,

Meğer, Himmet toplantısındaymışım!

M. Kemal AYÇİÇEK – 10 Şubat 2014
 


Ortaokuldan sıra arkadaşımla konuşuyoruz. O zamanlardan bilirim babasının “Nur Cemaati” nin önde gelen isimlerinden biri olduğunu, ara sıra dükkânlarına gittiğimiz de sohbetlerine baktığımız da pek bir şey anlayamazdık. Terzilik yapardı o yıllar da ama terzilik mesleği de o yıllar, itibarı olan mesleklerdendi. Bir insanın giyimi ve kuşamını el emeği ile üretmek kolay olmasa gerek. Oğlu da bizim dükkânlardan aldığımız takım elbiseleri giyerken, babasının özenle diktiği elbiseleri giyerdi. Yıllar geçtikçe de sıra arkadaşımla farklı iller de olmamıza rağmen bağımız kopmadı. Konuşmalarımız, yine o öğrencilik yıllarımızdaki gibi içten ve samimidir.



Türkiye’nin halini konuşurken söz ister istemez Fethullah Gülen’e de gelince, onunla 11 yaşında Erzurum’da tanıştığını, Fethullah Gülen’in kendisini sevdiğini, kimin oğlu olduğunu sorduğunu ve babasıyla da orada görüştüklerini anlattı. O yıllardan itibaren Gülen’i yakından izlediğini de aktardı. Kendileri de hala “Nur cemaati” içinde hizmetlerini sürdürüyorlar. Rize’de bir gün “Himmet” toplantısına davet edildiğini anlatırken, “Hep tanınmış insanlar var. Himmet toplantısı sonun da başlandı taahhütlerde bulunulmaya. Birisi çıktı benden beş milyon dedi, bir başkası benden on milyon dedi, sıra bana geldi, ben taahhütte bulunmadım. Çünkü biz de aynı hizmeti sürdürüyoruz. Nerde görülmüş bir vakfın bir başka vakfa yardımda bulunduğu. Bir bakıyorsun, bir telefon geliyor, nedir diye bakıyorsun, “sana 3 kurban yazdım” diyor. Emrivakilerle yardım mı olurmuş. Ben zaten öğrenci okutuyorum, kurbanı keserim onlara. Yani elini verince koluna bile razı olunmayan bir Himmet toplantısı. Çıktım”.
 


Fethullah Gülen’in kendilerinin bildiği ve izlediği Risale-i Nur Külliyatı'nın yazarı ve Nur Cemaati'nin ilk lideri Bedîuz-zamân lakabı ile bilinen "Molla Said", "Molla Said-i Meşhur", "Said-i Nursî", "Said-i Kürdî" ‘nin çizgisinden uzak olduğunu anlattı. On yıl önce Kendilerine getirilen bir CD’yi dinlerken, Gülen’in kendisinin “Beni Vatikan toprağına gömersiniz” ifadesini kullandığını söylüyor. Kendisine gelen bir telefonda Zaman Gazetesi’ne abone olmadığı için oğlunun sınava giremeyeceğinin söylendiğini, bunun üzerine de oğlunu o dershaneden aldığını ifade ederken bu tarz örneklerin fazlasıyla yaşandığını ifade ediyor. Tabi Cemaatleri yıllardır bende izlerim, benim de bir yığın anım var onlarla ilgili fakat ben biraz da bilinçsizce girmişim aralarına meğer. Sıra arkadaşımın anlatmasından sonra benim de Samsun’da bir davete gidişim aklıma geldi. Ben de onu anlattım, arkadaşım “Hah işte, Himmet toplantısı” deyiverdi. Meğer, bende gitmişim Himmet toplantılarına ama ben ne anlarım Himmet’ten, mimmetten! Ben aralarında hani bir atasözümüz vardır ya, “"Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede", o misaldi kısaca.



Sıra arkadaşım bu Himmet toplantısını detaylandırırken de “ Bunun adına "himmet toplantısı" denir. Ve senede bir kez Ramazan ayı içinde yapılır. "Himmet toplantıları" da kategorize edilerek yapılır.
 


