Bir önceki yazının devamı olarak
Müphem Mefhumlar (13/15)
C- Din – Büyü İlişkisi :
Büyü, muska,efsun vb. yapımlarında dini ibarelerin, dince kutsal sayılan ya da tam tersine dince pis görülen nesnelerin(K.K.in yüce meali ve çağdaş tafsiri, Süleyman Ateş 1.cilt sh. 98 ank. 1982) özellikle kullanıldığını görmemiz; dinin mütemadiyen büyüyü, büyününde dini kullanılmıştır (büyü ve din probleminin bu günkü durumu N.Ş Kösemihal sh.22 ist. 1952) olması; kutsal kitaplardan Hz. Musa’nın Allah’ın yardımıyla sihirbazların sihirini bozduğu (K.K. xx sure (taha) 57-70 ayeti) Hz. Süleyman’ın sihirbazların ve şeytanların çeşitli entrikalarıyla saltanatını kaybettiğini(K.K. bakara (2.sure) 102 ayet) İslam tarihinde Hz. Muhammet’e sihir yapıldığını öyleki peygamberin yapmadığı şeyleri yaptım vehmine kapıldığını ancak yine Allah’ın lütfuyla bu sihri bozduğunu görmemiz bizi, din büyü ilişkisini ele almaya mecbur etti.
Hz. Musa’nın sihirbazlarla olan ilişkisini ve onlarla yaptığı mücadeleyi K.Kerim taha suresinin ışığı altında gözden geçirelim:
Sihrin Mısır da son derece yaygın olduğu bir devirde peygamberlikle görevlendirilen Hz. Musa’nın dini ve siyasi faaliyetleri, firavunu tedirgin etmişti. Bu nedenle firavun Hz. Musa’nın mucizesini göstermiş ve Hz. Musa’da “beyaz el” ve “asa” mucizelerini göstermiştir. Fakat bu mucizeleri sihir olarak nitelendiren firavun bütün usta sihirbazları toplayıp Musa’yı alt etmelerini istemiştir.ve birgün büyük bir halk kitlesi önünde bütün marifetlerini sergilemek üzere sihirbazlar ve Hz. Musa toplandılar önce sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere bıraktılar. İçleri civa dolu birer yılan gömleği olan bu ip ve sopalar güneş altında ısınmış çölün ortasında yürüyen bir yılan görünümü verdiler. Öyleki Hz. Musa onları kendi üzerine saldırıyorlar gibi görüp kaygılandı. Ancak Allah’ın vahiyle elindeki sopasını yere bıraktı bu sopa büyük bir yılan olup sihirbazların bütün ip ve sopalarını birer birer yutuverdi.”sonunda sihirbazlar secdeye kapanıp Firazvun tarafından kendilerine yapılacak en acı işkenceleri dahi göze alarak ona iman ettiler. İkinci olarak, Hz. Süleyman’ın sihir sihirbazlar ve şeytanlar dolayısıyla saltanatını kaybetmesinden kısaca söz edeceğiz.burada da Kuranı Kerim Bakara suresi 102. ayeti temel alacağız. Ancak bu konuda yalnız K.K de4 değil İncil de de mevcuttur. İncilde Hz. Süleyman’dan bir peygamber olarak değil , bir İsrail kralı olarak söz edilir(sahihi Buhari Tercüme ve şerhi 8. cilt 1312 ve 9. cilt 1352. hadisler ) rüzgarları ve cinleri buyruğu altına almış olması, bütün hayvanların dilinden anlaması bir kral-peygamber olan Süleymanın büyük bir sihirbaz olduğunu söylemesine neden olmuştur. Yaklaşık olarak M.Ö. Xyy da Babil de yaşamış olan Süleyman peygamber devrinde keldaniler astronomi ve tabiat ilimlerinde çok gelişmişlerdi.bu ilimlerle birlikte sihir ve büyüde gelişmiştir. Şunuda belirtmek gerekir ki, keldanilerin başkenti olan Babil’in bağları dünyanın yedi harikasından biri sayılmıştır.
