,

Entegrasyona evet de!

  M.Kemal AYÇİÇEK - 11 Şubat 2008 Pazartesi 
 
Almanya gezisinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,  Almanya Federal Cumhuriyeti’nin Federal Şansölyesi Dr. Angela Merkel ile gençlerin katıldığı bir forumda, “entegrasyona evet ama asimilasyona hayır” diyerek, önemli bir açılımda bulundu.
Özgüveni yüksek, iyi eğitim aldıkları sordukları sorularla da belli olan Almanya’daki çoğunluğunu o ülkeye göçmüş aile çocukları olan gençlerin önünde idealist çağrılarda bulunmak, elbette o gençlere bir taahhüt de bulunmaktır. Bu güzel ve benimsenecek de bir düşüncedir, buna saygı da duyulur. Ama, o entegrasyonu sağlayacak, aynı nitelik ve yeterlilikteki eğitilmiş gençleri bu ülke de nasıl bulacağız?
Girilen topluma uyumu, kaynaşmayı, hem-dem olmayı sağlamak adına özellikle de Almanya’da yaşayan yabancılar ve tabii ki büyük çoğunluğu teşkil eden Türkler için kullanılan “entegrasyon”u, ancak çok iyi eğitim almış beyinler sağlayabilir. Bunun gereğini de yine aynı gençler, yerine getirebilir. Asimilasyon’u ise tam da bunun aksinde olan, eğitimden nasiplenememiş, çağdaş Dünya’yı okumaktan yoksun gençler veya yöneticiler savunabilir.
Türkiye’deki eğitim sisteminin ürettiği kafalar, sanırım entegrasyonu içselleyebilecek nitelikleri henüz haiz değildir. Çünkü, Türkiye’de sadece “Türkçe’ yi bil, gerisi hiç önemli değil, İngilizce benim neyime, o benim dilimi öğrensin. Benim İngiltere’ye gideceğim mi var” mantalitesi, ne yazık ki tüm okullarımız da sanki temel bir felsefe halindedir.
Çocukluğumuzda benim de yabancı dilim Almanya idi ama “nerelisin”, “kaç yaşındasın”, “nerde oturuyorsun” dışında aklımda kalan bir kelime kalmamış, çevreme bakınıyorum. İngilizce’yi yabancı dil olarak seçmiş yaşdaşlarımda da farklı bir durum görmüyorum. Bugünün öğrencilerine bakıyorum, liseyi bitirme aşamasına gelmiş bir genç de bizden pek farklı değilse, biz nasıl içselleştireceğiz bu Entegrasyonu? Daha yabancı dile bakışımız bile değişmemiş ki!
Rusya’da doğmuş bir gençle konuşuyorum.8 kardeşler. 14 yaşında anne ve babası ayrılmış bu genç, annesiyle İtalya’ya gidiyor. Orada Psikoloji eğitimi alıyor. Sonra annesi vefat ediyor ve babasının yanına Rusya’ya dönüyor. İtalya’dan Rusya’ya dönünce o ortamı pek banal buluyor, oradan ayrılmak istiyor. Türkiye’ye geliyor ve Tıp eğitimi alıyor. 6 dil biliyor. Bu genç henüz 25 yaşında ve Çince ve Japonca’yı da öğrenmek gerektiğini söylüyor.
Rus veya Ukrayna’lı gençlerden rast gele bu ülkeye gelenlere bakın, nerden bakarsanız 3 dil biliyor. 4- 5 yabancı dil bilenleri saymıyorum. Rusya’da veya Ukrayna’da da bizim liseler düzeyinde okullar var ama bizdeki lise mezunu gençle onları yan yana getirdiğiniz de onların bizden en az iki dil bildiğine tanıklık ediyoruz. O zaman bu eğitim sistemimizden kaynaklanan eksiğimiz olmuyor mu? 
O zaman entegrasyonu sağlamak için de önce eğitim sisteminin gözden geçirilmesi gerekmiyor mu? Bakıyorsunuz yabancı dil ağırlıklı Anadolu liseleri de normal liselerle yabancı dil konusunda aynı düzeye inmiş duruyor. Biz bu eğitim düzeyi ile hangi ülke insanıyla entegre olabiliriz ki? 
Devir, Dünya ile entegrasyon devridir. Sadece Almanya ile sınırlı değil bu sorun, ülkemiz insanının genel sorunudur. Zaten okumayan bir toplumuz ve bu okumama, olaylara bakışımızı, değerlendirmelerimizi, öngörülerimizi, kendi aramızdaki sorunları tartışmamızı bile olumsuz etkiliyor. Hoşgörüyü gösterecek gücü, ancak okur olmakla elde edebiliriz. Çok bilen insanın kendine güveni, özgüvenle davranışı da ancak edindiği kültürle mümkündür.
Altı dil bildiği halde bununla yetinmeyen o Rus, hangi milletle nelerin konuşulması gerektiğini sıralarken ,Türkler, aşk, sevgi, insanlık, güzellik, Ermenilerle ekonomi, İtalyanlarla psikoloji, Almanlarla içki, tatil ve gezi, İngilizlerle her şey, Ruslarla eğlence, içki ve Yahudilerle  de ülke muhabbetinin yapılabileceğini söylüyor.
Elbette konuşulmasın değil ama sadece “konuşmak”tan  iş yapmaya fırsat bulmamızın gerektiğini düşünüyorum. Her gün konuşmaktan bıkmadığımız bir Türban olayını bakın 40 yıldır konuşmuyor muyuz? Ne anlamı var bu didişmelerin, ne anlamı var korkunun, ne anlamı var kaygının?
Sayın başbakan, Sayın Milli Eğitim Bakanı, artık duygusal yollarla öğretmenliğinin son demlerini  seçilmiş bazı okullarda geçirmeye çalışan ve günümüze ayak uyduramayan öğretmenleri artık emekli edin. Onlar,  evlerine dönsün ve bugün ki gençliğin dilinden anlayan öğretmenlerle okulları donatın. Ne yapıp edin, öğrencileri, lay lay lom kültürünün etkisinde kalmış, tabirimi caiz görün “salla başı , al maaşı” havasında ve kendini yenileyememiş öğretmenlerden arındırın lütfen! Kimsenin nazını çekmeyin, yazık. Tayin ve atamalar da adil olun ve okullar da eğitim olsun lütfen!
İnsan ömrü, onca gereksiz zaman harcanmasını kaldıracak kadar uzun mu? Mitingler düzenleniyor, ne deniyor Ankara’nın Sıhhiyesi’nde, ne bağırıyorlar,  “ yobazzz, yobazzzz, yobazzz!” kızgın adamlar, salyalar akıtıyorlar, akılları sıra inancından dolayı dini simgelerle birlikteliğini bozmak istemeyenlere. Ne sabırsızlık, ne hoşgörüsüzlük, ne karanlık bir kafa. Yani  “ Dinime söven müselman olsa” değil mi? 
O Ankara’da bağıranları gördükten sonra insanın aklına ister istemez , “O zaman karşı taraf, türban takan milyonlar demek ki bu ülke de yıllarca ne kadar sabırlı davranmışlar, ne kadar husuletle davranmışlar, ne kadar da sabır taşı olmuşlar” demek geliyor öyle değil mi? Kalın sağlıcakla.
Not : Bu yazım aynı zamanda   www.kuzeyhaber.com , www.hizmetgazete.com ve Hizmet Gazetesi’nde yayınlanmaktadır.(mka) 
YORUM EKLE