M. Kemal AYÇİÇEK- 11 Şubat 2013
Son zamanlar da Türkiye’de zaman zaman hızla gelişen gündem değişikliklerinden biri daha yaşanıyor. Şu Barış süreci.. Belki bu konunun medyada sıkça işleniyor olması, ister istemez bizim öbür alemlerde de etkisi altında kalmamıza sebep olabiliyor. İki farklı rüya gördüm, hani “Rüyasına itibar edilen” tiplerden olmasam da, rüyaların bana anlatmak istediği şeyler var elbet, bende salt beni ilgilendiren rüyayı, tüm insanlarla paylaşsam ne olur diye düşündüm, yazdım.
İlk rüyam da biraz ürktüm aslında, rüyayı görmüşüm bir kere, geri de alamam ama kendimden bile sakladım ilk gün, çünkü bu rüya öyle sıradan bir rüya gibi gelmedi bana da. Hem rüyamda gördüğüm, bu ülkede yediden yetmişe, hemen herkesin hakkın da mutlaka aleyhte de lehte de bir çok şey söylediği bir isimdi. Üstelik hapisteki bir insan ama ben onu öyle hapiste falan değil de bir yer sofrasın da sadece ikimiz bir sini de yemek yerken gördüm. Sağ tarafımda diz kurmuş oturuyordu yemekte, bende diz kurmuş oturuyorum ama orada dizlerim ağarmıyordu, ben bile hayret ettim bu duruma zaten. Neyse, o yemekte birlikte olduğumuz kişi İmralı’daki hükümlü Abdullah Öcalan’dı.
Hani bir roportaj için filan yanında değildim, nasıl olmuşsa bir bakır sinideyiz (bakır yer sofrası)işte. Yemeklerin ne olduğunu şimdi hatırlamıyorum ama yemeği yerken yaptığımız sohbet de öyle ülkeyi, bölüp, parçalamak üzerine de değildi. Sıradan bir sohbet, geçmişlerden dedelerden söz ediyorduk ki o sıra da önce elinde bir silahlı kadın ve arkasında da iki silahlı erkeğin sofraya yaklaşmasıyla anladım tehlikeli bir yerde olduğumu!..O elinde silahı olan kadın, giysilerini TV ve gazetelerden tanıdığımız bildiğimiz o kirli kahverenginden anladım, direk bana, “Sen buraya nerden geldin?” diye sordu ama öyle orada benim Abdullah Öcalan’la yemek yiyebiliyor olmamı filan pek takmadan, hem öyle bir destur filan gibi bir durumu da olmadan direk sorular sorunca, ben de oraya hangi yolla gittiğimi anlattım. Yol dediysem, öyle yasal olmayan bir yol değil, bu düpedüz bir güzergah arayışını sorguluyor. Verdiğim cevaptan sonra o iki erkek arkadaşına döndü, göz göze geldiler ve sonra bana, “Neden geldin?” diye sorunca, o zaman düşünmeye başladım işte, “Hapisteki bir insan, yani Abdullah Öcalan’la röportaj yapsam mı yapmasam mı?”
Orada kaygılandım, aklıma rahmetli Mehmet Ali Birand geldi, Fatih Altaylı geldi ama baktım aynı durumda değiliz, onların röportajlarını okumuştum ve yanlarında başkaları da vardı, yani onlar heyet gibi sayılırlardı ama ben yalnızdım ve üstelik öyle her hangi bir güvenlik aşamasından geçip de oraya gitmemiştim zaten. İşte o kadın terörist, meğer, güzergah sorumlusu ve benim onları nasıl atlatıp da oraya ulaşmış olmama sinirlenmiş ve o iki erkek arkadaşına da, “bu adam buraya nasıl gelebilmiş, demek ki bir güvenlik zaafımız var” dercesine hakaret ediyor, bağırıyor, hem de öyle Öcalan’ın yanındayız gibi bir kaygısı da olmaksızın.Ne sinir ne sinir , zaten ben de onun o yüksek sesle bağırıyor olmasına akıl erdiremedim. Tüm bunlar olurken o birlikte yemek yediğimiz Abdullah Öcalan’da, bizi seyrediyor, hafif bir tebessüm var suratında ama bakıyorum bana o kadın gibi kızgın da gelmiyor ve o onaylıyor. E bende zaten onunla sofradayım ve pek de kadının o bağırışlarına aldırmıyorum, sadece bekliyorum, beklerken de işte bir yandan da olayın yeni yeni farkına varıyorum ama o sırada da , “hadi konuştum ve yazdım diyelim, kim bilir hangi davalar açılır hakkım da, şimdi yok yere al başına belayı” diye kararsızlığıma bir son vermeye çalışıyorum. Zaten hani kul sıkışmayınca Hızır yetişmez ya, bende sıkışmış durumdaydım o sırada, rüyadan çıkıyorum, rahatlıyorum.
İkinci rüyamda da Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikteyiz, ben öyle Başbakanın davetli törenlerine pek gitmem zaten çok özel ve hani insan gibi olan gezilerine, yani devlet görevi dışında, sade vatandaş gibi olduğu yerlerde onunla birlikte oluyorum. Garip-guraba olayındayız, bir yardımlaşma yerinde bana da fikir soruyor, hem de adımı vererek, hani şu Karadeniz Milletvekilleri ile yaptığı toplantı da eski içişleri bakanı İdris Naim şahin’e takılmıştı ya, “Ordu nufusuna katkı yapmak için çok çalışmış bizim adris” diye, aynı sataşmayı bana güya fikir sorarken yapıyor. Sonra bende cevap veriyorum ona ama hem özel aracıyla hızlı hareket etmemizi söylüyor hem de sırılsıklam olmuş siyah bir paltosunu bana verip, “bunu bizim hanıma götür de yıkasın” diyor.
Ben koşturuyorum tabi hem o terden bir su olmuş paltoyu Emine hanıma vereceğim ve dönüp, tekrar Başbakan Erdoğan’ın o aracına yetişip, bineceğim. Yani tepem atıyor ama yapma bakalım, bir yandan koşuyorum, Emine hanım farklı bir mahalle de, o mahalleye kadar koştururken ben de ter kan için de kalıyorum neyse yetiştiriyorum paltoyu, veriyorum Emine hanım gülüyor ama başı örtülü olmadığını görünce de bir anda duraksıyorum, şüpheye düşüyorum, yoksa ben mi yanılıyorum, ben Emine hanımı hiç böyle başı açık görmedim, bu nerden çıktı diyorum kendi kendime, o da anlıyor benim şaşkınlığımı ama o fazla üzerinde durmuyor, alıyor paltoyu, “yine mi?” diyor sadece, bıkmış anlaşılan böyle ıslak paltolardan, onu anlıyorum söylediklerinden. Tam dönüyorum, bu kez başbakan Erdoğan’ın olduğu caddeyi karıştırıyorum, sanki gitmediğim bir cadde de buluyorum kendimi, oysa orasını avucumun içi gibi bilirdim ama olmuyor.
Velhasıl, dönüş yolunda nasıl oluyorsa arabayla dönüyorum ama yol dik ve sanki yeni yapılıyormuş gibi inşaat halindeki bir yol, baya bir rampası var, çıkabilir miyim, çıkamaz mıyım diye düşünürken üstten aşağıya bir ambulansın geldiğini görüyorum, o ambulans geçiyor, ardından da birkaç araba, ben aşağıda bekliyorum, tek şerit bir yol ama bir yolunu bulup ben de çıkıyorum oradan, tabi oldukça büyük bir çaba sarfettikten sonra ama tam bir cennet gibi düz bir ovada buluyorum onları. O dönüş yolunda bir halı saha maçına gidecek 3 tane çocuğu da maçlarına yetiştiriyorum, o maça da Başbakanla birlikte gidiyoruz, seyrediyoruz, bizim çocuklar galip geliyor, çocuklar gibi biz de onlarla o sevinci paylaşıyoruz. Tabi burada da galiba rüya olduğu için, kimse bize, “bakın eşek kadar adamlar, çocuklara uymuş onlar gibi seviniyor” diye de bakmıyor. Uyanıyorum ama bir dinlenmişlik bir rahatlık, sanki Ovit dağının zirvesindeyim gibi. Kalın sağlıcakla.