,

Sarıgül’ün sonu!

M. Kemal AYÇİÇEK – 14 Ekim 2013

Halden anlayan bir yaşlı kadın, yıllarca çocuklarının yokluğunda hep yüreğini onlarla dağlardı. Her nereye gitse, gördüğü her güzel alafı (ot) onlara layık görürdü, hele ot yüklü bir kamyon gördüğünde, “Sarıgülümm, sarıgülümm” der onu sayıklardı. Son günlerde çok iyi bakar oldu ona, hem ayağa da kalkabilir hale gelince Sarıgül’ünün önünü hiç boş bırakmaz oldu. Her adımın da da “gidecek yavrum, gidecek” diyor, ağlıyor da bir yandan.

İstanbul’da çocuklarının yanındayken akşamları çay ile birlikte yedikleri çekirdek kabuklarını ayrı ayrı poşetlere koyarak biriktiriyor, bir iki üç derken bunlar ister istemez kızının dikkatini çekiyor. “Bunlar nedir anne, çekirdek kabuklarını ne diye poşetlere dolduruyorsun?” diye de soruyor. O iki büklüm olmuş yaşlı kadın, “onlar bana lazım” diyor önce, sonra gülüyor. Biliyor kızının ona tepki göstereceğini ama ‘Şimdilik bilmesin’ istiyor! İstiyor ama kızı da ondan aşağıya değil ki, o da çakıyor manzarayı ve irdeliyor. Üsteleyerek  , “Ne olacak bunca çekirdek kabuğu, bırak şunları, ver bana atayım çöpe” diyor! Yapıyor da dediğini o an için. Kış mevsiminde İstanbul’a birkaç aylığına gidiyor eşiyle o yaşlı kadın, 3-4 ay kalıp dönüyorlar Trabzon’a. Dönüşlerin de de açılıyor bohçaları tabi, bu sefer Trabzon’daki sığırını emanet ettiği kızı bakıyor, Uçak’la gelmiş annesinin çantasından çıkan çekirdek kabuklarına. “Bunlar ne anne?” diye soruyor, “Ki zum, İstanbul’da uşaklarla her akşam çekirdek yiyorduk, bunlar da onların kabukları, getirdim sığırıma” karşılığını veriyor. Şaşkın kızı, “Allah senin iyiliğini versin he mi” diyerek gülümsüyor.

İşte o yaşlı kadın, sütünden, huyundan, nazından zevk aldığı Sarıgül’ünden çok razı. “Yağlı sütü var, evin bereketi, gurbetlerimin (Gurbetteki çocukları) katığını o verir, yeter ki sen ona bakmasını bil. O Hayvan değil, tam bir evlat gibidir, iyi huyludur, ben ömrümde böyle hayvan bakmadım” diyor. Kardeşi yaşını hesaplarken Zuvas yaylasın da “Ben 73 oldum, o benden 5 yaş büyüktür. Onun 78 yaşında olması lazım” dediği, daha iki ay önce kalçasına protez takılana kadar neredeyse elleri ile destek almadan yürüyemiyordu! Ama gittiği Doktorların ona, “Teyze, artık mal bakmayacaksın, süt sağmayacaksın, kendini yormayacaksın, sırtına yük almayacaksın, sepet taşımayacaksın, çayır biçmeyeceksin, terlemeyeceksin” demelerine aldırmadan, doktorların dediğinin tam aksini yapmış, o haliyle Sarıgül’üne öylesine titremiş, bakmış. Görenlerin “Maşallahı var” dediği hale getirmiş Sarıgül’ü.

Gurbetteki çocukları ile her hafta yaptığı telefon görüşmelerin de de o yaşlı kadın, ya bahçe de ot biçerken, ya yaprak süpürürken veya ahırı atarken yakalanıyor gelen telefonlara. Bir keresin de Lüleburgaz’daki oğlu ve torunu ile konuşurken duyuyorum konuşmalarını, Lüleburgaz’daki oğlu ona, “Anne, kendini yorma sakın, bırak iş, miş yapma, hatta sığır da bakma, yeter artık!” diye nasihat ediyor.  O yaşlı kadın da, “he he” diyor, telefonu kapattıktan sonra da, “Anne iş yapma, bakma sığır diyor, yıllardır o sığırın yağını yiyor gurbetlerim, çalışma bakayım, nasıl çalışma, ne yiyecek tayfam orda bur da” diye kendince söyleniyor! Sonra otları tam toprağa bitiştiği yerlerden kesiyor elindeki orağı ile. Oturduğu yerden, sürünerek yapıyor bunları ama tabi o gelen telefonlara ayrıntı vermiyor! Her gelen telefon, ona evlat nasihati ile sonlanıyor çünkü o da bundan bıkmış artık ayrıntı vermiyor, “Nasılsın?” sorularına, hep “İyiyiz, siz nasılsınız?” diye karşılık veriyor. Hâlbuki ne iyiliği, sırf gurbetteki çocukları üzülmesin diye, sırf Sarıgül’ü için onlara hep yalan söylüyor!

