M. Kemal AYÇİÇEK- 12 Mart 2012
Yıllar önce vefat etmiş ağabeyini rüyasında görmüş yetmiş yaşındaki kadın, onu anlatıyor. Rüyası, onu çok mutlu etmiş, kendisini en çok seven ama yıllar önce ölmüş ağabeyini görmüş evin kapısının hemen önünde, sonra , “içeri gel abi” demiş, ama ağabeyi, eve girmeyi kabul etmemiş, “ben gelmiyorum şakire, kapat kapıyı” demiş. Ağabeyini tanıyor, babasının bir benzeri de o. Bir şeyi söylediğinde, onu yapar, geri adım atmaz, ne kadar israr etseniz de değiştirmez kararını. Sonra diyor, “bana döndü, baktı, anladım kararlı olduğunu, gelmeyecek ama bana öyle bir baktı ki, hep hatırladığım o ağabeyimin bakışı, çok güzel bir hasret giderdim ağabeyimle rüyamda” diyor, ardından gülümsüyor.
Ali Ağabeyinin ölümünden iki gün önce en ufak kızı bir rüya görmüş, buna anlatmış rüyasını.kızı, “kargalar başıma kondu ve kafamı kutladılar” deyince, “yüreğime bir ürperti düştü, korktum, o ürperti işte meğer Ali ağabeyimin ölüm haberiymiş” diye ekliyor. Televizyonda yeni eğitim sistemi ile ilgili kanun tasarısı teklifi komisyonda kabul edilmiş, komisyon başkanı Nabi Avcı’nın basın toplantısı sırasında anlatıyor bunları. Ardından da , “nedur bunların zoru, hangisi haklı, neden kavga etmişler” diye soruyor bana..Onu rüyalarına götüren aslında insanların neden kavga edip, kalp kırıyor olmalarıymış..kadınlar gününden, son dönemlerde 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerine yargının el atmış olmasına, Muş’taki kar altında kalmış evlerinin karını atamayan yaşlı karı ve kocanın hayatına, Japonya’da geçen yıl ki Tusunami felaketinin yıl dönümünde yeni yayınlanan görüntülere yorumlar yapıyor. Bakıyorum, o geçmiş ve günümüzle bağlantıları öylesine kuruyor ve öylesine değerlendiriyor ki, sanki görevini hakkıyla yapan bir başdanışman. Merve Kavakçı’nın haklarının iadesinden, Erbakan’a yapılan haksızlıklara, Yeni Anayasa yapım çalışmalarına her konuda bilgi sahibi ama mesela, “nedir bu anayasa?” diye soruyor bana.. Anlatıyorum Anayasa’nın ne demek olduğunu, “o zaman tamam doğrusu bu tabi askerlerin yaptığı Anayasa olur mu, bizim seçtiğimiz insanlar yapsın da millet rahat etsin” diyor.
Sonra “teröristler kim, solcular mı” diye soruyor, ona da cevap veriyorum. Sonra da , “ne oluyor, bitecek mi?” diye soruyor. Şuanda nelerin yapılmakta olduğunu soruyor, bildiğim kadarı ile anlatıyorum, son olarak mesela Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mardin’de, kürt annelere seslendiğini söylüyorum, “ne kadar doğru yapmış annenin kürdü türkü mü olur oğul, annelerin yüreği yanmasın” diyip, yine o rüyasında gördüğü ağabeyine getiriyor lafı, “öylesine kadınlara değer verirdi, o kadar acırdı ki, su istemlisini gelir omzumdan alırdı ki sen yorulma, sen kadınsın, sen çok değerlisin der, yükümüze girerdi” diyerek, rahmet okuyor ağabeyine. Okul okumamışlar belki ama hani denir ya hayat okulundan mezuniyet olsa, on üzerinden on puan alarak okul bitirecek bir akıl, zeka ve dinç bir bilgelik. Kulakları ağır işitmemiş olsa, o yukarda bana sorduklarını da sormazdı aslında, o haberleri izlerken tam anlayamadığı, sadece duyamadığı ayrıntılar. O da televizyonun sesinin değişmesinden ya da o sırada sobaya attığı odunların gürültüsünden kaçırıyor ayrıntıları..
