir Özbek atasözünü hatırlattı. Tabi ben de ona cevap olsun diye kalkıp bir Gürcü Atasözü olan ‘Fırçalasan da siyah karga beyazlaşmaz’ dedim. Sırf karga sohbetini uzatmamak için. Elbette bu ülke de iyi niyetli insanlar, tüm cemaatlerin için de çoğunluktadır ama bazı cemaatlere sızmış, iyi niyetli insanların olmadığı ve benim de kastımın zaten Gülen cemaati içindeki ve sayısı sınırlı insanların ‘karga’ olabileceklerini, onlara gösterilen güveni, kötüye kullandıklarını anlatmaya çalıştım.
Tatar atasözünü tuttum ama, ‘Kışş..demeye gücü olmayanın gözünü karga çıkarır’ ifadesi, Türkiye’nin kuruluşundan bugüne dek süre gelmiş tüm sorunlarının zaman zaman aşılması için kargalara yeterince “kışş” denememiş olmasına sebep oluyordu. Nitekim, darbelerle anılan bir ülke de öyle her önüne gelene de “Kışş” diyebilmek kolay olmasa gerekti. Mesela, bu ülke de Darbeler hep oluyordu ama bu ülkenin zenginleri yine hep zengin kalıyordu. O zaman insan gerçekten Derbe yapanları mı yoksa o derbeyi yaptıran gücü mü görebiliyordu? Darbe yapanları biliyorduk ama darbe yapanlar gerçekten bu ülke de hep o adını bildiklerimiz miydi, yoksa o darbe yapanlar sadece bu ülke zenginlerinin birer kuklaları mıydı? Öyle ya, ‘Görünen köy kılavuz istemez’ diye de bir Atasözümüz vardı değil mi? Biz hep, görünen köye göre tavır alıyorduk, hep askerleri hedefe koyuyorduk öyle değil mi? İyi de gerçekten de bu ülke de yapılan darbeleri Askerler mi yaptı? Bunun arka planını ararken yine, bize ‘Bu işin arkasın da ABD var’ denmiyor muydu? Peki bunu söyleyenler kimdi? O, darbeleri bize duyuran yayın organları ve televizyonlar değil mi? Biz, bize tüm o darbe yapanları, darbeye gidilen yıllardaki tüm olayları anlatan, aktaranlar için o yukardaki atasözlerinden ‘Karga mandanın, saksağan dananın bitini babasının hayrına temizlemez’i akla getirmiyor mu?
Şimdi nedir şu dinleme rezaleti? Kim, kendisinin bir başkasıyla özel bir konuşmasının gazetelerde satır satır yer almasını ister? Sıradan bir insan bile konuştuklarının bir başkası tarafından dinlenebiliyor olmasına fena halde bozulmaz mı? şimdi tüm Devlet büyüklerinden tutun, belli makamlarda görev yapan insanlara kadar her önüne gelenin dinlenilebildiği bir ülke de her ses kaydına, her görüntüye, her yazılana itibar edilebilir mi? Onun için yazıya başlarken ‘Haberlerden memnun musunuz?’ diye başladım. Haberler, çok farklı kanallardan çok farklı saatlerde yayınlanınca, aynı haber, bir gün de birkaç kez tekrarlanırken, bir de kullanılan dil, bir tarafta olunca ister istemez bir bülteni kaçırsanız bir başkasında belki ilk haberin devamı niteliğindeki bir haberle siz bir bağlantı kuramıyorsunuz. Dolayısıyla da hangi haber doğru hangisi yanlış ya da hileli yönlendirme anlayamayabiliyorsunuz.
17 Aralık ve 25 Aralık’ta İktidar için “Yolsuzluk yapıldığı” iddiaları ile başlatılan kampanyalar, varsayalım ki gerçekten de doğru(!) ve yolsuzluk(!) iddiası ile adı geçenler, 1 milyar dolar, haksız kazanç elde etmişler, iyi de sırf bu yaygaranın bu ülkeye maliyeti 160 milyar doları bulmuyor mu? O zaman bu ‘Attığın taş, ürküttüğün kurbağaya değmez’ atasözünü hatırlatmıyor mu? Böyle bir mantık olur mu? Peki o herkesin karşı çıkacağı yolsuzluk kampanyalarının vardığı nokta neresi oldu? Tübitak’tan verilen kriptolu telefonların bile dinlenilmiş olduğu, Ülkenin kendi vatandaşlarının bilmediklerinin düşman milletlere peşkeş çekilen gizli görüşmeleri, yargı da ki yapılanmalardan tutun Devlet içindeki bir çok kuruma sızmış paralel yapılar vs. Bu ülkenin vicdanı temiz insanları, tüm bu olanları kendine yedirebiliyor mu? Üç beş tane serseri, bu ülkenin itibarıyla oynayacak ve Devlet, o üç-beş serseriyi beslemeye devam mı edecek? Şimdi kalkmış görev yeri değişiklikleri veya atamalarla ilgili olarak, hiç utanmadan ve sıkılmadan kalkıp “cadı avı” nitelemeleri yapılacak öyle mi? Hadi oradan, Devlet, rengi beyaz da olsa hiçbir karganın çöplüğü değildir! Ali babanın çiftliği hiç değildir! Kalın sağlıcakla.