Yine o Lüleburgaz’daki oğlu arıyor yaşlı kadını, yaşlı kadın torunu Bilgehan ile konuşmak istiyor, görmemiş bir yıldır, sesini duymak, hal hatır sormak işte. Soruyor da hatırını sonra ona, “Bayrama babanla  sen de gelecek misin ?” diye soruyor, torunu  Bilgehan da ona, “Babam yalnız geliyor, Bayram’da otobüsler de ve uçaklarda yer olmadığından babam sadece bir tek bilet bulabilmiş babaanne, o nedenle ben gelemiyorum, özür dilerim” deyip telefonu kapatıyor. Baba anne dediği o yaşlı kadın, bu Kurban Bayramı için aslında tüm çocuklarının yanında olmasını istiyor. En büyük oğlu da dahil ama o gelemiyor, o İtalya’ya gitmiş ailesiyle, en küçük oğlu da işini bırakacak kimsesi olmadığından, kızı ise ramazan bayramı için geldiğinden Kurban bayramına gelemiyor İstanbul’dan.

Ama Ankara ve Lüleburgaz’daki çocukları ile İstanbul’daki en küçük oğlunun bir büyüğü gelecekler. O yaşlı kadın, 9 tane çocuğun annesi. Tüm çocuklarının yanında olmasını istemesinin nedeni de zaten Sarıgül. Çünkü, yıllardır evlat sevgisi ile beslediği ahırındaki Sarıgül’ü bu yıl Kurbanlık veriyor. İsteyen kimseye onu vermedi, veremedi, kıyamadı. Hasta yatağından kalkıp onun yemini, suyunu verdi yıllarca ama şimdi başka kimseye vermeye kıyamadığı tek sığırını, ailesinin bu Kurban Bayramı için kurbanı olsun istiyor. Geçmişte baktığı sığırlardan başkalarına verdiği sığırların sonradan hikâyelerini duymuş, iyi bakılmadıklarını, kimilerinin hastalıklar çektiğini, kimilerinin nasıl can verdiğini ayrıntıları ile anlatıyor. Onlardan ders almış olarak bu hayatta baktığı son sığırı Sarıgül’ü o nedenle başkalarına satmayıp, sırf inancından dolayı, “Onu kendi ellerimle büyüttüm, başkalarına veremem. Onu Allah’a kurban edersek, ailemle edeceğim. Gönlüm ondan başkasına razı olmuyor” diyor!

Sarıgül, hem sütüyle bereketli ve hem de huyu ile çok uysal bir hayvandı. O yaşlı kadının Bayburt ve Ankara’dan gelecek oğulları da biraz anlarlardı annelerinin ruh halinden ama Ankara’dan gelen o yaşlı kadının sığırına kurban ortağı oldu, Lüleburgaz’dan gelen de ortaklardandı ama Bayburt’taki, sırf eşinin “Kendi baktığımız sığırın etini nasıl yeriz!” düşüncesiyle buna ortak olamadılar. O da duygusal bir tip zaten, “kardeşim gibi bakılmış bir sığırın etini ben nasıl kurban ederim” modundaydı! Diğer kardeşler de kurban da olsa annelerinin baktığı sığıra ortaklıkta çok tereddüt ettiler ama annenin Allah’a olan inancı ve o inancın gereği, gönlünü kendi bakıp, beslediği ve artık kendisinin de sığır bakımını bırakacağı bir nevi jübile yapacağı bu sığıra önem atfetmesi, diğer çocuklarının ortaklıklarını sağladı.

 İşte o yaşlı kadın, “Sarıgül’üm” diyerek nazla tıp okşadığı o sığırını, kendisinin de 78 yıllık ömründe artık hayvan besleyemez hale gelmesi yüzünden kurban edip, bir nevi bu hobisine son verecek. O yüzden bu kurban bayramı, o yaşlı kadın için hiç unutulmayacak bir bayram olacak! En sevdiği, kendi elleriyle, yatalak hasta haliyle bakıp, beslediği sığırı Sarıgül’e veda edecek, o Sarıgül’ünü, “Allah’a kurban verdim” diye avunacak, gönlü de “ibadet ettim” le teselli bulacak!. Sarıgül, Kurban Bayram Namazının hemen ardından, kulların “ibadet” ini yerine getirmesi için can verecek!  Bu vesileyle tüm inanan insanları Kurban bayramını buradan tebrik ediyor, iki cihan saadeti diliyorum. Kalın sağlıcakla.

(Önemli not: Karadeniz Bölgesi’nde ister büyük ister küçükbaş hayvan olsun tümüne birer isim verilir ve o isimle çağrılırlar. O yaşlı kadının sığırının adı Sarıgül’dür. Rengi sarı olduğu için ona bu isim verilmiştir)

YORUM EKLE