“Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafına, köşesine veya temeline ‘rükn’ dendiğini biliyorum ama onun sağlam direkler üzerine oturmuş yapısından sadece kendisinin sorumlu olması beni şaşırtıyor. Siz, devlet erkânından oluşan bir aileye sahip olacaksınız ama yaptığınız her iş en az onlarınki kadar başarılı olacak ve bunu onlara borçlu hissetmeyeceksiniz. Bunun adı, tam bir ‘hüner’dir işte. Korktuğundan kurtulan, dileğine eren, üstün gelen, necat bulan bir insan için faizin, borcun, krizin, cari açığın, bütçenin lafı mı olur? Rüşdü Saraçoğlu, en iyi koltuk pozisyonuna geçip rahatına bakmamış, ilkeli bir ekonomist. O nedenle Hz İsa gibi diyorum ki: “Ben gideyim ta ki, dünyanın efendisi gelsin”
HÜLYA OKUR-HABERX hulyaokur@haberx.com
“BAŞBAKAN TORUNU OLMAK BANA YÜK GETİRDİ”
1948 Ankara doğumluyuz. Bir Başbakan torunu olarak, sahip olduğunuz ilk vize aileniz miydi? Onun torunu olmak dışında bir özelliğiniz olmasaydı da bu hayat boyu size yeter miydi?
Yok yetmezdi. Bir kere Başbakan’ın torunu olmanın özellikle çocukluğumda bana, avantajdan ziyade yük getirdiğini söyleyebilirim. Çünkü bir çocuktan beklenmeyecek sıkılıkta beni yetiştirirlerdi. Başbakan’ın torunusun diye normal çocukların yaptıkları yaramazlıkları, ‘yaramazlıksa’ yapmakta zorlanırdım. Şükrü Saraçoğlu rahmetli, 27 sene devlette çalışmış, Başbakanlık, Maliye Bakanlığı, Adalet Bakanlığı….yapmış olmasına rağmen kiralık bir apartman dairesinde oturuyordu. Kendine ait bir mülkü yoktu. Ve biz Ankara’da, Vehbi Koç’un kiracısıydık, Koç apartmanında oturduk. Koçları da orada tanıdım. Onlar beni çocuk olarak tanıdılar. Ama onun dışında ben bir yere geldiysem sadece tahsilim sayesinde geldim.
“BEN BABAM KADAR SPORA MERAKLI DEĞİLİM”
Onun altını çizeceğiz ama hayatınızdaki diğer değere geçmek istiyorum. Babanız eski Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanı Hüseyin Aydın Saraçoğlu, 78 yaşında aramızdan ayrıldı. Ondan size kalan ama onda durduğu gibi sizde durmayan bir özellik var mı?
Herhalde babam benden daha disiplinli bir insandı. Mesela kendi yetişmesi dolayısıyla her gün öğleyin eve yemeğe giderdi, haftanın her günü en az 4 km yol yürürdü, hiç şaşmazdı, son zamanlar hariç hayatının her hafta sonu maçta geçirirdi, maç olduğu zaman. Çünkü aynı zamanda sporcuydu kendisi. Futbol federasyonu üyeliği yaptı, merkez disiplin kurulu başkanlığı yaptı. Spora çok meraklıydı, ben o kadar değilim.
“TURGUT ÖZAL BENİ ÇAĞIRDIĞINDA, “MERKEZ BANKASINDAN BAŞKA BİR YERE GİTMEM” DEDİM”
Dedenizin de Fenerbahçe anılarından söz edeceğiz. 1930'da kurulan Merkez Bankası da Şükrü Saraçoğlu’nun armağanı. Peki dedenizin kurduğu Merkez Bankası'nın başına 57 yıl sonra 1987'de torunu olarak sizin geçmiş olmanız, tarihin mi, kaderin mi, velayetin mi yoksa dediğiniz gibi bilgi-tecrübenin mi bir sonucu?
Özellikle yabancılara yaptığım konuşmalarda, genellikle beni tanıtırlarken, mesela rahmetli Ahmet Ertegün, birkaç sefer Amerika’da, konuşmacılara beni tanıtmıştı, Merkez Bankası Başkanı iken. Ama Ahmet Ertegün, dedemi çok iyi tanırdı çünkü dedem Dışişleri Bakanı olduğu zaman Ahmet Ertegün’ün babası da, Amerika’da Büyükelçi idi. Dedemi çok iyi tanıdığı için daha ziyade dedemden bahsederdi. Ondan sonra ben konuşmaya başlarken, milleti biraz rahatlatmak için hep şunu derdim:”Şükrü Saraçoğlu, hakikaten o kadar ileri görüşlü bir insanmış ki, 1930’da Merkez Bankasını kurarken, henüz doğmamış ve ileride başka türlü işe sahip olması mümkün olmayan torunu için, bir iş hazırlamakmış” Ben tamamen tahsilim nedeniyle. Çok iyi bir tahsil aldım, bunu hiç göz ardı etmem. Çok iyi üniversitelerde, çok iyi hocalarla makro iktisat üzerine çalıştım. Ondan dolayı zaten IMF’ye girdim ve ondan dolayı da Turgut Bey, beni Türkiye’ye gelmeye davet ettiği zaman onun kafasında benim planlamaya gitmem vardı. Ben kendisine, “Merkez Bankasından başka bir yere gitmem” dedim. Çünkü planlı ekonomi, benim eğitimim ve yetişmem olarak da çok inandığım bir sistem değildi. Ben daha serbest piyasa ekonomisine inanan bir yapıya sahiptim. Daha piyasaya dönük kurum da, “Devlet Planlama Teşkilatı” değil( adı üstünde ’Devlet’), Merkez Bankası’dır.