Bu dönemde halk sihir öğreniyor ve bu adeti uyguluyordu. Hz. Süleyman kaynaklarına göre bu adeti yasakladı ve sihirle ilgili bütün kaynakları toplatıp sarayın altına gömdürdü. Zaten onu sihirbazlıkla suçlayan muhalifleri için bu hareket bir koz olarak kullanıldı ve Süleyman tahttan uzaklaştırıldı. Ölümünden sonra da bu kitaplar gömülü oldukları yerden çıkartılıp halka gösterildi.(S. Ateş a.g.e)
Böylece ithamları güçlenmiş oldu. K.K. deki bu ayette Hz. Süleyman’ın sihirbaz olmadığı fakat sihirbazın halka Harut ve Marut adlı iki meleğe indirilenleri öğrettikleri anlatılmaktadır.
Harut ve Marut’un yukarıda da anlatıldığı gibi iki melek oluşu, meleklerinde kutsal varlıklar olduğu düşünülürse , halk arasında rivayetlerle kazanılan üstün büyüsel gücü (O.Hançerlioğlu, İnanç sözlüğü “Süleyman” md.) ve okyup üfleme nin kutsallığı ve dinsel bir davranış olduğuna dair kanaat yadırganamaz. Hz. Muhammed’ e Lebib İbn. A.s. tarafından bir tarak sağ ve sakal tarantısı, erkek hurmasının kurumuş çiçek kapçığı ile sihir yapılmıştır. Ardından zervan kuyusuna atılan bu sihirli maddeler sihrin yapılışı ve atıldığı kuyu, Allah tarafından kendisine bildirilince sihir bozulmuştur. Hz. Muhammed bu kötü adetin halk arasında yayılmasından kaygılanarak, büyülü nesneleri kuyudan çıkarmaya gerek duymamıştır.(Sahihi Buhari Tercüme ve şerhi C.9. sh.53)
Dini metinlerdeki bu kısa tarihi vakalardan sonra büyü-din ilişkisini sosyolojik açıdan ele alalım:
Din- büyü ilişkisi ancak ondokuzuncu yüzyılda hatta bu yüzyılın sonlarına doğru ilim düşüncesiyle (N.Ş. Kösemihal a.g.e. sh.3) incelenmeye başlamıştır. Halbuki büyü en eski devirlerden beri birçok filozof, ilahiyatcıyı ve büyücüyü yakından ilgilendirmiştir.
Din –büyu üzerine yapılan incelemeleri iki gruba ayırabiliriz.
1. ilimden önceki devre (-ki bu devrenin uzun bir geçmişi vardır).
2. ilmi devre (XIX.yy. sonlarından günümüze dek süren devre ).
İlmi devre de bu ilişki üzerine düşünürler birbirlerine tamamen zıt fikirler ortaya atmışlardır. Kimisi (James frazer gibi) dinin büyüden çıktığını savunan İngiliz Antropoloji okulu sosyologlarına karşın, Loisy ve Durgheyim gibi sosyologlar büyünün dinden çıktığını savunmuşlardır.
Maus- Hubert, Levy- Bruhl gibi bazı sosyologlar dinle büyüyü ortak bir kökün iki kolu, Georges, Gurvich gibi bazı sosyologlarda bunların birbirine indirgenmesi mümkün olmayan iki karşıt şey olduğunu savunan sosyologlar çıkmıştır(a.g.e.) Dinin büyüden çıktığını savunan Frezere göre, din deyince doğaya insana egemen olan üstün bir kuvvetten yardım beklemek anlaşılmalıdır. Büyücü buyurur, din adamı yalvarır; büyücü eşit veya daha aşşa kuvvetlere, din adamı üstün kuvvetlere baş vurur (N.Ş. Kösemihal , sosyoloji tarihi sh. 282) bu düşünür din din adamlarının aynı zamanda büyücü olmalarını ve din törelerinde hem bir buyruğu hemde bir yalvarmanın bulunmasını savunan delil sayıyor. Büyüden dine geçişi, büyücü tanrı ve kral ın üçünü birden “insan-tanrı” Tanrıların yetiştiği çağlarda açıkça görmek mümkündür diyor.(a.g.e. sh.286)
Gurvitch bilim ve felsefenin, büyünün ve dinin doğuşlarını şöyle ifade ediyor: “dünya karşısındaki çıkarsız şaşkınlığı (hayreti) bilim ve felsefe karşılamaktadır ; güçlüksüz yüzünden korkuya bürünmüş dünyaya egemen olma isteği büyüyü ; bunalım ve esenliğe kavuşma isteği dini doğurmuştur” uygarlıklara göre biri diğerine egemen olmuş olsada ve türlü biçimlerde birleşselerde bu iki davranışı bir köke bağlamak Gurvitch e göre güçtür.
Durkheyim talebelerin Maus ve Hubertin din ve büyünün müşterek kökeninin mana olduğu savlarını geliştirerek “totemik mana” fikrini ortaya atmıştır.
Mana değişik adlarla dünyanın hemen her yerinde görülür. Örneğin Kuzey Amerika kızılderelileri bu güce Wakan , Irokualar Orenda Algonkinler Manitu, Kongo ilkelleri Elima , ituri tigmeleri Megbe, siouxlar vakanda veya vakunda (O.Hançerlioğlu a.g.e. sh.371) Avusturyalılar arug-kilta adını verirler (N.Ş. Köseminhal din ve büyü problemini bu günkü durumu ve sosyo.T) Totemik mana kaısaca kutsal olmayan mana –ki asıl mana budur- ile kutsal mana arasındaki farkın kaldırılıp, din ve büyünün temelini kutsala bağlamaktan ibarettir.ona göre manadaki kutsallık geneldir; totemde klanın kutsallığıdır. Kılan yapısında kabile yapısına geçilince totem genelleşerek mana olur. Bir ve tümel mana kavramı ise ancak kılanlar üstü bir din doğduğu zaman belirebilir.
Bu savın doğru olabilmesi için arkaik dinlerde bunalım , güçsüzlük,zaaf ve bağlılık duygusunun bulunmaması gerekir. İşte bu nedenle Durkeyim ,”arkayık , tanrıları kendini ezecek derecede üstün bir varlık olarak görmez aksine kendine çok yakın görür. Belki tarihin hiçbir çağında tanrılar insanlara bu kadar yakın olmamıştır. Çünkü tanrılar etrafını saran eşyada tısmende kendi içindedir” diyor(N.Ş.K. a.g.e. din hayatının ilkel biçimlerinden nakil sh. 292) bu iddia etnoğrafya ve dinler tarihine aykırıdır. Çünkü hiçbir dinde insan ilkel dinlerdeki kadar ezilmemiştir.(N.Ş.K. a.g.e)
Berkson’a göre dinler sitatik ve dinamik diye ikiye ayrılırlar ve büyü ancak sitatik dinle karşılaştırılabilir. Çünkü hem iç güdüye dayalı kapalı cemiyetleri karşılayan statik dinde hem büyüde “teselli edicilik” özelliği müşterektir.dinamik din ise mistik sezişe dayanan acık cemiyetleri karşılar. Her ne kadar statik din ile büyünün fonksiyonları aynı olsa da müşterek kökleri mana değildir. Ne büyüyü dinden , ne de dini büyüden çıkarmak mümkündür. İkiside birbirine paralel olarak aynı zamanda belirmişlerdir.(N.Ş.K. a.g.e. “deux source de la morale et da la religion” dan.) statik din inançları kaygıya, korkuya,huzurluğa karşı alınan bir takım güvenlik önlemleridir. Bir başka deyişle büyü, güçsüzlüğü yüzünden duygusal istekleri gerçekleştiremeyen zekaya, iç güdünün tepkisidir. Din Allah’ın yardımına baş vurur, büyü ise doğayı kendine bağlamaya zorlar. Berkson’a göre “din çıkarsız, büyü ise bencildir.”
yazının devamı için tıklayın