,

Gezmek yürek ister

Muazzez'in kulakları çınlar şimdi. Çınlasın, o kulaklar, çınlamayı hak ediyor zaten! Öyle ya onu yazacağım. Güya tatile çıkmışlar, eşi, kız kardeşi ve oğluyla. Mihmandarlık yapacağım onlara

Gezmek yürek ister
HABERİN GALERİSİ
Gezmek yürek ister

Gezmek yürek ister

 www.karadenizolay.com (Özel)-Muazzez’in kulakları çınlar şimdi. Çınlasın, o kulaklar, çınlamayı hak ediyor zaten! Öyle ya onu yazacağım. Güya tatile çıkmışlar, eşi, kız kardeşi ve oğluyla. Mihmandarlık yapacağım onlara. Fakat, Halil’in dışında tanıdığım yok. Halil’i de 18 yıl önce KKTC’ye gittiğimde görmüştüm zaten.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden (KKTC) direk uçuşla geldiler Trabzon havalimanına, daha önce konuşmuştuk ama ben sürpriz olsun diye Halil’e “sizi ben alırım” dememiştim. Trabzon Havalimanı’nda inşaat çalışması var, yıllardır da bitmedi. Her taraf toz içinde, yoğun yolcu giriş çıkışı var ve trafik allak bullak. Otopark, eh işte var sayılır ama giriş çıkış ücreti 4 lira. Bu yüzdende yolcusu gelecek olan bir çok araç dışarıda bekliyor. Otopark’ta inşaat alanında olunca pek tercih edilmiyor.

 

Önce yurtiçin yolcuların giriş salonunda bir iki uçak yolcusu boşaldı ama bizim beklediğimiz misafirler yok, yolcular bitti. Salonda bir yaşlı kadın ve ben bekliyorum sadece. Sonra bir görevliye sormayı akıl(!) ettim, KKTC’den gelecek uçak geldi mi diye. Salonda panolar yok, hangi uçak gelmiş hangisi gidecek yolcu giriş salonundan belli değil. Sadece gidiş salonunda var pano ama o salona gidip bakıp, tekrar yolcu giriş salonuna dönmek de pek akıl kari değil ki.

İyi ki de sormuşum meğer, KKTC’den gelen uçak yurtdışından gelen dış hatlarda yolcu boşaltıyormuş ama gecikmeli geldiğinden bende yurtiçi gelen yolcu salonundaki boşuna bekleyişimden zararlı çıkmadım. Sonra dış hatlar gelen yolcu salonunun önünde beklemeye başladık. Kimi anne ve babalar, asker çocuklarını bekliyorlarmış, onların sarılışından anlıyorsun o coşkuyu, özlemleri ve hasretleri eş ve çocuklarıyla kavuşmalarında belli ediyor askerleri. Ama bizimkiler hala yok, belli ki ağırdan almış ve en son çıkacak yolculardan olacaklar.


Nitekim öyle de oldu. Nihayet gözüktüler. Halil, eşi Muazzez, baldızı Sevgi ve oğlu Çağatay Doğan. Tabi KKTC’den Trabzon’a gelen insan, Trabzon’daki yoğun rutubetin hissettirdiği sıcaklıktan hemen etkileniyor. Hemen yaylalara çıkmak istiyorlar. Ama bunu isteyen öncelikle Çağatay ve teyzesi sevgi.

Halil, KTÜ’den 1990 mezunlarından.Karadeniz gezisine karar vermeden önce ellerine ne geçmişse okumuşlar.Anadolu kültür, Doğa ve keşif seyahatleri gibi kategorilerden hangisiyle gitsek de demişler. Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Erzurum, Erzincan, Sivas, Tokat, Amasya, Kastamonu, Macahel, Ayder, Uzungöl, Kafkasör, Zigana, Sümela, İnebolu, Abana , Ayancık, Çatalzeytin, Boztepe’yi kapsayan 10 günlük  “Karadeniz yaylalar” turu mu?  Yoksa,  Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Kastamonu, Amasya, Uzungöl, Kümbet yaylası, Sümela, Ovit , Ayder, Kafkasör, Sarp sınır kapısı, Hamsiköy, Zigana, Ilgaz, İnceburun, Safranbolu’yu kapsayan 8 günlük “adım adım Karadeniz” turu mu? Bunlar arasında mekik dokumuşlar.

