M. Kemal AYÇİÇEK – 27 Eylül 2014
Türkiye’de “çok güzel şeyler olacak” eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün ifadesiyle ama bu güzel şeylerin olmasının şartlarının da oluşması lazım. Türkiye, son yılların en zor dönemini yaşıyor.20. yüzyılın bölgesinde biriktirdiği sorunlarını daha yeni yeni aşma durumuna geldi. Bu sadece Türkiye’ye bağlı bir gelişme de değil, coğrafi konum ve çevre ülkelerdeki olumsuz etkenler de Türkiye’nin zorluklarla boğuşmasının temel nedenleri. Irak ve Suriye sınırından Türkiye’yi tehdit eden İŞİD terörü, işin sadece görünen boyutu!
Çeşitli isimlendirmelerle Türkiye, kendi içinde kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliği tehdidini yaşadığı PKK terörünü hepten ortadan kaldırma kararlılığını ortaya koyduktan sonra belli terör destekçiliğinden geçinen iç ve dış mihrakların da boy hedefi haline geldi. Son olarak Çözüm süreci için bölge bölge halka inen “Akil insanlar” bile görev aldı. Türkiye, Devlet olarak her türlü sivil danışma ve görüş alma misyonunu yerine getirirken, çözüm sürecinin diğer muhatabı olarak Kandil, sürekli elindeki silahı ya da kabzasını göstererek sözde çözüm sürecine katılır gibi oldu
Türkiye, Devlet olarak Çözüm süreci kararlılığını yıllardır sürdürme adına fikri olanların bu çözüm sürecine katkısı için “Akil insanlar” oluşturup, görüşler derledi. Ola ki aksayan, gözden kaçan, hatırlanmayan meseleleri de görebilme adına yaptı bu diyalog çalışmalarını. İmralı’da Abdullah Öcalan, belirli heyetlerle görüşebiliyor. Ama ya Kandil kanadı? Kürtler, bu çözüm süreci için sadece Kandil’in ne deyip, demediğine mi bakacak? Türkiye’de silahı elinde bulunduran asker, çözüm sürecinde etkin bir rol de değil ama çözüm süreci muhataplarından Kandil de ise, elinde silah olanlar hala sürecin etkin rolcüleri durumundalar. Madem bu bir çözüm sürecidir, o halde Kürtlerin “Akil insanları” yok mudur? O Kürtlerin “Akil insanları”nın silahlardan arınmış, daha insani, daha kapsayıcı daha evrensel düşünürleri yok mu? Şimdi tam da işte Akil Kürtlerin konuşma zamanıdır!
Türkiye, Suriye sınırın da Kobani’de İŞİD saldırılarından kaçan Suriyeli Kürtlere sınırı açarken, Kandil’den bu insani davranışa, “Türkiye, Suriyeli kürtlere kapı açarak Kobani’yi boşaltmayı amaçlıyor” diye açıklamalar yapılıp, ardından Türkiye’deki kürt gençleri Kobani’yi savunmak için Suriye’ye geçmeye çağırıyor! Yetmiyor, Türkiye’nin tel örgüleri sökülüyor, karşı tarafa geçiliyor, ardından aynı grup bu kez de geri dönüyor! Tüm bunlarla Türkiye’nin Dış Politikasına atıflar yapılıp, İŞİD’le işbirliği iddialarını dillendirerek, Dünya’ya Türkiye gammazlanıyor! Ayrıca yine Kandil, İŞİD terörünü öne sürülerek, Türkiye’de çözüm süreci için tehditkar açıklamalar yapılıyor. Şüphesiz ki Akil kürtler, Kandil’in bu süreçte işlettiği akıla itiraz ederler! Bir yanda Suriye ve Irak’ta gözü dönmüş, çoluk çocuk , kadın erkek demeden boğaz kesen İŞİD’in sivil halka saldırıları varken, bu saldırılardan canını kurtarmak için kaçan mazlum insanlara kapıların ı açan Türkiye var ama ne hikmetse Türkiye, kapılarını açtı diye bile düşmanlıkla itham edilebiliyor! Bu olanlar, normal bir insanın anlamakta zorlanacağı gizeme sahip, ard niyetlerin ürünüdür. Her güncel olayı, adeta bir fırsata dönüştürme mantığı ile çözüm süreci için güya kazanım elde etme kurnazlığına Türkiye boyun eğer mi? Böyle bir siyasetle halkların kardeşliği sağlanabilir mi?
Oysa bakın Abdullah Öcalan, 21 Mart 2013 yılında, Diyarbakır meydanın da okunan mektubun da;
“… Artık sınır ötesine çekilme aşamasına gelinmiştir. Bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteciğine inanıyorum. Bu son değil yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil yeni bir mücadeleyi başlatmaktır. Kürdistan ve Anadolu'ya yaraşır şekilde tüm halkların kültürlerin eşit şekilde oluşması için herkese eşit sorumluluklar düşüyor. En az Kürtler kadar Ermenileri Türkmenleri Arapları da yakılan ateşten kaynaklı kendi öz eşitlikleri olarak yaşama çağırıyorum.
Saygı değer Türkiye halkı. Bugün Türk halkı bilmeli Kürtlerle 100 yıldır İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşliğe dayanır. Bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar asimilasyon olmamalıdır. Kapitalist modernleşmeye dayalı halkı bağlamayan elitin çabaları bitmiştir. Bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için Ortadoğu’nun iki stratejik gücü olarak kendi öz ve uygarlıklara uygun şekilde demokratik modernliğimizi inşa etmeye çağırıyorum Bu çağrıya cevap veren yok mu?
Zaman helalleşmenin zamanıdır. 1920'de orta geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek geleceğimizi birlikte kurmamız gerektiği gerçeğidir. TBMM'nin kuruluşundaki ruh yeni dönemi aydınlatmalıdır. Kadınları, ezilen mezhepleri ve kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfı temsilcileri ve herkesi çıkışın yeni seçeneği olan demokratik modernite sisteminde yer tutmaya çağırıyorum. Ortadoğu ve Orta Asya demokratik bir düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe model arayışı ekmek kadar ihtiyaçtır. Bu modele Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının öncülük etmesi kaçınılmazdır. Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı'nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz. Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum. Son 90 yılın hata ve eksikliklerine rağmen mağdur edilmiş halkları ve sınıfları yanımıza alarak bir model inşa etmeye çağırıyoruz. Bu çağrıya bir selam!
Biz kapsamının genişleyici kapsamı dar iktidar seçkinliğiyle teke indirilmiştir. Biz kavramına eski ruhu verilmelidir. Bizi bölmek isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere inat birleşeceğiz. Zamanın ruhunu okuyamayanlar tarihin çöp sepetine giderler. Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir.Bu Newroz hepimize müjdedir. Hz. Musa, Hz İsa ve Hz Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler bugün yeniden harekete geçiyor. Yeni mücadelenin zeminin fikir ideoloji ve demokratik siyasettir. Yeni mücadelenin zemini demokratik siyasettir. Demokratik mücadele başlatmaktır. Selam olsun bu sürece güç verenlere. Demokratik barış sürecini destekleyenlere. Selam olsun halkların kardeşliği için sorumluluk üstlenenlere. Yaşasın Nevruz! Yaşasın halkların kardeşliği!” diyordu. Şimdi Kürtlerin akil insanlarına sormak lazım, bu mektup içeriği ile Kandil açıklamaları bağdaşıyor mu? Kalın sağlıcakla.