Deniz Üzerinden Beyrut’a..
Özgür ÖZDOĞAN/ Samsun
Üç bin tonluk bir kuru yük gemisi ile Bursa’nın Gemlik limanından demir alıyoruz sabah kuşluk vakti. Bir müddet fırtına, rüzgar gibi denizin olmazsa olmaz etkenleriyle birlikte yol aldıktan sonra hep merak ettiğim ve bir çok insanın da hayatında bir kez olsun görmek isteyebileceği bir yere vardı rotamız.Güverte stajyeri olarak görev yaptığım gemiyle bir çok ülkeyi tanıma bazı şehirleri de gezme şansına eriştiğim için bir kez daha bu mesleği seçmekten dolayı da mutluyum.Arap ülkeleri arasında adından söz ettiren bir Fransız sömürgesi olarak tarih de kendine yer bulmuş,bugünler de ise hala Fransız etkisinde olmasına rağmen bulunduğu kesimde farklı bir yol çizen,giden gören insanların daha çok bir Avrupa şehrine gelmiş havası katan bir yerden bahsetmek istiyorum.Lübnan ve onun başkenti Beyrut’dan.
Uzaktan uzağa yaklaşmaya başladık havanın da etkisiyle 2-3 deniz mili mesafe kala şehir gözle görülür bir hal aldı.
Gemimizde çalışan dört farklı milletten insan arasında bana en yakın olan gürcü bir gemici
Gogita Davitadze arkadaşımdı, gördüğü bu şehrin neresi olduğunu sorup,meraklı gözlerle büyük bir hayranlıkla seyredince ilk başta ilgimi çekmemesine rağmen bende bakışlarımı keskinleştirdim ufukta görünen bu şehre.Burası Akdeniz’deki Lübnan’nın başkenti , bizim başkentimiz Ankara'nın da kardeş şehri Beyrut’du.
Çok geçmeden gemiyi yanaştırdık. Ve ardı arkası kesilmeyen olaylar cereyan etti.
İnsanların yoksulluğu içler acısı.Liman da çalışan onca işçi ikinci el pazarından alınmış kıyafetlerle örtünmüş,utangaç ama bir o kadar içten.Sizden gelen bir tebessüme bin tebessümle karşılık veren bir samimiyet gösteriyorlar.Hele ki Türk olduğunuzu öğrenmesinler, verdikleri selama Aleyküm Selam diyerek yanıt veren denizci sayısının az olduğundan şüpheliyim ki bir anda yüzleri tebessüm saçtı.Arapça bir şeyler söylemeye başladılar.Ne yazık ki, Arapça dili anlamadığımız için bizde elimizden geldiği kadar İngilizce karşılık verdik.Hani şu evrensel dilimiz olan İngilizceyle.Fakat o kadar şaşırtıcı bir şeyle karşılaştım ki benim İngilizce gevelemeye çalıştığım adam bir Türk kadar iyi Türkçe konuşmasın mı.Bu kez benim yüzüm gülücükler saçmaya başladı.
Hikayesini dinledim.Kendisi tüccarmış İstanbul’dan ucuza aldığı kıyafet ayakkabı gibi ürünleri kendi ülkesinde satarak iyi para kazandığını söyledi.Ve onun gibi niceleri.Bir Avrupa limanında iki kişinin görebildiği işi orada on kişi yapmakta zorlanıyordu,işin kötü yanı.Eğitimsizlik, iş bilmezlik revaçta.Fakat iş verenleri çok sayıda işsiz olunca ucuz çok ucuz bir miktar karşılığında hepsinin iş gücünü satın almış olacak ki bir çoğu sadece gezinmek için oradaydı adeta.
Durup durup istekte bulundular.Çay,helva bunlardan başı çekenler arasında.Bir de Fransız kültürünün aşılandığı biraz daha gençce olanları kahve rica ettiler.Din kardeşimiz olduklarını düşünerek ve güler yüzlerinin samimiyetine inanarak kırmadık hiç birini.İnsanları az çok tanımış oluyorduk böylece.
Benim asıl merak ettiğimse şehirdi tabi ki.Hani o uzaktan New York gibi görünen şehir.İlk fırsatta izin alıp çıktım dışarı.Daha limanın çıkışına gelmiştim ki gördüklerim karşısında fazlasıyla şaşkındım.Türkiye’de binde bir görme şansımızın olduğu yabancı menşeili bir birinden lüks son model otomobiller.Kim bilir hangi Avrupa şehrinden ithal ediliyordu bu petrol zengini Arap ülkesine.Ve iç savaş döneminden kalma tedbir amaçlı hala orada olduklarını düşündüğüm Birleşmiş Milletlere ait savaş gemileri.
Limandan çıkmak için önce yerel polislere sonra Birleşmiş Milletlere ait ofisin içinde bulunan polislere görünmeniz gerekiyordu. Limandan çıktıktan sonra biraz ileride bir Free-Shop buldum.Türkiye’dekilere oranla büyüktü doğrusu.Bir kaç bir şey satın aldıktan sonra şehre doğru yola koyuldum.Şehir birbirine harmanlanmış Fransız, Arap ve modern yapıtlarla çevrelenmişti.Vaktimin de kısıtlı olmasından ötürü elimden geldiğince fotoğraf çekip tekrar limana dönmem gerekti.Denizci olmanın bana sağladığı bu imkanla bu güzel şehri görmüş,insanlarını bir nebze de olsun tanımış oldum.
Günümüzde vizenin de kaldırıldığı bu ülkeye gidip görmek isteyen herkese can-ı gönülden tavsiye ediyorum. Farklı bir çağda olduğunuzu hissettirecek aynı ölçüde bir sokak sonra günümüz modernliğinin simgeleri gökdelenler arasında kaybolacağınız bir şehir.Zengin ve bir o kadar yıpratılmış bir tarih.Eğlence arayanlara da fazlasıyla imkan tanımakta.Türk olduğunuz için saygı duyacağız gezip görmekten keyif alacağınız bu topraklar da fazlasıyla aradığınızı bulabileceğinizi düşünüyorum.
Vikipedi’de anlatılan Beyrut;
Beyrut ; Lübnan'ın başkentidir. Nüfusu 1,5 milyonun üzerinde olan Beyrut, deniz etkisinden biraz korunan bir körfezin kıyısındadır.
Beyrut'ta tipik bir Akdeniz iklimi görülür. Uzun yıllar Ortadoğu'nun ekonomik, fikrî ve kültürel merkezi olan Beyrut, 1970'lerden sonra başlayan toplumsal ve siyasal karışıklıklar ve bu yüzden patlayan Lübnan İç Savaşı (1975-1991) sonucu bu özelliğini kaybetmiştir.
Beyrut, Osmanlı döneminde planlı bir gelişme göstermişti. 1943'te Lübnan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra gelişigüzel ve hızlı bir büyüme dönemine girmiştir.
İç savaştan önce Beyrut nüfusu içinde Hıristiyan ve Müslümanların sayısı hemen hemen eşitti. Şimdi Müslümanlar çoğunlukta. Halkın büyük çoğunluğunu meydana getiren Araplar, Lübnanlıları, Filistinli mültecileri, Suriyelileri ve başka göçmen Arap cemiyetleri de içine alır. En büyük ve tek etnik azınlık Hıristiyan Ermenilerdir. Ama Hırıstiyan Araplar gibi iç savaş yüzünden ve sonrasında sayıları göçle azaldı ve azalmaya devam etmektedir.
Beyrut'un doğusu Hıristiyan, batısı ise Müslüman çoğunluktadır. Eskiden Müslüman topluluğun çoğunluğu Sünni iken 1960'lardan sonra göçler sonucu Şiilerin sayısı giderek artmıştır. Batı Beyrut'un bazı bölümlerinde küçük Dürzi toplulukları da yaşar.
Beyrut, 1950-70 yılları arasında Ortadoğu'nun gözbebeği idi. Lübnan'ın serbest ekonomi ve döviz sistemi, altın esasına dayalı istikrarlı ve konvertibl parası, banka hesaplarının gizliliğini sağlayan kanunları, çekici banka faizleri Beyrut'u Arap zenginlerinin bankacılık merkezi haline getirdi. Ayrıca deniz ve hava yoluyla dünyaya açılması ve yabancı firma ve bankalar içinde Ortadoğu'ya girmek açısından ideal bir üs olan Beyrut, serbest liman bölgesiyle Ortadoğu'nun en büyük antreposu oldu. Şehirdeki Beyrut Amerikan Üniversitesi, Saint Joseph Üniversitesi, Lübnan Üniversitesi ve Beyrut Arap Üniversitesi Arap ülkelerinden pekçok talebeyi Beyrut'a çeken bir faktördü. Ancak 1970'lerden sonra başlayan iç karışıklıklar ve Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) karargahını buraya taşıması ve devlet otoritesinin ve düzeninin zayıflaması Beyrut'un cazibesini kaybettirdi. Bu toplumsal ve siyasal karışıklıklar gittikçe artarak 13 Nisan, 1975'de iç savaşa yol açtı. İç savaş Beyrut'un çok ağır maddi hasarına ve can kaybına yolaçtı. Savaş 1991 yılında sona erdiğinde Beyrut bir harabeye dönüşmüştü ve 150.000 Lübnanlı can vermişti. Kentin merkezi onarlımasına ve maddi olarak biraz toparlanmasına rağmen geleceği hala belirsizdir. 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan 2006 İsrail-Lübnan Krizi'nde İsrail’in hava saldırıları sırasında Beyrut kenti, özellikle güney kısmı ağır hasar görmüştür.