Yoksa 5 günlük Görgit yaylası, Gürcü köyleri, Barhal, Borçka, Karagöl, Maral şelalesi, Yusufeli, Dört kilise, İspir , Cehennem deresi kanyonu, Ovit dağı, Anzer yaylası, Buzul krater gölleri, Zigana’yı kapsayan “Kaçkarlar florası , macahel” turunu mu veya Uzungöl, Sultan Murat, Ayder, Kafkasör, Zigana, Safranbolu, Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Amasya, Gümüşhane, Bayburt, Çorum, Hattuşaş Antik kenti, Alacahöyük ve Hitit Surları’nı kapsayacak 8 günlük  “Gündüz yolculuğu ile Karadeniz”  

Turu mu olsun diye tartışmışlar.Son seçenek Trabzon, Rize, Artvin, Ordu, Giresun, Samsun, Ayder, Ovit Dağı, Anzer yaylası, Sultan Murat yaylası, uzungöl, Kafkasör, Ayasofya müzesi, Zigana, Hamsiköy, Sümela manastırı, Boztepe, Giresun Kalesi, Ünye, İlkadım anıtı’nı kapsayan “uçakla orta ve Doğu Karadeniz” turumu diye yinen karar verememişler.
 

Bence de en iyisini yaparak, bavullarını alıp uçakla Trabzon’a geldikten sonra buradaki şartlara göre gezi ve tatillerini yönlendirmekle doğrusunu yaptılar. Konaklayacakları Öğretmenevi’nde sabah kahvelerini içiyorlardı. Muazzez hanım, kahvesini yanında taşıyor güya türk kahvesi ama alakası yok. Türk kahvesinin sütlendirilmiş yumuşak hali, ama içmeden güne başlayamıyor ve onu içmeden de sakin olamıyor. Hani biz “pimpirikli tip” deriz ya, öylelerinden.


Yola koyulduk, ilk hedefimiz Akçaabat’ın Hıdırnebi yaylası. Genelde en yakın mesafede olduğundan Hıdırnebi’yi seçiyorum çünkü şehirden kopmuş olmuyorsunuz, eğer hava açıksa zaten Hıdırnebi’den de Trabzon’u görebiliyorsunuz.  Fakat daha ben virajlara gelmeden aşağıdan tepeleri gösterdim, “şuraya çıkacağız” diye ama anında bir “çıkamayız” itirazı geldi Muazzez hanımdan. 

Karadeniz’e gelen bir insanın tepelere “gitmem” diyebileceğini hiç düşünmemiştim ve bir anlamda veremedim. Şaka yapıyordur diye düşündüm. Yola devam ettim. Halil, uyarmıyor ama Çağatay, ne diyorsam “okey” diyor seviniyor. Biraz yükseldik, Muazzez hanım aracın camından dışarıya bakmıyor ama cam kenarında da oturmakta ısrar ediyor. Yolculuğumuz ilerledikçe meğer Muazzez hanımın yükseklik korkusunun var olduğunu anlıyorum. Ama yükseklik korkusuyla kalmıyor ki Muazzez hanım, bir de süratten de korkuyor. Aracı vitese atamıyorsunuz neredeyse, o derece itirazcı. “burada yavaş, gitme, durr, kenara yanaşma” filan derken içimden “çattık mı, bu gün nasıl biter bu şartlar da nereye nasıl ulaşırız ki, hangi yaylayı ne kadar zevkle gezeriz” dedim.

Haklı da çıktım nitekim, Hıdırnebi’den döndük, bari Çal mağarasını da görsünler istedim. Sonra Düzköy obasına ve Hakça yaylasına geçer döneriz diye düşündüm. Zaman zaman da fotoğraf çekmek için duruyoruz ama o da ne fotoğraf çekimlerine de itiraz etmez mi muazzez hanım. “Ohooo” dedim yine, zaten yanlarında makine yoktu. Trabzon’da yeni açılan Forum Trabzon’dan bir dijital makine aldık onlara. O da Çağatay’ın bu gezisinden elinde doneleri bulunsun diye. Halil,  muazzez hanımla ilgileniyor ve iki arada bir dere de misali, hem oğlunun mutluluğuna ve hem de eşinin stres yapmasına mani olmaya çalışıyor. 

Muazzez hanımın bu kaygı ve korkularına inat kız kardeşi sevgi, hem süratten ve hem de yükseklerde gezinmeden ve de fotoğraf çekilmekten son derece zevk alıyor. Çalköy mağarasına çıkmak için Düzköy’den Çalköy’e yöneldiğimiz de mağarayı gösteriyorum. Oradan bile tahammül edemiyor mağaranın olduğu yere bakmaya muazzez hanım ama ben ısrar ediyorum. Tam yolun yarısında Muazzez hanım krize giriyor! Oldukça ağır seyrediyorum ve yolda bir tehlikenin olmadığından söz ediyorum ama fayda etmiyor. O sızlandıkça biz de ağır ağır yol alıyoruz. Mağaraya çıkıyoruz ama bu sefer de Muazzez hanım, mağaraya giremiyor. Korkusu depreşiyor.


O zaman  asfalt yoldan çıkmadan ağır ağır Düzköy Obasına varıyoruz. Ama yol boyunca aynı kaygı ve tedirginlik hiç bitmiyor. Çileli bir yolculukla varıyoruz Düzköy obasına. Orada bir Kara ali’nin yerinde Ali Şahin’in elinden bir güzel et pirzola yiyoruz. Mangal, yanımıza getiriliyor ve bir ufacık bahçede öğlen yemeği ile kendimize geliyoruz. Bir çay bir daha derken hafiften sis bastırıyor. Oradan Haçkalı baba cami ve türbesini ziyaret ediyoruz. Sis tamamen bastırıyor. Orada gideceğimiz güzergahı Muazzez hanıma söylüyorum. üç yayla var önümüzde diye ama hemen itiraz geliyor. Işıklar kayabaşı, Karadağ yaylası, Maçka lişer yaylasından gidişe itiraz olunca bu kez geldiğimiz yerden de dönmekten se  o zaman  tepelerin üzerinden Zigana’ya gitmeye karar veriyorum. O yoldan ben de ilk kez gidiyorum. Yolu bilmiyorum ve aşırı sis yüzünden yol bile gözükmüyor.

Karambolden bir yayla seyahati bu. Bahtımıza ne çıkarsa ama yol asfalt da değil ki, yayla yolu işte. Bereket yol gözükmüyor ve çevrede uçurumlar var mı yok mu onu da bilmiyoruz. Ama en azından çevrede korkunç görüntüler olmayınca Muazzez hanımdaki yükseklik korkusuna değil ama bu kez de siste kaybolduk paniğine sebep oluyoruz. Artık nasıl bir duygudur ki bir dağın başında telefon geliyor bana ve arkadaşımla konuşurken ona yol soruyorum. Buradan benim de o yolun yabancısı olduğumu anlıyor muazzez hanım ve başlıyor ağlamaya. Oysa ben arkadaşıma şaka yapıyordum, bir den muazzez hanım gibi bir yolcumun olduğunu unutmuş olmalıydım. dik bir rampada “ dur dur” deniyor ve duruyorum.

