"Severim ben seni candan içeri. Yolum vardır bu erkândan içeri. Beni bende demen bende değilim. Bir ben vardır bende benden içeri"Bu dizelerin Allah için yazıldığını saymazsak, iki eski dost için anlamını görürüz. Hüseyin Besli'yi içindeki büyük insan Tayyip Erdoğan ile tanımak çok güzeldi. Onun Hıfz kabiliyetini, içini dışına dışını içine çevirdiğinizde aynı görünen kalbini, maneviyata önem veren ehl-i dilini anlatmaya gücüm yetmez, dünyanın en parlak ve en sürurlu hâletinin dahi gafletine düşmeyen, meftunu yapmayan, yüzünü aklının kıblesinden çevirmeyen, oraya bakanı da şaşırtmayan bir Ebuzer'dir Hüseyin Besli..."
HÜLYA OKUR - HABERX
"TEK GÖZLÜ BİR GECEKONDUDA YAŞAMAK NEDİR, ONU TECRÜBE ETTİM”
Kasımpaşalı2 diye tanımlanıyorsunuz. Erdoğan’ın Kasımpaşa'daki çocukluk günlerinden itibaren hep ‘‘beraber yürüdüğü’’ en eski arkadaşlarından biri olmak dışındaki özelliklerinizden başlamak istiyorum. Bir liderin doğuşu nasıl olur öğrendik ama sizin dünyaya gelişinizin öyküsünü bilmek istiyorum.
Kasımpaşalı2 tabirini düzeltelim çünkü ben Kasımpaşa’da hiç yaşamadım. Sadece dayılarım Kasımpaşa’da oturuyordu, ona gidip gelmem haricinde bir ilişkim yok. Ben 1952 yılında Giresun, Görele’de doğdum. 1965 yılına kadar orada yaşadım. Ortaokulda, İstanbul’a geldim ve Zeytinburnu’na yerleştik. O süre içinde tek gözlü bir gecekonduda yaşamak nedir, onu tecrübe ettim. Babam, ağabeyim, amcamın oğlu vs…5-6 kişi bir odada yaşadık. Dışarıda bizim gibi odaların ortaklaşa kullandığı bir tuvalet var. 3-4 sene böyle bir ortamda yaşadım. Bu süre içinde sadece öğrencilik yapmadım; pazarlarda mendil, kalem, defter satmaktan, gazete satıcılığına kadar bir çok iş yaptım. O zamanlar İstanbul’da Akşam’dan çıkan iki tane gazete vardı, Son Saat ve Ekspres diye. Vatan matbaasında basılırdı. Ben her akşam okul çıkışı, Zeytinburnu’ndan Cağaloğlu’na gelir, gazeteleri alır, o zamanlar kurşun kalıp derdik, o kartonların içine koyardık gazeteyi, ben omuzuma asardım ve satmaya başlardım, Cağaloğlu’ndan, Topkapı’ya kadar yürürdüm. Garajları geçip, mezarlıklara kadar olan bölümü, insan olmadığı için minibüse biner, Zeytinburnu’ndaki bütün kahveleri dolaşarak evime giderdim. 1-2 yıl bu işi yaptım. Ortaokul II. Sınıfta kaç yaşında olunuyorsa o yaşlarda….Daha sonra gazete satıcılığını ilerlettik. Bir arkadaşla sabit yerimiz oldu. Aksaray’daki Bulvar sinemasının köşesini kaptık. Bu kez, Akşam Gazetesini değil, Akşam’dan çıkan gazeteleri satmaya başladık. Tercüman, Milliyet, Yeni Gazete…akşam 9:00-10:00 gibi çıkarlardı ve biz onları satmaya başlardık. Yenikapı’daki gazinoların dağılış saatine kadar orada kalırdık, gece 1:00’den sonra eve gider, sabah kalkıp okula giderdim. Bu süreç de liseyi bitirinceye kadar devam etti.
“TİCARET HAYATINA ÇOK ERKEN GİRDİM.”