“GENÇ BİR MERKEZ BANKASI BAŞKANI OLARAK GÖZE BATIYORDUM”
1987 1993 arasında görev yaptığınız Merkez Bankasının 80. yılında, Ziyaettin Kayla en yaşlı, siz en geç Merkez Bankası Başkanı oldunuz. Bu göreve 39 yaşında geldiniz. En genç olmanın avantaj ve dezavantajları neler oldu?
Valla insanların sizi ciddiye alması biraz vakit alıyor, genç olunca. Özellikle de Merkez Bankacılığı bütün dünyada genellikle yaşlı insanlardan oluşuyor. Dolayısıyla ilk Merkez Bankası Başkanları toplantısına gittiğin zaman göze batıyorsun. ‘Batıyordum’ Fakat aradan geçen dönemde benden daha genç bir sürü başkan oldu. Mesela Macaristan’da oldu, 36 yaşında. Daha sonra Estonya’da 28 yaşında oldu. Dolayısıyla bu meslek, gençleşti. Bazen insan bir işe geldiği zaman, işin gereğini çok hızlı öğreniyorsun mecburen. Ben de bir Merkez Bankası Başkanı gibi davranmayı, 39 yaşında olmama rağmen hızlı bir şekilde öğrendim. Merkez Bankasına Başkan olarak gelmedim. 84’te geldim, Araştırma-Planlama ve Eğitim Genel Müdürü olarak geldim. 1986’da Başkan Yardımcısı oldum. 87’de Başkan oldum. Aşağı yukarı bir buçuk sene Başkan Yardımcılığı yaptım. Başkan Yardımcısı iken de Başkanların toplantılarına gidip, doğru davranış biçimi nedir onları aptal değilsen öğreniyorsun kısa bir zamanda.
“BENİM GÜCÜM KOÇ HOLDİNGİN BÜYÜKLÜĞÜNDEN GELİYORDU”
2007`nin sonuna kadar Koç Holding Finans Grubu Başkanı olarak görev yaptınız. Ve bu görevde iken Ekonomist Dergisi piyasaların 30 etkin ismi arasına sizi de almıştı. Para piyasalarının yönetimindeki etkinliğinizi ve piyasanın yönünü belirleme gücünü nereden alıyordunuz?
Orası zor. Benim şahsımdan gelmiyordu gayet tabiî ki. Koç Holdingin büyüklüğünden, Koç Holdingin gücünden geliyordu. Ben de Koç Holdingin içinden özellikle Yapı Kredi Bankasının satın alınmasında sonra Yapı Kredi başlı başına çok büyük bir kurum. Sigortalar var. O zaman Allianz o zaman Koç Allianztı ve bütün Koç gurubu şirketlerinin finansmanı var; Arçelik, Tüpraş, (Türaş da benim zamanımda alındı biliyorsunuz) bunlar büyük bir güç ama bunların hepsi Koç’tan geliyor.
“EN KEYİF ALARAK YAPTIĞIM İŞ, MERKEZ BANKASI BAŞKANLIĞIYDI.”, “KİMSE BENİM BAKANLIĞIMI HATIRLAMAZ”
Estağfirullah. Sadece Koç’tan geliyor olsaydı siz sürdüremezdiniz. Türkiye’deki nüfus artışı, yükselen refah seviyesi ve yüksek orandaki genç nüfus, sizi bir fırsat yaratmaya itti ve Allianz adlı sigorta şirketi ile yolunuza devam ettiniz. Koç’un bünyesinden ayrıldığınızda gerçek kimliğinizi bulduğunuz söylenebilir?
Yok ben gerçek kimliğimi Merkez Bankasında buldum. Şimdiye kadar yaptığım çeşitli işlerden, her işimi düzgün yapmaya çalıştım ama en keyif alarak yaptığım iş, Merkez Bankası Başkanlığıydı. Ben Bakanlıkta yaptım. Mesela kimse benim Bakanlığımı hatırlamaz. Ve en sıkılarak yaptığım, en başarısız olduğum kısım da o siyasette olduğum dönemdi. Çok mutsuzdum, bana göre bir iş değilmiş siyaset.
“BEN SİYASETTEYKEN SEÇMENLERİN, AHLAKA AYKIRI İSTEKLERİ OLUYORDU”
Evet o da ilgi çekici bir durum. Merkez Bankası Başkanlığı sonrasında 20. dönem milletvekili olarak Meclis`e girmiş ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olmuştunuz. Bu göreviniz sırasında batık bankaların, banka soygunlarının faturası size de çıkarılmaya çalışılmıştı…Bu gibi olumsuzluklar sizi ekonomiden değil de siyasetten kopardı. Bu aslında sizin dışınızdaki şartların mı sizi oraya taşıdığını gösteriyor?
Yok. İnsanın kafasında bir tereddüt oluyor, siyasete girersem iş yapabilir miyim diye. Siyasetteyken, benim seçmenlerimin de, benden istedikleri şeyler hepsi bana göre yapılmaması gereken, ahlaka aykırı işlerdi. Çünkü seçmen size:”Oğlumu bedava şu devlet hastanesinde yatır” diyor. Hakkı olsa zaten yatacak. Orada yatmaya hakkı olmadığı için, sizden kendisi için bir ayrıcalık istiyor. Başka bir seçmen................yazının tamamını okumak için tıklayınız