,

Sarp’ta Batumi kuyruğu

Bir süre sonra o satıcı yaşlı kadının bize doğru geldiğini gördüm, elinde bir poşet var ve o poşette de iki kilo kadar mandalina, beni yanına çağırdı ve elindeki poşeti bana uzatıp, kestaneleri ayıklamamızı izlediğini ve çürük kestaneleri attığımızı, kestanelerden çıkan çürükler yerine de hakkımızı helal etmemiz için o iki kilo mandalinayı bize verdiğini söyledi kendi dilince, sarıldım kadına

Sarp’ta Batumi kuyruğu

 M. Kemal AYÇİÇEK-  26-27 Ekim 2012 
 

Kurban bayramının ikinci günü..hava yağışlı, yöre halkı bu yağmur için, “Kesilen kurban kanlarını temizleme yağmurudur” yorumunu yapıyor, genellikle Kurban Bayramları’nın ikinci gününde yağmur yağarsa daha yaygındır bu kanaat tabi. Yağmur yağsada “Batum’a gidelim” fikri ağır basınca, ailece doluştuk arabaya.Ankara’dan gelmiş kızımız ve damadımızla, eşim ve oğlumla birlikte gidiyoruz, daha evin önünden ayrılmıştık ki, “herkesin nüfus cüzdanı yanında mı?” diye sordum, aramızdan birinin nüfus cüzdanının evde unutulduğunu öğrenince oracıkta durduk ..biraz gülüşmeden sonra azcık da bekleyip, girdik yola.

Aracımızı sarp’ta bırakıp geçmeyi planlıyoruz Gürcistan’a, öyle de yaptık zaten. Kemalpaşa’da hafta günü gibi bir yoğunluk var, sokaklarda iğne atsanız yere düşmez bir hareketlilik, biraz ürküttü beni doğrusu. Bu, sınır kapısının ne kadar yoğun olduğunun aslında gitmeden görülmesi gibi bir şeydi. Daha önceden tecrübemize dayanarak, Kemalpaşa’ya gelmiş Gürcü pazarcılar vardı, o pazarı aradım, eski yerinde yoktu. Şimdi caddeden dere kenarına almışlar gürcü pazarını meğer..birisine sordum, “bugün gelmemişler, başka bir arkadaşta bakmıştı” dedi ama ben yinede gittim, şansım varmış bir gürcü erkek, tezgahını açıyor. Trabzon hurmasının kilosunu 1,5 liraya, bizim kokulu siyah üzümün kilosunu 3 liraya, limona benzeyen ama yemyeşil olan bir meyveyi de kilosunu 2,5 liraya satıyor. İlk defa gördüğüm bir meyve, “yazık, limonu daha olmadan toplamış, getirmiş satıyor” diye içimden geçiriyordum ki, bir tane alıp bana uzattı, ve tarifle soyarak tadına bakmamı istedi. Yenmez zannettiğim o limona benzeyen yemyeşil meyvenin ne tadı varmış hayret ettim, zaten adamın elinde olan 5 kilonun tamamını aldım. Meyvenin adına Peyhoya diyorlar Gürcice..

Sarp tünellerinde trafik yoğunluğu dikkat çekiyor, Batum’a geçme heyecanı ile sanırım genç ve sabırsız sürücülerin korna sesleri, tıkanmış trafiğin açılmasına farda etmiyor aksine gürültü kirliliğine tanık oluyoruz. Orada trafikte beklerken oğluma kimlikleri verip, kimlik kuyruğuna girmesini söylüyorum, biz aracı park edene kadar kaybedeceğimiz zamandan yararlanmak için, iyi de ediyoruz. Aracı normal park alanına park etmenin imkanı yok, otoparklar dolu, ayrıca araç kuyruğu da oldukça uzun ama insan kuyruğu çok daha uzun tabi. Saatlerce bekliyoruz geçiş belgesini alabilmek için, bu bekleyiş sırasında orada Gürcistan’dan getirdiği meyveleri satan bir yaşlı kadın vardı, mandalina, hurma, kestane, bal satıyordu. Bir kasada bulunan 10 kilo kestaneyi aldım, elli metre yakındaki dalgakıranlarda o kestanelerden hem yiyor hem de kurtlanmış olanları ayıklıyoruz. 

