,

O Mektup değil Destan!

M. Kemal AYÇİÇEK – 6 Ocak 2014 

 
Gündemin hızla akışına sokaktaki insanların ayak uydurabilmesi ne mümkün! Twitter takipçileri parlamış at misali gündemi izleyebiliyor dakikası dakikasına. Mahkemelerdeki ifade tutanakları, daha ifade veren insanların avukatlarına ulaşmadan twitter’deki insanlara ulaşıyor, düşünebiliyor musunuz olayların akış hızını. Böylesi anların önemli olduğu olayların sıradan vatandaş tarafından anlaşılması elbette mümkün olamaz. Çok ilgilenenler dışında bir de tabi o tartışmaların odağındaki Fethullah Gülen cemaati ve yayın organlarındaki görevliler! Tabi o “Paralel yapı” denilen Devlet içinde yuvalanmış görevliler bir de.

 
Almanya’nın Hamburg kentin de geçtiğimiz günlerde polise yapılan çok sayıda saldırı nedeniyle söz konusu semtlerde olağanüstü hal ilan edildi. Polisin verdiği bilgiye göre yalnızca Aralık ayında üç karakola yapılan saldırılar sonucu çok sayıda polis yaralandı. Sol gruplar tarafından yapılan gösteri sırasında da çıkan çatışmalarda 500'den fazla gösterici ve 120 polisin yaralanması üzerine de çıkan olaylar sonucu Hamburg’un bir çok semtinde olağanüstü hal ilan edilmiş, polisin aşırı şiddet kullandığını gösteren fotoğraflar da sosyal medyada paylaşılıyor. Neden buraya dikkati çektim, bizim İstanbul’daki Gezi olayların nasıl abartılı verildiğini ama orada yani Almanya’daki olayların bize yansımasının nasıl olduğuna işaret etmek için. 

 
 Türkiye’de yaşanan en küçük olay, Türkiye’nin gelişmesinden rahatsız olduğunu AB sürecine konan takozdan belli Avrupa ülkelerinde nasıl abartılarak veriliyor. Türkiye’nin dış Dünya’da itibarını sarsmaya yönelik her türlü oyun oynanıyor. Şimdiler de Gülen cemaati ve onlarla bağlantılı “Paralel yapı” denilen Devlet içindeki odakların, Türkiye’nin dışındaki o itibar sarsma peşindeki  güç odaklardan bağımsız düşünemeyiz! Tüm bunlar yetmiyormuş gibi kalkıp Türkiye’deki o “Paralel Yapı” denilen bir yapı, kalktı sözde  “Yolsuzluk” iddialarıyla, aynı anda birden fazla farklı içerikteki iddialarla yine sözde “Yargı” marifeti ile kurgulanmış oyunu sürdü sahaya. Buna Hükümet, tepki koyup, dik duruş sergileyince de  “Paralel yapı” ile doğrudan bağlantılıymışçasına kalktı ABD’de oturan Fethullah Gülen, “Beddua” ile adeta destek verir halde konumlandı.

 
 Fethullah Gülen’e samimi şekilde gönül vermiş insanlar, o “Beddua”nın yanlış yorumlandığını ve Hoca’ya “iftira atıldığı”na inansa da bu kez de Fethullah Gülen’in Gazeteci Fehmi Koru ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bir mektup gönderdiği ortaya çıktı. O mektup ilgili çevrelerin internet sitelerinde de yayınlandı. Mektubun içeriğine hiç değinmeyeceğim çünkü ben o mektubu okuduğumda aklıma hemen o eskilerde kalmış, sokaklardaki Destancılar geldi. Bizim kuşak bilir, teypler henüz yokken saman kağıtların tek yüzüne berbat baskılarla çoğaltılmış halde destan yazılırdı. O destanları da satıcıları hem yüksek sesle bağırarak, biraz da sesi güzelse Mustafa Keser gibi nağmelerle süsler ve destan satarlardı.
 
 Sonraları Almanya’dan işçilerimiz aracılığı ile getirilen Teypler de devreye girdi o destan satışlarında. Ben de o zamanlar tanıdıydım Destancıları ve ne yalan söyleyeyim çok da hoşuma gitmişlerdi. Çok acıklı destanlar olurdu, o destanlardan alıp, köyde babaanneme ve komşu kadınlara o destanları okurdum, onlar göz yaşı döker, hüngür hüngür de ağlarlardı. Destanı tamamlayınca da döner onlara, bu Destanın para kazanma amacıyla yazıldığını anlatır, aslında böyle bir olayın olmadığını da ekleyince o ağlayanlar döner birbirlerine, “Boşuna ağladık” dermişçesine gülerlerdi. Ben de onlara hoşça vakit geçirmelerine aracılık ettiğim için mutlu olurdum. O dönemler şimdi ki gibi gazetelerin, televizyonların, internetin olmadığı yıllardı. O nedenle de destanlar zaman zaman doğru haberler de veriyor olsalar da bizim köydeki kadınların haftalık eğlencesiydi. O bir hafta o destan anlatılırdı sohbetlerde, nasıl ağladıklarını, nasıl hıçkırıklara boğulduklarına varıncaya kadar, kadınlar birbirlerine anlatır, onun dedikodusunu yaparlardı.

 
 Söz konusu mektup bana nedense Destanı hatırlattı. Çünkü Türkiye aslında çok ciddi bir “yargı” sorunuyla karşı karşıya kalmış, bir “Paralel Yapı’nın işgüzarlığı yüzünden milyar dolarlarca kayıplar yaşarken, böylesi bir mektubun sokaktaki sıradan vatandaşın gözünde o destandan ne farkı olabilirdi! Bu ülke insanları duygusaldır diye yıllarca cami kürsülerinde açıkça gözyaşı döküp, insanları da kendi gözyaşlarına eşlik ettiren insanların yazacağı mektup, ne kadar inandırıcıdır? Kaldı ki, samimi ifadeler de içerse o mektuptaki ifadeler, destanlardaki ironiden farklı mıdır? Hem o mektubun içinde “kızım sana diyorum gelinim sen anla ”ya gelecek, bir takım önermeler, bir takım dilekler de zaten tartışılan “Paralel Yapı” jargonuna sanki “dokunma yanarsın!” imalarıyla da dolu! 

 
 Koskoca bir Devlet, dijital materyallerin oyuncağı haline getirilip, milyonlarca insanın alın terinin, sansasyonel yönlendirmeler, borsa operasyonları ve yargı marifeti ile çalınmasıyla küresel sermayeye yem edilirken kalkıp bir mektupla bunun telafisi nasıl mümkün olabilir? O mektubun, Türkiye’nin yaşadığı sürecin hangi evresine ışık tutması beklenebilir? O mektup, yapılan o “Beddua” nın kırdığı hangi kalbi düzeltebilir? Veya o Mektup, o “Beddua” nın tahribatını giderebilir mi? Bu ülkenin her bir bireyinin daha müreffeh bir ülke için emeğini süpürge edip, yıllarca didinip, çalışıp, çabasını bir çırpı da hercümerç etmeye kimin ne hakkı olabilir? Hani kardeşlik ruhu nerede kaldı? Umuyor ve diliyorum ki, ülkemiz bu badireleri de elbette atlatacak ve Dünya insanlığının huzur ve refahı için öncülük etmeye her şart altında devam edecektir. Kalın sağlıcakla.

 
 
YORUM EKLE