Halil, eşi ile birlikte iniyor araçtan ama yayla soğuğu var.Sis bir yandan soğuk bir yandan bir süre duruyorlar ama Muazzez hanım ağlıyor meğer. “kaybolduk, ne yapacağız şimdi” sesleri bize kadar geliyor. Sonra sesler duyuyoruz, orada yaylacılara rastlıyor ve soruyoruz. Tarifi alıp, tekrar yola koyuluyoruz. Neredeyiz ne kadar gitmişiz bilmiyorum, bende artık ne kilometreye ne de saate bakmaya minnet de etmiyorum. Ha babam iz sürüyor ve araçların en fazla gittiği izlerden adım adım ilerlemeye çabalıyorum. 


Yolun Zigana’ya ulaştığını biliyorum ama ne kadar sürer bunu bilmiyorum. Meğer, o meşhur Sisdağı’ndan geçiyoruz. Ne güzel yaylalardan geçiyoruz da haberimiz yok. Sis öylesine bastırmış ki, göz gözü görmüyor. Fotoğraflardaki o sisdağı yol çatmalarını çıkarıyorum. Kaybolmadık desem de artık inandıramıyorum. Bu kez de “ya ayılar saldırırsa, ya karanlık olursa, ya arabaya bir şey olursa” korkusundan başka bir şey duymuyorum. 

 

Bir tepeye geliyoruz, ve enerji hatlarını görüyoruz , yer yer elektrik direklerine rastlayınca bir yerleşim yerine geldiğimiz anlıyoruz. Ve sis etkisini kaybetmeye başlıyor ve artık önümüzü kısmen görmeye başlıyoruz ve zaten biraz daha ilerleyince de tamamen sisten kurtuluyoruz. Çobanları koyun otlatırken görüyoruz biraz soluklanalım diyoruz ama tabi dağların tepelerinde olunca Muazzez hanım yeniden çok yüksekte oluşumuza hayıflanıyor ve başlıyor sızlanmaya yine. Artık fotoğraf çekmek bile bin bir sitemle karşılanıyor ve de duramıyoruz. Buna çok üzülüyorum aslında her zaman gidilebilen yerler değil gittiğimiz tepeler ama dilediğin fotoğrafı çekemiyorsun. Çağatay, biraz itiraz edip de annesine rica ve minnetlerde bulundukça ancak bir iki kare fotoğraf almamız mümkün olabiliyor.

Hız yapmadan ağır ağır iniyoruz. Buranın Zigana dağının zirvesi olduğunu tüneli görünce anlıyoruz. Görüntü netleşiyor ve artık sis kayboluyor. Tünelin tam üstünde dağın tepesinde bir göl var ama orada zaman kaybetmiyoruz. Zaten izin de çıkmıyor durmak için, “hemen ve bir an önce yerleşim birimine inelim” diye baskı altındayız. Köleler geliyor aklıma bir de emir kulları o an, ne zor hayat sürdüklerini bir kez daha anlıyorum. Artık, iniyoruz  Zigana’nın kayak tesislerine , ama yok hala dağı tepesindeymişiz ve hala yüksekteymişiz diye durmuyoruz ve oradan da iniyoruz. Durmuyoruz, duramıyoruz ki!

Onlarla bir günlük gezimizden sonra  KKTC’li dostlarım, dolmuşlarla Uzungöl, Sumela manastırır, Ayder, sarp sınır kapısı, Rize ziraat çay bahçesi, Samsun’u gezdi. Karadeniz bölgesindeki illerde gezmeyi yeğlediler. Çok da beğenmişler. Çaylıklarda çay toplayıp, fındıklıklarda dalındaki fındıkları görmüşlerdi. Ve sonunda onları yine geldikleri gibi dış hatlar yolcu salonundan uğurladık.


Yazının başlığını “gezmek yürek ister” diye koyarken, tatile veya gezmeye çıktığınız da yanınıza almamanız gereken öncelikle “yüreksiz” birileridir. Cesareti ve yüreği yetebilenlerle gidilen yollar, insanları da yormaz ve gezi de zevkli olur ya bir de siz düşünün şimdi böyle bir geziye bir daha “evet” mi? Yoksa “tövbe” mi dersiniz? Kalın sağlıcakla.


Güncelleme Tarihi: 30 Ekim 2018, 22:31
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER