,

İstanbul'a veda ve askerlik

 M. Kemal AYÇİÇEK- 31 Ekim 2011  

Deprem oldu Van’da, 595 kişi yaşamını yitirdi. Geçen hafta çok kıyısından değinmiştim gerçi ama yinede ölenlere rahmet dileyebilmek için tekrarlamış olayım. Türkiye’de bir çok televizyon kanalının ortak yayınla Van ve Erciş’teki depremzedeler için yaptığı yardım kampanyası, çok hoşuma gitti. Bu olayı gerçekleştirenlere, yardımlarda bulunanlara içtenlikle teşekkür ediyorum. Annem, babam hala  Van depreminde yaşamını yitiren insanlar için dua ediyorlardı. Anneme, “Anne, şimdi bir yığın yardım toplandı, şimdi daha iyi bir Van ve Erciş olacak” dedim, annem, döndü bana, “Bana ne, o kadar insan ölmüş, o yardımlar onca insanı geri mi getirecek?” diyerek, ağlamasına devam etti, beni takmadı yani..Babam, bir eski defteri gösterdi, “bu senin galiba” dedi. Baktım, benim defterimmiş. Aldım, yazdıklarımı tekrar okudum yıllar sonra..Bu defterde  21 Mart 1982 tarihinde yazdığım   “İstanbul ve askerlik meselesi” başlıklı yazımı burada sizlerle de paylaşmak istedim.
“19 Mart 1982, Perşembe günüydü. Sabahleyin Hayati ile Beyoğlu’ndan  ayrılıp Cağaloğlu’na gelmiştik. Amcamın dükkanında biraz yardım ediyordum. Saat 15.15 sularıydı, Eminönü Askerlik şubesine gittim. Geçen pazartesi günü  Araklı’ya çektiğimiz telgrafın cevabı gelmiş, ne var ki o telgraftan bir şey anlaşılmamış ve benim sülüsümü hazırlayamamışlardı. Albay ikizler, bana kendi şubemden işlemlerin sonucunu almayı söyledi ve evrakları imza karşılığı bana verdi. Telgraf, şöyle diyordu; 
“Yiğitalan köyünden Ali oğlu   M.Kemal Ayçiçek, yoklama kaçağı değildir. Ancak, 1981 yılında okula gitmemişse, 16.piyade alay komutanlığına, edremit’e sevki”..herneyse dükkana döndüm akşam oldu. Numan ve Talha’yı da okuldan dükkana götürmüştüm. Dükkanı kapattık, çocuklarla görüştüm, Talha görüşürken “nere gideceksin sen eve gelmiyor musun gelsene” dedi. Ancak, randevum olduğunu daha sonra gidebileceğimi söyleyip, ayrıldık. Eve gittiğimde Hayati, çayı üstüne koymuştu bile. Biraz bekledik çay oldu. Bir ocak almış, elektrikli fakat üç saatte bir demliği zor ısıtıyordu. İki akşam öylece kahrını çektik. Cuma sabahıydı, erken kalktık. Ben dükkana vardığımda amcam Eyüp’le konuşuyorlardı. Bende katıldım aralarına, sonra Sultan Ahmet parkına gittim ve biraz gezdim. Amcam, öğleden sonra tahsilata gideceğini söyledi. Öylece gitmişti.
Tekrar dükkana döndüm, telefonla Süleyman’ı aradım.Ahmet Yiğit’le konuştuk. Osman amcadan Telefon  geldi derken amcamda geldi., “yahu nereye gitsem bırakmıyorlar, yok çay, yok biraz dinlen, ben gezemiyorum, sen çıkıver tahsilata” dedi. Ben de çıktım. O gün pek iş olmamıştı. Sadece birkaç yerden para alabilmiştim. Her neyse saat on yedi oldu. Hayati, ne zaman gideceğimi sordu. Telefonla yirmi otuza Trabzon’a ulusoy’dan yeri ayırdım, 27 nolu koltuk dedim.daha sonra gitme saatim geldi. Ben öylece Beyoğlu’na gidip,evdeki eşyalarımı aldım. Topkapı’ya geldim.Pasajdan ayrılırken Eyip’ü göremedim. Amcamla vedalaştım.Mahmut abiyle vedalaştım, Eyüp’ün saat sekizde terminalde olmasını söylemiştim. Terminale vardığımda Hayati bekliyordu. Bileti aldım. Biraz konuştuk Hayati (kaçar) ile. Hayati, bir dalgasıyla çıktığını daha sonra Ali beyin (patronu) kendisini kızla birlikte gördüğünü söyledi ve “şimdi ben ne yaparım” diyerek benden teselli bekliyordu. Bende o telaşla biraz teselli ettim ve otobis vaktim geldi. Ben telefon edeyim dedim, Askeri hastanede tanıştığım Göksel’i aradım. Memnun oldu.daha sonra mektupla askerde görüşmek üzere vedalaştık. Otobüse bindim. Yerimde bir başkası “pardon” diyip, yeri müsaade etmesini istedim. Gazeteleri ve dergileri koltuktaydı. “sizin mi beyefendi” dedim, “tabi, tabi” dedi.aa bir de “senmisin” demesin mi. Bir baktım, ağabeyimin Trabzon İmam Hatip Lisesi’nden ve benim daha sora teşkilattan tandığımım Selahaddin’di. Onu da Hayati ile tanıştırdım.
Tesadüf aynı otobüste Osman Ayvaz da vardı. Daha sonra Selahaddin ordu da inecek ve biz Osman’la Araklı’ya  gidecektik. Biz Hayati ile vedalaştık, çocuk tutup 800 tl verdi.zaten onunda parası yoktu. Fakat, arkadaş işte. Ve böylesi bir arkadaş, kardeşten yakın, Elazığlı Gaggoş işte..otobüs kalktı..İstanbul’dan ayrılıyordum, o çileli günlerimin, beni ağlatıp, güldüren, sevdirip, sevindiren İstanbul.Dillere destan olmuş, her şeyiyle dost ve düşman İstanbul. Evliyalar diyarı, yağmurunda acımadan islatan,soğuklarında üşüten, sıcak yeri olmayan sığınak yerim İstanbul’dan ayrılıyorum .Umursamıyordum. Selahaddin, “sen acı ayrılıyorsun” diyordu, Boğaz köprüsünden geçerken. Evet, acı ayrılıyordum.Hüzünlü ve kederliydim. Sonra Selahaddinle aile meselelerine, teşkilatlara,fikirlere ve arkadaşlara getirdik sözü. Ben Nusret’ten (Özcan) bahsetmiştim ve onun Çarşamba’da “baba” lakabıyla tanındığını söyledim. Yolculuğumuz otobüs ve personeli hariç çok iyi geçiyordu. Düzce’deki molada yemek ücretimizi Selahaddin ödedi.neyse Terme’ye geldik. İmran’ın çalıştığı yerde  ben Miktad baba ile telefonla görüştüm. İmran, önce tanımadı, sonra iltifatlar..
20 Mart 1982 Cumartesiydi. O gün Terme’den ayrılıp, Trabzon’a geldik. Ordan yine Ulusoy’un Rize otobüsüne binip Araklı’ya geldim.Şakire ablamın evinde, babaannem de orada hasta yatıyordu. Hoş sohbetin ardındna ben Rize’ye Hüseyin Hut ve Mehmet Aktaş’a daha sonra da İstanbul’a Ali Rıza Koska’ya telefon açtım. İlk gelen Rize’den Mehmet’in telefonuydu.Mehmet yokmuş, amcası yada dayısı telefona çıktı.not bıraktım. “Mehmet az önce çıktı “dedi. Az sonra Hüseyin’in telefonu çaldı. “görüş” dendi..” alo, aloo, ben kemal sen Hüseyin misin?” derken, Hüseyin benim İstanbul’dan attığım mektubu o gün aldığını söyledi. Karışık olduğunu söyledi, mektupla görüşmek üzere vedalaştık. Bir duş aldım, İstanbul’u Ali rıza’yı bağlattım, Ali Rıza’nın konseri varmış. Bugün 21 Mart 1982, şimdi Gugulas’a giden bir minibüsteyim. Ömer’le köye gidiyoruz. Amma bekledik yani hadi hayırlısı”..
1982 de yazılmış bir “anılarım” dandı bu yazı. Aradan yıllar geçmiş, iyi ki yazmışım. Boşuna dememişler, “söz uçar yazı kalır” diye, değil mi? Benim için de bir nostalji oldu. Yoksa bu defter olmasaydı, o yıllarda yazdığım bir yazıyı şimdi size aktaramazdım bile. Hem bakın, telefon yazdırıyorum, duş alıyorum ondan sonra da İstanbul bağlanıyor..o yıllar öyleydi işte.. şimdi ki gibi her şey güllük gülistanlık değildi, biz o yıllardan bugüne geldik. Kıymetini bilelim, hala bu bizim o yıllardaki yaşamımızı bugün yaşayanlar var. O günün Türkiye’si 47 milyondu, bugün 74 milyon olmuşuz.. Askere gidiyorum, o zaman bu telgrafla haberleşme var ve ben askere gitmek istiyorum İstanbul’dan ve yabancı şube olduğundan Araklı’ya telgraf çekiyorlar ama gelen cevaptan net bir şey anlamıyorlar. Bu yüzden beni memleketimden sülüs almaya gönderiyorlar. Bende gerçekten de bir haftada askere alınıyorum…kalın sağlıcakla..
YORUM EKLE