“KIRSAL DÖNÜŞÜM PROJESİ”
GİRİŞ: “Depremden-yangınlara”, “kasırgadan-sel ve su baskınlarına” kadar yaşanmış felaketlerin çoğu unutulmayacak büyük acılara neden olmuştur. Özellikle son yıllarda “Küresel Isınmanın” da etkisiyle başta Endonezya, Malezya, Çin, Amerika ve Japonya olmak üzere birçok ülkede yaşanan “sel ve su baskını” felaketleri karşısında büyük ölçüde çaresiz kalınmıştır. Japonya’daki devasa deniz dalgaları, Çin’deki kitlesel toprak kaymaları ve Amerika’daki bir yerleşim yerini denize çeviren yağmur sularının yarattığı olağanüstü facialar insanlığın hafızasına kazınmış, söz konusu faciaların neden olduğu can kayıpları da vicdanları acıtmıştır. Dünya’nın birçok yerindeki felaketleri televizyonlarda ya da gazetelerde izleyenlerin birçoğu benzer felaketlerin tehdidi altında yaşadıklarından çoğu zaman bihaber kalmışlardır. Ülkemizde de olduğu gibi yaşamı tehdit eden doğal felaketlerin varlığı ne yazıktır ki yaşamları yok eden büyük facialardan sonra fark edilebilmiştir.
Tıpkı tüm Dünya’da olduğu gibi başta “Doğu Karadeniz Bölgesi” olmak üzere Ülkemizin değişik bölgelerinde can ve mal kayıplarına neden olan “sel ve su baskını felaketleri” son yıllarda hem çok daha sık hem de çok daha şiddetli yaşanır olmuştur. 2010 yılında Rize-Gündoğduda olduğu gibi bu güne kadar yaşanmış ve muhtemelen gelecekte de yaşanabilecek olan bu nevi felaketlere başta özel mülkiyete ait ormanlar olmak üzere doğal kaynakların hoyratça tahrip edilmesi sonucunda bozulan “doğal dengenin” neden olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Ülkemizdeki doğal özel ormanların yok olmasında ülkemiz gerçekleriyle uyum sağlamayan “orman yasasının” etkisi göz ardı edilemeyecek kadar çok büyük olmuştur.
Ormanların tamamını devlete ait olduğunu şart koşan yürürlükteki “ 6831 sayılı orman yasası” ülkemiz gerçekleriyle büyük ölçüde ters düşmüştür. Sadece ağaç ve ormandan dolayı tapulu olup olmamasına bakılmaksızın özel mülkiyet hakkı uzun süreden beri devlet adına gasp edilmiştir. T.C. Devleti tarafından verilen tapu belgeleri yürürlükteki orman kanunuyla yok hükmünde sayılarak binlerce dönüm büyüklüğündeki vatandaşa ait arazi devletleştirilmiştir. Bu durum, ormanla vatandaş arasında yıllardır süregelen uyumlu bir “hısımlığı” ne yazıktır ki ateşli bir “hasımlığa”, söz konusu hasımlık ta “özel mülkiyete ait ormanları tarım arazisine dönüştürmüştür.
Söz konusu dönüşümden dolayı bitki durumu, arazi yapısı ve iklim şartları itibarıyla diğer bölgelerden farklılıklar gösteren “Doğu Karadeniz Bölgesi” çok daha fazla zarar görmüştür. Yıllardan beri yaşanan bu dönüşümden dolayı tabiatın doğal dengesi olağanüstü bozularak sel ve su baskını felaketine açıktan davetiye çıkarılmıştır.
Başta Doğu Karadeniz Bölgesi olmak üzere özellikle kırsal alandaki yerleşim yerleri genellikle dağınık ve geniş alanlara yayılmıştır. Arazının yüksek eğiminden dolayı özellikle köy ve orman yolu inşaatının hafriyatıyla bir taraftan doğal bitki örtüsü büyük ölçüde yok edilmiş diğer taraftan da arazı bütünlüğü derin yarlarla parçalanmış, dere yataklarının doldurulmasıyla da suyun doğal akış mecrası olabildiğince daraltılmıştır. Derin vadilerin kesişme noktalarındaki yol güzergâhını oluşturan hafriyat bentleri, aşırı yağmurların oluşturacağı yapay göletlere uygun bir zemin hazırlamıştır. Tıpkı Karadeniz otoyol ’unda olduğu gibi deniz kenar çizgisine paralel yapılan otoyollar da yüzeysel suların “dere yatakları” ve “menfezler” dışında denize akışını tamamen engellemiştir. Ayrıca dere yataklarındaki yapılaşmalar ile başta İstanbul olmak üzere birçok ilimizdeki ranta dayalı hafriyat dökümleri de sel ve su baskınlarının en büyük nedeni olmuştur.
Yukarıda anlatıldığı gibi yıllardan beri uygulanan “ormancılık politikalarıyla ” başta Doğu Karadeniz Bölgesi olmak üzere ülkemizin değişik yerlerindeki sahipli ormanlar büyük ölçüde yok edilirken “ulaşım politikalarıyla” da doğal yapı olağanüstü tahrip edilmiştir. Kaçak yapılaşma ve hafriyat dökümü gibi ranta dayalı projeler de yaşanan olumsuzluğu daha da artırmıştır. Bu durum, sel ve su baskınlarının oluşmasına uygun bir zemin hazırlamıştır. Bundan dolayıdır ki ülkemizin birçok bölgesi havza bazında “sel ve su baskını felaketi” karşısında ciddi boyutta tehdit altındadır. Bu sorun terör sorunundan sonra ülkemizin en önemli sorunudur ve yaşam adına ivedilikle çözümü kaçınılmazdır. Söz konusu sorunun kalıcı tek çözümü de “KIRSAL DÖNÜŞÜM PROJESİDİR”.
SORUNUN AÇIKLANMASI: Başta “Doğu Karadeniz Bölgesi” olmak üzere ülkemizin birçok bölgesindeki sahipli ormanlar yıllardan beri uygulanan ormancılık politikalarından dolayı büyük zarar görmüştür. Ekonomik gerekçeler ve yaşam şartlarından dolayı düşük rakım ve yerleşim yerlerinin yakınlarındaki sahipli ormanlar tarım arazilerine, yüksek rakım ve yerleşimden uzaktaki tarım arazileri de yer yer ormana dönüşmüştür. Bu dönüşüm süreci, yasaklara rağmen ve yasalara aykırı olarak yaşanmıştır. Özellikle son yıllarda ülkemizin gerçekleri ile bağdaşmayan orman yasası ile yapılmaya zorlanan “orman kadastro çalışmaları”, geçmişte ekonomik ve yaşam şartlarının etkisi ile sonradan oluşan ormanların da hızlı bir şekilde tahrip edilmesine yol açmıştır. Ülkemiz insani yıllardan beri uygulanan devletçi ağırlıklı ormancılık politikalarından o kadar ürkmüştür ki, heyelana maruz kalmış arazisindeki ağaçları bile devlet arazinse el koyar korkusuyla çoğu zaman kesmek zorunda kalmıştır.
31.12.1981 tarihine kadar tarım arazisine dönüştürülen devlete ait ormanlık alanların orman sayılmaması amacıyla yürürlükteki orman yasasının birçok maddesi sıkça değiştirilmiş olmasına rağmen, özel mülkiyet adına tapulu olup orman olarak korunan araziler ile işlenmediğinden dolayı ormana dönüşen eski tarım arazilerinin tamamını devlet adına orman olarak tescil edilmesini zorunlu kılan yasakçı maddelerine de bu güne kadar hiç dokunulmamıştır. Ne yazıktır ki yıllardan beri özellikle arazi rantının yüksek olduğu şehirlerde kaçak binalarla işgal edilmiş hazine ve orman arazilerine işgal eden adına tapu dağıtılırken, ağaç ve ormanın işgal ettiği sahipli tarım arazilerine de tapulu olsa bile devlet adına el konulmuştur. Ormanını koruyanın cezalandırıldığı, tahrip edenin de mükâfatlandırıldığı algısına neden olan ormancılık politikaları sahipli ormanların tahribine kamuoyu vicdanında da karşılık bulmasına neden olmuştur.
T.C. Devletinin bir kuruluşu olan “Orman Genel Müdürlüğü” tarafından ormandan açma gerekçesiyle yargıya taşınan ve yargı tarafından da devlet ormanı olduğuna karar verilen binlerce dönüm çay bahçesinden elde edilen milyonlarca ton çay mahsulü T.C. Devletinin başka bir kuruluşu olan “Çay Kur Genel Müdürlüğü” tarafından parası ödenerek vatandaştan satın alınmıştır. Ormandan açma olduğu gerekçesiyle Orman Genel Müdürlüğünce yargıya taşınan ve yargı kararıyla da devlet ormanı olduğu tescil edilen birçok yerleşim yerine Devletin diğer tüm kuruluşları tarafından her türlü kamu hizmeti eksiksiz yerine getirilmiştir. Söz konusu örneklerden de görüldüğü gibi ormancılık politikaları ile devletin diğer kurumları arasında yıllardan beri yaşanan eşgüdüm eksikliği ve özel mülkiyet anlayışındaki farklılık bir taraftan özellikle sahipli ormanların tahribine katkı sağlarken, diğer taraftan da ormana karşı müthiş bir husumetin oluşmasına neden olmuştur.
