,

Deprem ve insan!

M. Kemal AYÇİÇEK - 14.Şubat 2023  

Eskiden cibreli kalemler vardı, Dolma kalemler vardı, cibreli kalemler, mürekkebe batırılıp batırılıp kâğıda sürülerek yazılar yazılırdı.

Dolma kalemlere mürekkep çekilerek yazılar, mektuplar, tebrik kartları yazılır, o yazılar da kıymetli olurdu. Tabi ki o kalemler de de kalite farkı vardı, yazıyı yazarken büyük keyif verirdi o kalemlerle yazı yazmak.

Öyle ya cibreli kalemle yazılmış yazılarla dolma kalemle yazılmış yazılar arasında bile çok özel anlamlar vardı. Yani sıradan değil özen gösterilmiş ve yazarken yazılan kişiye verilen önemi ve değeri ifade ederdi.

Sonra tükenmez kalemler çıktı, cibreli kalemler de dolma kalemler de tarih oldu ve artık kullanılmaz hale geldiler. 

Cibreli kalem söyleminin, yoğun olduğu zamana ait çocuklardık zaten şimdi de hatırlayanlar da en son bizim kuşak olarak biz de cibreli kalemler ve dolma kalemler gibi ortadan kalkıyoruz, az kaldı!

Deprem, afet, felaket!

AFAD'ın verilerine göre 6 Şubat 2023 Pazartesi günü saat 04:17'de Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesin de 7.7; saat 13.24'te Elbistan ilçesin de 7.6 büyüklüğün de iki deprem meydana geldi. 7 kilometre derinlikteki deprem Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay başta olmak üzere diğer pek çok il de de hissedildi.

Trabzon’un kardeş şehri Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan da ki iki büyük deprem 10 il de büyük yıkıma neden oldu. Binlerce can kaybımız, binlerce insanımız yaralı, binlerce insanımız hala yıkılmış binaların altın da ve belki de cesetlerine bile ulaşılamayacak.

Yüz yılın felaketini yaşıyoruz. TV’lerden kurtarma çalışmalarını izliyoruz, sosyal medya üzerinden tüm gelişmeleri takip etme telaşındayız ama bir can kurtarmak adına elimizden hiçbir şeyin gelmediğinin farkındalığı ile sadece gözyaşı döküp, içimiz deki acıyı, kalbimizdeki sızıyı dindirmekle avunuyoruz.

Günlerce elimiz bırakın cibreli kalemi, dolma kalemi, klavyeye gitmedi, gidemedi ama şimdi o gözyaşlarını tıpkı dolma kalemlere doldurduğumuz mürekkep gibi kullanarak, hislerimizi klavye aracılığı ile yazıya dökebiliyoruz. 


Tıpkı Nezip Fazıl Kısakürek’in “ bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...” şiirin de ki “devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım” dediği gibi ben de naçizane gözlerimden akan yaşlarla doldurduğum klavyem de duygularımı ifade etmeye çalışıyorum.

Depremin olduğu ilk saatlerden başlayarak Türkiye ve Dünya’nın bir çok yerinden yardıma koşan insanımız, o illerimiz de yardıma muhtaç insanımızın yanında olmak için her türlü fedakarlığı yaptı ve koştu.

Uyuyorken enkazdan kurtarılan ve “ne oluyor yaa” diyen çocuktan   “Aç değilim, bana güzel ablalar yemek verdi” diyen 5 yaşındaki kızımıza, enkazdan çıkarılırken “kara lahana yemeği” sohbetine, beyaz koladan vazgeçip sarı kola isteyen kızımızı ve yüzlerce insanımızı enkazdan kurtarıp tekrar yaşama döndüren koca yürekli kurtarma gönüllülerine ne kadar teşekkür etsek azdır.

İster bireysel ister profesyonelce yardım için koşan tüm insanlara içtenlikle teşekkür ediyoruz. Bizler, evlerimiz de sıcak ortamlar da evet gözyaşı döktük, dualar ettik ama onlar, hem gözyaşı döküp hem de karlı, buzlu, dondurucu hava şartların da o illerden gelen imdat çığlıklarına yetişmeye çalıştılar.

Dil, din, ırk, renk, cins, düşünce ayrımı gözetmeksizin “ben de varım” diyerek, canı yanmış insanlara bir tas çorba, belki bir bardak çay belki bir çorap diye bir derde derman olma duygusu ile nefes olmak için koştular.

Gölcük ‘te 17 Ağustos 1999’da gece 03.02 de deprem olduğun da işim gereği ayaktaydım. Yayınları şimdi ki gibi bir çok platformdan değil belli bazı kanallardan izleyebiliyorduk.

Şimdi imkânlar çok daha geniş olmasına rağmen depremin dehşetini anlamamız bile birkaç sürdü. Evet, olay çok büyük ama ekranların bize ulaştırabildiği ayrıntılarla ve günler geçtikçe, can kayıplarımız açıklandıkça, görüntüler detayları ile sergilenince akıl almaz afetin boyutlarına vakıf olabildik.

Tüm Dünya, bu afetin yüz yıllarca yer yüzün de görülmemiş bir afet olduğunu kabul ederken, bu afet üzerin den insanların birbirlerini suçlama, birbirlerine adeta birer hesap sorma hatta Devlet’i “enkaz altın da kaldı” gibi ifadelerle aciz gösterme gayretleri, sadece bu devlete değil o afete gönüllü ya da görevli olarak yardıma koşmuş tüm insanlara saygısızlık değil mi?

Sosyal medya üzerinden bazı hesapların belli ki alelacele, acemice, tecrübesizliğin kurbanı olarak yaptıkları iyi niyetli paylaşımlarla kargaşaya yol açmış olabilecekleri tabi ki de insanın heyecanına yorumlanabilir. Yaşanan afet karşısın da şok olmuş gençler, o telaş içerisin de yanlış anlamalara yol açabilecek paylaşımlar yapmış olabilirler, o gençlerin bir yerlerle bağlantıları yoksa belli odaklar adına çalışmıyorlarsa paylaşımlarının tartışılmasına bile gerek yoktur.


Eli kalem tutanlar, yardım çığlıklarına yetişme gayretindeki o gençlerin yaptığı gafları, abartmamalı. O gençlerin tüm operatörlerin sınıfta kaldığı iletişim sorununa rağmen attığı twitlerle, videolarla, canlı yayınlarla olayın vahameti tüm boyutları ile toplumumuz da karşılık bulmuştur.

Etkili ve yetkili makamlar da bulunan insanların elbette Devlet için deki sorumlulukları gereği, halkı kin ve nefrete sürükleyecek içeriklere müsamaha göstermemesi gerekir. Ama o devlet görevine talip bazı insanların da o sosyal medya fenomenlerinden daha dehşet açıklamalarına da seyirci kalmamalıdır.

Deprem bölgesine yardım etmek için ülkenin ve dünyanın pek çok yerinden adını, sanını , dilini, dinini, ırkını bile bilmediği insanlar için tek yürek olmuş küçük büyük tüm insanlar, neneler, dedeler, anneler, babalar, gençler ve çocukların o çaba ve gayretleri, takdire şayandır. Yardımlaşma duygusunun yoğunluğunu günümüz de bile bize yaşattıkları, yüreklerimize su serptikleri için her birerine çok içtenlikle teşekkür ediyoruz.

Basit bir hadise değil ve olayın büyüklüğü, kapsadığı alanın genişliği ve bu tür olaylara müdahale edecek birliklerin, belediyelerin, resmi devlet kurumlarının tümünün yerle bir olduğu ortamlar da devletin her yere aynı anda ulaşması elbette mümkün değildir. 

Akıl ve izan sahibi her insan, felaketin büyüklüğü karşısın da olaya müdahaleler de eksikliğin, aksaklıkların olabileceğini kabul eder. Allah Devletimize zeval vermesin. Devlet, can kayıpları dışın da hiç kimseyi aç ve açıkta bırakmaz, buna inanıyoruz. 

Bu büyük afette yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah’dan rahmet, ölenlerin yakınlarına sabrı cemil niyaz ediyor, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Deprem için yardıma koşan tüm yabancı ülkelerden gelen kurtarma ekiplerine onların şahısların da o devletlerin yöneticilerine de teşekkür ediyoruz. Kalın sağlıcakla.

Not: Yardımlaşma için deprem bölgesine giden ve sosyal medya üzerinden yardım organizasyonları yayınları yapan gençlerin o heyecanını görünce Necip Fazıl Kısakürek’in “gençlik”şiiri aklıma geldi, o şiiri de paylaşmak istedim;

------                    ---------------                        -----------------                      ---------------

“Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...

"zaman bendedir ve mekân bana emanettir! " şuurunda bir gençlik...

devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk ikibuçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, allah'ın kur'an'ında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören... bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...

gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız? " diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...

halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında "hakimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik...

emekçiye "benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! ama sen de, zulüm gördüğün iddiasiyle, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın! ", kapitaliste ise "allah buyruğunu ve resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ", ihtarını edecek... kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...

birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, türkün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin islâm'da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna islâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik...

"kim var! " diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım! " cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...

büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...

bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tekbaşına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...

annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara "siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! " diyecek ve gerçek müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik...

tek cümleyle, allah'ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, o'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...

bu gençliği karşımda görüyorum. maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür allah'a hamd etme makamındayım. genç adam! bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.

surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ..

Allah'ın selâmı üzerine olsun! "

Necip Fazıl Kısakürek”

YORUM EKLE