Gurbetten gelen telefonlar
Gurbette olanlar genellikle daha genç kuşaktakiler olunca memleketi arayanlarda onlar oluyor. Köylerde kalmış Karadenizli yaşlı kuşaktan birisini arıyor İstanbul’daki bir yakını telefonla, “ne var ne yok oralar da ne yapıyorsunuz, nasılsınız?” diye soruyor. O eski kuşak Karadenizli Hüseyin amca cevap veriyor, “iyilik oğul, ne olsun işte bekliyoruz ki kar yağsın da, kardan adam yapalım da ona bir selam verelum, başka bir şey ettuğumuz yok, hamd olsun canımız sağ işte, başkaca bir sıkıntımız yok”..yaşı seksenin üzerinde bizim Hüseyin amcanın, eşi bir hayli zamandır Ankara’da ve evde kızıyla birlikte kalıyor. Yatmak istiyor ama kızı, basının erken yatmasına itiraz ediyor olacak ki, babası, “ben yatmaya gidiyorum kızım” dediği sırada, kızı, “baba saat daha erken, bu saatte neden yatıyorsun ki” diye soruyor, babası gülüyor, “kızım, yatayım da belki bi rüya görürüm ve o rüyada belki bir de insan görür de onlara selam veririm diye yatıyorum” cevabını veriyor. Bunlar, uydurulmuş şeyler değil, birer fıkra da değil, karadenizdeki ıssızlığın, yalnızlığın, terk edilmişliğin birer dışa vurumu aslında.
Hava kararmış, çevrede hafif de kar var. Ama yolda ışıklar parıldıyor. önce mahalledeki çobanın koyun köpeklerinin havlamalarını duyuyorum, ardından da bir fındıklıktan yolun karşısındaki fındıklığa ardı ardına geçen domuzları görüyorum. Aramızda elli metre bir mesafe var ve domuz sürüsü, birer manda gibi kafaları yerde hızlı bir seremoni yapıp geçiyorlar. Önceleri domuzlar böylesine mahallelerin içinden kolay kolay geçemezlerdi, ama onlarda anlamış artık Karadeniz köylerindeki ıssızlığı, sessizliği, belki bunun tadını çıkarıyorlardır kim bilir.
Her gün kar yağıyor ama
Rafet benim muhbirim, ne olup bittiğini bana en safiyane bir şekilde, katıksız anlatan biridir. Bende ona güvenirim tabi, ne de olsa haber kaynağımdır. Karadeniz’de köylere her akşam kar yağıyor son iki haftadır. Bunu Rafet anlatıyor bana, “öyle bir kar yağıyor ki şaşarsın, akşama doğru başlıyor, tam ben ‘oh artık yarın okullar tatil olur ’ diyip yatarken, sabah bir kalkıyorum güneş, kar gitmiş.meğer kar yağıyor akşamları, koyunlar sabahları otlasın diye fırsat veriyor, koyunlar doyunca yeniden yağıyor. Bu hep böyle tekrarlayıp durdu, yani koyunlara göre kar yağıyor bizim köye anlayacağın” diyor.
Cemaatten şahit çıkmamış!
Hocanın adı Osman, Cuma günü vaaz verirken cemaate, “Güya ben burada Cuma vaazlarımda Atatürk’e hakaret etmişim de bu yüzden haftaya Perşembe günü benim mahkemem var, benim sizlere ne söyleyip söylemediğim ortada, siz bu vaazları hep dinliyordunuz, bana 3 tane şahit lazım, içinizden 3 gönüllü benimle mahkemeye gelebilir mi?” diye soruyor, cemaat suskun, kimin yüzüne bakıyorsa o baktığı cemaat, başını yere eğiyor. Hocaya şahitlik edecek kimse çıkmıyor cemaatinden. Sonra hoca maaş almak için banka önündeki Atm’de işlem yaparken yaşlı birisi bunun işlem yapmasını bekliyor büyük bir sabırla, ardından da, “hoca geçmiş olsun duydum ki mahkemeye çıkmışsın, çok üzüldüm” diyor. Hoca şaşırıyor, ama anlıyor, cemaat kendi arasında bu işi yaymış, hatta hocanın babasına oğlunun cezaevine düştüğünü söylüyorlar, ardından baba bunları telefonla oğluna anlatıyor. Oysa hoca, “ben bir misal verdim cemaate, bu Dünya’daki mahkemede şahitlik yapacak 3 kişinin cesaret edip çıkmadığı cemaat, öbür dünyadaki mahkeme-i kübra’ya hangi cesaretle çıkacak? Benim hapse düştüğümü babama yetiştirmekte nerdeyse yarışmış, ama ben bu Dünya’daki mahkeme ile öbür Dünya’daki mahkemelerden söz ediyordum, öyle bir ifade olayı da yoktu ama beni hapse bile atmışlar. Bana o vaazımda üç kişi ‘şahit ben olayım’ deseydi, ben onlara Araklı’da yağlı peynirli ikram edecektim”diyor ve gülüyor.kıssadan hisse işte..kalın sağlıcakla.