Ormanların artırılması amacı ile günümüze kadar çok önemli ağaçlandırma çalışmaları yapılmış, zaman zaman da kapsamlı ağaçlandırma kampanyaları düzenlemiştir. Orman yasasından kaynaklanan ve yıllardan beri uygulanan devletçi politikalar ile daha da kronikleşen mülkiyet sorunları çözülmeden ne yapılırsa yapılsın ormanlık alanların istenilen düzeyde artırılabilmesinin mümkün olamayacağı gerçeği ne yazıktır ki hep göz ardı edilmiştir. Bundan dolayıdır ki bütün iyi niyetli gayretlere rağmen tamamı devlete ait olan ormanlık alan oranı belli düzeyleri aşamamıştır.
Özellikle sahipli ormanların yok olmasına neden olan yanlış ormancılık politikaları dışında bilimsel gerçeklerle bağdaşmayan tarım ve ulaşım politikaları ile rant paylaşımına dayalı yatırım projeleriyle de ülkemizin birçok yöresindeki ana havzaların doğal yapısı olabildiğince bozularak “sel ve su baskını felaketine” çok uygun bir zemin oluşturulmuştur. Bu durum, ülkemizdeki birçok yerleşim birimlerini tıpkı tsunamiye benzer büyük bir sel ve su baskını tehdidiyle karşı karşıya bırakmıştır. Ülkemizdeki tsunamının denizden değil karadan yaşanacağı gerçeği hiçbir zaman unutulmamalıdır ve bilinmelidir ki ülkemizde bu güne kadar yaşanan irili ufaklı sel ve su baskını felaketleri gelecekte yaşanabilecek büyük faciaların ayak seslerini yansıtmıştır.
ÇÖZÜM ÖNERİSİ: Nasıl ki depremle mücadelenin kesin ve kalıcı çözümü “kentsel dönüşüm projesi” ise sel ve su baskınlarıyla mücadelenin de kesin ve kalıcı çözümü de “kırsal dönüşüm projesi” olacaktır.
“Sel ve Su Baskını Felaketine” maruz kalmış havzaların başta orman varlığı olmak üzere tahrip edilmiş tüm doğal değerlerinin tekrar havzaya kazandırılması amacıyla yapılan çalışmaların karşılığı olan “Kırsal Dönüşüm Projesinin” derhal uygulamaya konulması kaçınılmazdır. Bu amaçla başta orman yasası olmak üzere diğer birçok yasada radikal değişikliğe gidilmelidir. Yeni yasalarla devlet adına gasp edilmiş bütün tapulu araziler ön koşulsuz, tapusuz sahipli araziler de orman yetiştirme koşuluyla sahibine ya da verasetlerine iade edilmelidir. Heyelan riskine maruz kalmış havzalardaki ormandan dönüşme tarım arazileri derhal vatandaş adına tesis edilecek ağaçlandırma projeleriyle ormanlaştırılmalıdır. Nasıl ki depreme karşı kentsel dönüşüm projesiyle çürük binaların yerine depreme dayanıklı sağlam binaların oluşturulması hedeflenmişse kırsal dönüşüm projesiyle de heyelana müsait tarım ya da çorak arazilerin tamamı heyelana dayanıklı orman alanlarına dönüştürülmesi hedeflenmelidir. Eşgüdüm ve yetki karmaşasına meydan vermemek için tüzel kişiliğe sahip ve etkili icraatları gerçekleştirebilecek güçlü taşra teşkilatıyla “Kırsal Dönüşüm Genel Müdürlüğü” adında yeni bir genel müdürlüğün kurulması gerekmektedir.
SONUÇ: 24.08.2010 tarihinde Rize Gündoğdu’da yaşanan ve can kayıplarına neden olan sel ve su baskını felaketiyle ilgili T.C. Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın olay yerinde kamuoyuna deklere ettiği “Trabzon veya Rize`de bunun tek nedeni var. Ormanlar hakkını alır, dere yatağında akar. Ben çocukluğumuzdan biliyorum. Biz orman olan yerleri ormandan çıkardık çaylığa dönüştürdük.” beyanıyla da yaşanan sorunun nedenini alenen teyit etmiştir.
Ülkemizde yaşanan sel ve su baskını sorunu kesinlikle sıradan bir doğal felaket olayı olmadığından çözümü de asla sıradan olmayacaktır. Kalıcı ve radikal tedbirler alınmadıkça bu felaketlerin önüne geçilebilmesi de asla mümkün değildir. Yukarıda özetlediğim kalıcı tedbirlerin alınmaması halinde; Küresel ısınmamın etkisi ile ülkemizdeki yaşam riski zamanla daha da artacak, bu gün ki felaketlerden çok daha büyük toplu ölümlere ve coğrafik değişimlere yol açabilecek ‘kitlesel toprak kaymaları’ ile tsunamiye benzer büyük ‘su baskınları’ kaçınılmaz olacaktır. Sel ve su baskını felaketlerinin önüne geçilmesinin tek ve en etkili yolu ormanlık alanların artmasına da önemli katkı sağlayacak “Kırsal Dönüşüm Projesi” tır.
Faruk ÇEBİ
Kürem-Der Genel Başkanı