Bir süre sonra o satıcı yaşlı kadının bize doğru geldiğini gördüm, elinde bir poşet var ve o poşette de iki kilo kadar mandalina, beni yanına çağırdı ve elindeki poşeti bana uzatıp, kestaneleri ayıklamamızı izlediğini ve çürük kestaneleri attığımızı, kestanelerden çıkan çürükler yerine de hakkımızı helal etmemiz için o iki kilo mandalinayı bize verdiğini söyledi kendi dilince, sarıldım kadına, bir de fotoğraf çekilelim, seni tüm insanlık tanısın dedim ama adını bile soramadım. Şaşkındık ailece, kime anlattıysam da herkes şaşırdı. Gürcistan’ın Acara özerk Bölgesi’nin insanı işte..

 Yalnızca 1 lira verip, kimlikle geçiş olunca artık bayramı fırsat bilenler koşmuş buraya, tıpkı bizim gibi çoğunluğu çocuklu aileler..2,5 saattir kuyrukta bekleyen oğlumun yanına gittim, artık kuyruğun sonuna yaklaşmış ama ön tarafta bir grup, aynı gişe önünde oluşturulmuş ayrı ayrı dört kuyruk var ve 3 tane gişe düşünüldüğünde 12 ayrı kuyruk, orada bekleyenlerinde sabrını zorluyor. Araya sokulan kimlikler, el altından verilen topluca kimlikler, birbirine efelenen Trabzonlu, Rizeli, Artvinli ve yörenin lehçesi ile konuşan, hep “ben seni döverim, kes, sus, ben kimlik belgesi için sıra beklemem” havasında, kavgaya meyilli tiplerin birbirleri ile olan söz düellolarını izliyorum.

O arada bir de fotoğraf çekiyorum, aralarından bana da “fotoğraf çekmeni istemiyorlar” diye laf atanlar oluyorsa da dayak yemeden çıkıyorum aralarından, zaten belgelerimizi de alıp doğruca koşuyoruz sınır kapısındaki polis noktalarına ama oralarda da aynı kuyrukların daha az beklenilecek gişelerine, oradaki kuyruklardan da geçince Gürcistan Gümrük kısmına geçiyoruz, zaten o tarafta yoğunluk azalıyor ve kısa sürede geçiyoruz Sarpi’ye..Benim belge numaram 817567..

Tabi bu, sarp sınır kapısının kimlikle geçişlere açıldığı Mart ayından sonra girenleri mi gösteriyor, onu tam bilemiyorum..Daha önce geçiş yaptığım için işlemlerim kısa sürüyordu zaten. Hemen taksiciler yarım Türkçeleri ile karşılıyor, atlıyoruz Vota’nın taksisine yol alıyoruz Batum’a.bir döviz bürosunda türk paramızı lari’ye çeviriyoruz, 100 lirayı 90 lariden değişiyoruz. Vota, Türkiye’de kısa bir süre hapiste yatmış, “genç bir savcı, işini bilmiyordu, attı beni içeri, ama Tayyip Erdoğan iyi bakıyor mahkumlara, günde dört öğün yemek yiyordum, sağolsun” diyor, bir yıl Türkiye’ye giriş yasağı olduğunu, 1 Ekim'deki parlamento seçimlerinden zaferle çıkan "Gürcistan Hayali" koalisyonu lideri Bidzina İvanişvili’nin Sarp Sınırını artık kimlikle geçişe kapatacağını söylüyor, yarım Türkçesi ile. Ardından da, “Türkiye’den Batum’a gelenlerin burada neler yaptığını görseniz, siz de “Türküm” demekten utanırsınız, hep kavga, hep pislik” diye de ekliyor.

Grand Grill Restoran’a bırakıyor bizi taksici. Işık gösterilerinin yapıldığı bir yerde girdiğimiz Türk mutfağı ama ben Gürcistan’a ait bir şey yemek istiyorum, bizimkilerden farklı olarak, ne de olsa bu Gürcistan’a dördüncü gelişim. Her geldiğimde çok değişmiş gördüğüm Batum’un, Gürcistan’ın Batı’ya açık bir vitrin kent olduğunu, yapılarından, renkli ve gösterişli, albenisi ile dikkatleri çeken yapılanmasından anlıyorsunuz. Haçapuri istiyorum ben, ama Türkçe bilen genç garsondan ne olduğunu öğrenerek, bizim eskiden fırınlarımızda yaygın olarak, şimdi de salonlarda yenen açık peynirlinin (yağlı pide) tam kapalı hali Gürcistan’ın Haçapurisi..Işıklar altındaki su danslarını izliyoruz bir yandan da yemeğimizi yerken, güzel bir akşam oluyor. Aslında biz, şöyle bir iki saatliğine gitmiştik güya, erken dönüp, bayram için toplanan ailemizin tüm fertleri ile birlikte olacaktık ama olmadı, “Gidenle gelenin işini sadece Allah bilir” denir ya, bu söze uyduk anlayacağınız ve zamanı zorlamanın gereği olmadığına kanaat getirip, o geceyi Batum’a ayırdık. 