Çünkü koskoca bir ilin bütün himmet edenlerini bir salonda toplayabilmek çok güçtür. Mesela on beş milyonluk şehir İstanbul’u bir düşünün. Tüm himmet sahiplerini bir araya getirmeye çalışsanız yüzbinleri bulur. Bunun için; "himmet toplantıları" da kategorilere ayrılmıştır.
 


"Üst sanayici ve işadamı himmet toplantısı" , "Orta sanayici ve işadamı himmet toplantısı" , "üst esnaf himmet toplantısı" , "orta esnaf himmet toplantısı" , "alt derece esnaf himmet toplantısı" , "memur-bürokrat himmet toplantısı" gibi kategorilere ayrılarak yapılır.
 


Tabii bu kategorizeler küçük iller de de belli kademeler de yapılır. İlk önce geçmiş yıllarda yapılan hizmetlerin anlatıldığı bir sine vizyon gösterisi yapılır. Sonra da gelecekte yapılacaklardan bahsedilir. O ilin en önde gelen ve etkileyici hatibi duygusal bir konuşma yaparak Himmet’in gerekliliğinden ve faziletinden bahseder. Verileceklerin de, o verileceklerle yapılacak işlerin de Allah rızası için olduğu vurgulanır.
 


Konuşmanın ardından da, en büyük meblağlardan başlamak üzere bir yıllık para taahhütleri -el kaldırarak miktarı söylemekle- verilir. Hani şu açık artırmalar gibi, oraya gelenler Taahhütler de birbirleri ile yarıştırılır.
 


Taahhüt edenleri duygusal bir ortam oluşturarak bir birleri ile yarıştırırlar. İnsanlar oraya zaten, vereceği miktarı kafasında daha önceden tasarlayarak gelirler ve orada da taahhüt ederler. Yani, bu toplantı her sene aynı rutin şekilde yapıldığından, orada hiç bir sürprizle karşılaşmazlar. Sadece tatlı bir rekabet vardır.



Hayır da ve verme de rekabet olayıdır. İşte en büyük gelir de bu şekilde elde edilir. Şimdi bu taahhütlerde bulunan insanlara senetler yapılır ve bu taahhütler yerine getirilmezse de şimdiler de yaygındır bu kapınıza icra gelir, o taahhütlerinizi ödemediniz diye. Böylesine güya yardım ve hizmet anlayışı var. Oysa yardım, gönülden yapılandır, sağ elin verdiğinden sol elin haberdar olmayışıdır. Bunlar, senin zekâtını senetle ipotek altına alma mantığındalar. Bunun dini bir vecibe olmayla da alakası yoktur” diyor. Tabi daha ilginç tespitleri de var ama ben o kadarını yazabilme cesaretini kendimde göremiyorum. Anlarsınız artık!



Baktım ki kimileri iyi niyetli insanları kullanmak için dini değerleri bir kılıf uydurmuş, nasılsa yardımsever insanlarız diyerek de bir cemaat olmuş bir grup olmuş hayırsever insanların duygularını çeşitli isimlerle sömürü aracına çevirmiş. Nasılsa Müslüman toplumuz, nasılsa duygusal insanlarız, ne kadar insani değerlerimiz varsa onu sömürmek için birileri mutlaka bir köşe başını tutmuş, oradan geçen insanları adeta avlıyor. Siz siz olun yardımda bulunacaksanız en yakınızdan başlayın düşünmeye, kim zekât hak ediyor, kim kurban kesemiyor, kime yardım edersem Allah, onun sayesinde benim yardımımı rızasıyla kabulden sayar, ona göre yardım yapın. Bilmem hangi hoca, bilmem hangi cemaat “ver” dedi diye, kimse bir kuruşunu o tarz yerlere ve tiplere kaptırmasın. Başka ne diyelim, kalın sağlıcakla.



 

YORUM EKLE