Bu yolculuk, bab-ı ali yokuşunda devam etti, psikologluk mesleğini edindiniz…
Evet ben çok erken mürekkep kokusuyla tanıştım. Bu arada da bir yayınevinin kataloglarını alır, Tahtakale, Mahmutpaşa, Karaköy’ü dolaşıp, kartpostal siparişi alırdım. Bayramlarda da böyle bir iş yapardım. Ticaret hayatına çok erken girdim. Necip Fazıl’ın, Büyük Doğu dergisi çıkardı, hangi matbaada basıldığını biliyordum, basılacağı gün, matbaaya gider ve beklerdim, ilk prova nüshalardan birini alır giderdim. Böyle de hoşlukları vardı o hayatın.
Peki ticarete tekrar geri dönmeyi düşündünüz mü?
Yaptım evet, 82-94 yılları arasında 12 yıl Perşembe pazarında hırdavatçılık yaptım.
“BEŞ, ALTI İŞİ BİR ARADA YAPTIM”
Peki yokuştaki hızınız nasıl gerçekleşti, keşfiniz nasıl oldu?
Hızlı tırmanma sizin tabiriniz ama yoğun olduğu bir gerçek. 70 yılında üniversiteye girdim. SSK’da Devlet memuru oldum. Babam orada müstahdem olarak çalışıyordu, onun sayesinde oldu. Okula yakındı. Devam mecburiyeti olan derslere gidip gelirdim. O süre içinde; öğrenciydim okula gidiyorum, devlet memuruyum çalışıyorum, siyasete girmişim, 1969 yılında Erbakan, Konya’dan bağımsız milletvekili seçildiğinde İstanbul’daki adayı Ömer Faruk Yeğin’e çalışan 5-10 kişiden birisi olarak siyasete başladım, daha sonra da Milli Nizam ve Milli Selamet Partisinin kuruluşlarında görev aldım. Dördüncüsü, 73’ten itibaren Düşünce Dergisi diye bir dergi çıkartmaya başladık. Yazı yazıyordum ama dizgisinden, montajına, baskısından, dağıtımına kadar her şeyi kendimiz yapıyoruz. Yetmedi o yıllarda, Komünistlerle Mücadele derneklerine gidip geliyorum, Milli Türk Talebe Birliği ortaöğretim müteşebbis heyetinin ilk kurucu heyetinde yer aldım. Böyle 5-6 işi aynı anda yapıyorduk. Geriye dönüp baktığımda, öyle azımsanacak biçimde yapmıyormuşuz yani. Çıkarttığımız dergi “İslamcı camiada” hala adından söz ettiriyor. O günkü şartlarda 10 bin satışı olan, aylık bir dergiydi. Siyaset. Bugün bu noktalara getirdiğine göre onu da az çok hakkını vererek yapmışız. Ayrıca üniversiteyi kayıpsız bitirdim.
“TAYYİP ERDOĞAN’IN KİŞİLİĞİ ÇOK ‘BAŞAT’ BİR KİŞİLİKTİR.”
Kasımpaşalı değilim deseniz de, sizin kişiliğinizle özdeşleştirilen bir kavram bu. Harbi konuşma ya da harbi tutum gibi başka hangi özellikleri ile sizi Tayyip Erdoğan ile birbirinize bağladı? Ve bu özellikler sizi aynı zamanda ayıracak noktaya da getirdi mi?
Yok ayıracak noktaya getirmedi. Bu daha çok Tayyip Erdoğan’ın özelliğidir. İkimizin karakterini mukayese etmeye kalktığımızda, Tayyip Erdoğan’ın kişiliği çok ‘Başat’ bir kişiliktir. Bulunduğu her yerde o bir numaradır. 1976 yılında, Milli Selamet Partisi İstanbul Gençlik Kolları Başkanı seçildiği gün, 22 yaşındaydı. 22 yaşında il başkanı oluyor. O günde çok başak bir kişiliği vardı. Çünkü 3 adaylı bir kongreydi o. 3 adayın içinde o kongre salonunda yaptığı konuşmayla seçimi almıştı
.......Ropörtaj'ın devamı için haberx
Güncelleme Tarihi: 01 Ağustos 2012, 18:25