Daha önceki gidişimizde üç arkadaştık sadece ama şimdi ailece Batum’dayız, ailece de Türkiye’deki bir ilden bir başka ile gider gibi bir yolculukla yabancı bir ülkeye geçmek, iyi bir deneyim oluyor. Işık gösterilerini dışarıda izleyen çok sayıda turist görüyoruz, bunlar tur şirketleri ile Batum’a gitmiş tük ailelerdi.Yemekten sonra ters bina şeklinde yapılmış White Restourant’ı gezip,  fotoğraflar çektikten sonra bir Gürcü belediye otobüsüne binip, geçiyoruz özgürlük meydanına. Shreton otelinde olduğu Caminin bulunduğu, Türk sokağının olduğu yerleri yaya olarak geziyoruz.Liva pastanesinde ikişer çay içiyoruz, yağmur yağıyor bu sırada, hemen karşımızda Arhavi Restourant, Deniz Restourant, Mevlana Restourant, Arhavi Majurani derken bir hayli yorulduk. 24 saat cafe’ye girip, orada bir süre dinlenip çıktık. Ergün ve Şule, ilk fırsatta ve geniş zamanda yine Batum’a gelme planlarını yaparken, Yekta, “Gündüz de görmek lazım” diyerek, bir sonraki gidişimiz ne zaman olur baba dercesine, bana zarf atmaya çalışırken, eşim oğlunun söylediklerini tasdik edercesine gülüyordu o sıra.
 

Babası ve annesi Türkçe bilen Abdullah Devacı adındaki taksici  ile yirmi lari’ye Gürcistan Gümrük binalarının bulunduğu Sarpi’ye geri döndük. Taksici Abdullah’la konuşurken de, yeni Başbaşkanı Bidzina İvanişvili’nin gelmesi ile sarp sınır kapısından girişlere bir ayar verilebileceğini, kendisinin Türkleri çok sevdiğini ama bir çoğunun Batum’da sorun çıkardığını bu yüzden rahatsızlık duyulduğunu söylüyor. Gece yarısını geçerken de Türkiye’ye giriş yaptık. O kestaneleri ve Peyhoya’ları tüm aile bireyleri ile birlikte yerken, 12 yaşındaki yeğenim Peyhoya’yı çok sevince, “Ben şimdiye kadar böyle bir meyve yememiştim” diyor annemin yanında, Annem de lafa giriyor, “Ben 75 yaşına gittim, daha ben ilk defa yiyorum bu meyveyi sen nerden yiyecektin?” diye karşılık veriyor Yunus’a, gülüşüyoruz. Meyvenin tadını soruyorum, Kivi, Hanifta, limon, Ahududu, Avokado karışımı bir lezzet cevabını alıyorum.
 


FEİJOA ( KAYMAK AĞACI) 
GUATR İLACI FEİJOA MEYVESİ
Not: Bu yazımı okuduktan sonra araştırıp, bahsettiğim meyveyi bularak bizi uyaran İstanbul’dan sevgili okurumuz Günay Noyan’a teşekkür ediyorum.işte o meyvenin ayrıntılı bilgileri;

Tanımı:
Myrtaceae familyasına dahil olan bir türdür. Anavatanı Güney Amerika'dır Brezilya, Paraguay, Uruguay ve Kuzey Arjantin'de doğal olarak yetişmektedir. Avrupaya 19uncu asrın sonunda getirilmiştir. 20inci asrın başında ise Akdeniz ülkelerinde arboratum ve botanik bahçelerinde yer almaya başlamıştır. Feijoa dilimize Kaymak Ağacı olarak çevrilmiştir.
Meyvesi yaklaşık ceviz büyüklüğünde olup, yeşil renktedir. Meyve tohumu kivi tohumuna benzemekte , bir meyvede yaklaşık 25-30 adet tohum bulunmaktadır. Fidanlar dikildikten 3-5 yılda meyve vermeye başlamaktadır. Aroması çilek, muz, kivi karışımıdır.
İklim itibariyle ılıman iklime sahip bölgelerimizde özellikle Karadeniz ile Marmara, Ege, Akdeniz Bölgelerimizde de yetiştiği bilinmektedir.
İyot oranının yüksek olması en önemli özellikleri arasında yer alan ve bu özelliğinden dolayı guatr hastalığı tedavisinde kullanılan ‘feijoa’ meyvesi, yedi meyvenin tadını ve kokusunu içeriyor

Güncelleme Tarihi: 21 Kasım 2018, 21:35
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER