M. Kemal AYÇİÇEK – 5 Aralık 2011
Kırk beş yaşında bir adam, yirmi iki yıldan beri sürekli Türkiye’ye üzerinden Ürdün’e gidip, gelen biri, Abhazya’dan. Yani Rusya’nın özerk cumhuriyetlerinden birinde yaşıyor..Çerkez, aynı zaman da Ürdün ve Rusya pasaportları da var, tam 6 dil biliyor. Bu yıl Mayıs ayında, gemi ile İstanbul’a orada da Ürdün’e geçmiş, dönüşü karayolundan yapmış ve Suriye’ye girmiş ama tam altı ay boyunca Suriye’den ne Ürdün’e ne de Türkiye’ye geçememiş. “casussun” demiş tutmuşlar adamı, tam altı ay boyunca..
On beş yılı aşkın süredir tanışıyoruz. Her gelip, gidişinde muhabbetimiz var. Zeytin ve sucuk düşkünü. Türkiye’de Kahramanmaraş ve Göksu’da akrabaları var. Hem iyi sayılır derecede Türkçe’ye de hakim, o altı dilden biri de zaten Türkçe. İngilizce, Rusça, Arapça, Türkçe,Çerkezce, Gürcü dillerini biliyor. Suriye’den altı ay sonra bir yolunu bulup, kurtulmuş nihayet ya musafaha yaparken, “ben yeni doğmuş biriyim, Dünya’ya yeniden geldim” diye sıkıca sarıldık. Öylesine konuşuyor ki, ben yaşadıklarını anlamakta güçlük çekiyorum. Tekrar tekrar anlattırmak zorunda kalıyorum, Türkçesi iyi ama meramını tam anlamıyla da anlatacak düzeyde değil tabi. Ama anlattıklarından sonra, “adam altı dil biliyor ve Suriye’de hem de anadili gibi Arapça konuşuyor olmasına rağmen derdini tam 6 ayda mı anlatabilmiş” diye düşünüyorum, bir de o sıra Empati yapıp, kendimi onun yerine koyuyorum. Demek ki benim Suriye’den öyle altı ayda çıkmamı bir kenara bırakın 6 sene de zor yırtardım. Ne korkunç bir olay, düşünsenize hele bir de sizin başınıza gelse ne yapardınız?
Tanıdıkları varmış Suriye’de ama ne fayda o tanıdıklarına, bildiği 6 dile rağmen tam altı ay boyunca Suriye’den dışarıya çıkamamış olması, Abhazya’da bulunan ailesinin geçimini zora sokmuş, ailesi Abhazya’da mağdur olmuş, kendisi Suriye’de. Yaşadıklarını anlatırken zaman zaman gözleri doluyor, biraz konuyu değiştiriyor ama yeniden Suriye’ye dönüyor. İnternet’in yasaklanmasından önce skype ile görüşebiliyormuş ama onunda yasaklanmasıyla tamamen bir mahrumiyet yaşamış.”cep telefonunu bir yere yönelttiğiniz de vuruluyorsunuz, çekim yaptığınızı zannedip, vuruyorlar. Kim güvenlik görevlisi, kim değil belli değil tam bir kaos ortamı” diye özetliyor Suriye’deki durumu. Beşşar Esad’ın aydın biri olduğunu ama çevresinin onu da boğduğunu ve yanlışa ittiğini söylerken, “paranız varsa, canınız paranız kadar kurtulabiliyor, parasız biriyseniz zaten sizin canınızın da hiçbir önemi yok” diyor.
Aynı adam , İsrail’in ABD’den habersiz 2012 yılının ilk aylarında İran’a sadece havadan belli hedeflere olmak üzere saldıracağı kaygısını dile getirirken, “sonra sıra Suriye’ye gelecek, ama Suriye’ye İsrail tek başına mı saldırır onu bilmiyorum” diyor. Adını bilerek vermiyorum, yol arkadaşlığımız oldu.bir çok konuda konuştuk, bana özellikle , “Çerkezleri yaz” diyor. Sanki yazdıklarımla Dünya’da sorunlar çözülüyormuşçasına, gülüyorum. Bir gün boyunca bölgede geziyoruz. “Osmanlı” yerine “Osman”ı diyebiliyor sadece, Rusya’nın tehcir politikasından söz ediyor. Türkiye’de nerede ne kadar Çerkez’in varlığından, Türkiye’nin özellikle de Ortadoğu’da uyguladığı politikalara kadar her şeyi konuşuyoruz. Ama tüm konuşmalarımızın sonunda ben yine dönüp, Türkiye’de bize doğru dürüst bir tarih bilgisi verilmemiş olmasına hayıflanıyorum. Türkiye’nın dışında olan insanlar, Türkiye ile bir bağları varsa onlar tarihi ne yazık ki bizlerden çok daha iyi ve sağlam biliyor. Bunu çay içmek üzere uğradığımız da Eminbey’de söylüyor. Arkadaşımı tanıştırdıktan sonra bir süre sohbet ettikten sonra Eminbey, “bu da hani şu TRT 1’de Sakarya Fırat dizisindeki Süleyman gibi” diyor. O dizi de Kerkük’lü Süleyman, Uzman Osman’ın bilmediği tarihi bilgelikleri sergiliyor ya zaman zaman, aynı şeyi işte. Eminbey’in de dikkatini bu çekiyor. Eminbey’de ben de az buçuk tarih okuduk ama okuduklarımızla Türkiye ile bağı olan Türkiye dışında kalmış olanların tarihi derinlikleri hiç de örtüşmüyor maalesef.
Aynı adam İsrail’den söz ederken İsrail’in ilk Genel Kurmay Başkanı Haim Leskov’un kendi milletine söylediği bir sözü anlatıyor. Oda Müslümanlardan ne zaman korkulması gerektiği ile ilgili bir söz bu. Yahudilerin müslümanlardan korktuklarını gözlemleyen İsrail’in ilk Genel Kurmay Başkanı Haim Leskov, bu kaygı ve korkuyu duyan yahudilere, “Ne zaman ki müslümanlar, Cuma namazlarındaki gibi sabah namazlarında da aynı katılımla namaz kılarlarsa işte o zaman müslümanlardan korkulur onun dışında Müslümanlardan korkmanıza gerek yok” diye onların yüreğine su serpermiş. Bu sözün bir benzerini de internette “ismailağa yazıları”nda rastladım, orada da aynı söz şu şekilde naklediliyor; “Oradaki toplantıda bir doktor söz alıp konuştu ve şöyle dedi: “Yahudilerin en korkulu rüyası Müslümanlardır. Onların kitabında gördüm diyor ki:’Müslümanlardan hiç korkmayın! Ne zaman kadar? Camilerinde yatsı ve sabah namazlarındaki cemaat, ne zaman Cuma ve bayram namazlarındaki gibi dolarsa, işte o zaman korkun!”
Benim sözünü ettiğim tabiki de doktor değil, yani aynı adam olamaz ve benim arkadaşımın İsmailağa ile uzaktan ve yakından hiç bir alakası yok.hani belki “misyonerdir bu adam” diyenleriniz olabilir diye bunu ısrarla yazıyorum, öyle sandığınız bir tip değil.ha altı dil bilen adam da boş adam değildir elbette ama tüm o aklınızdan geçen her ne ise, aynı şeyler benim kafamdan da geçti. Adam, altı ay üzerine çoluk çocuğuna kavuşacak ya ondaki heyecanı da bir görseniz, aldığı hediyeler, duyduğu tüm özlemleri anlatmaya yetiyor zaten. Annesi Ürdün’de ablasının yanında kalıyormuş, kızı da yaz tatili olunca Ürdün’e gitmiş iki haftalığına ama, “Görüşemedik, ben Suriye’den ne Ürdün’e ne de Türkiye’ye geçemiyorum ki, tüm evraklarımı yeni baştan çıkarttım da altı ayda Suriye’den zor kurtuldum” diyor. Aynı adam yine Çerkez birini gösteriyor, “Bu da Suriye’de tam 2 yıl tutulmuş, para istemişler. Adam fakir, çalışmaya gitmiş oysa, parası yokmuş diye iki sene üzerine onuda bırakmışlar işte, onunla birlikte döneceğiz” diyor. Tüm bunları neden yazdım, Suriye’de salt ekranlardan bize gösterilenlerin arka planlarına azcık vakıf olabilelim diye, kalın sağlıcakla.