,

Araklılı Sarhoş Abdullah

 M. Kemal AYÇİÇEK- 18 Haziran 2012 

Bizim meslekte vardır biraz sarhoş Abdullah tipleri. CHP’nin  6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu'nun bazı maddelerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması  başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi’nin  verdiği  “red” kararı için bir yandan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, Abdullah Öcalan’ın “ev hapsi konuşulabilir” şeklindeki açıklaması üzerine bir yandan dövecek birini arar bir havaya büründü medya da bir kesim. Yazılı ve görsel medya da, adeta fırsat bu fırsat diyerek, Cumhurbaşkanı ile başbakanı, olmadı bakanları birbirlerine düşürme gayretine giriştiler. 
Zamanın birinde Araklı’da yaşarmış sarhoş Abdullah, ayık olduğu pek görülmediğinde de lakabı çıkmış sarhoş Abdullah’a. Bu Abdullah, sabahın köründe küçük caminin önünde cami imamı ile bir vatandaşı hararetli konuşurlarken  görmüş, adamın hoca ile tartıştığını sanmış hemen gitmiş yanlarına, dalmış aralarına ve o cami imamının karşısındaki adama bir sille(Tokat) atmış. Adam şaşırmış,“Benim suçum ne, ne diye bana vuruyorsun, camide namaz kıldım diye suç mu işledim?” diye söylenmiş, bizim Abdullah, adama bir sille daha indirmiş, sorgusuz sualsiz ve ardından, “Ben 40 yıldır burada yaşıyorum, daha bir defa o caminin kapısından içeri adımımı atmadım, sana ne olmuş da sen camiye giriyorsun, bundan daha büyük suç mu olur?” demiş, ardından biraz daha hırslanarak adama bir sille daha patlatmış, araya birileri girmiş, Abdullah’ı göndermişler, adamı da, “bu adam sarhoştur, ne yaptığını bilmez, ayık gezmez, sen onun kusuruna bakma” diyerek ikna etmişler ve olay kapanmış.
Tüm tartışmalarda taraf olacağız ya, hangi kanatta yer alıyorsak o kanadın vicdanının sesi olmaya oynanıyor ya bu medya aleminde, kimileri  eski yıllarda olduğu gibi bugün ki Türkiye’de de tıpkı eski yıllarda olduğu gibi belli makam kavgalarının olabileceği senaryolarını çok önceden yazmış, ve o senaryolar üzerinden fikir beyan edip, beklentilerinin peşinde kamuoyu oluşturmaya gayret ediyorlardı. Tabi o senarist kalemlerin asıl beklentisi, Cumhurbaşkanı  Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın makam kavgasına girişmeleri. işte CHP’nin başvurusuna Anayasa Mahkemesi ‘nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresi ile ilgili verdiği “red” kararı üzerine, bunu bir fırsata dönüştürebilir miyiz çabasına giriştiler. Olmaz o beklentileri, aha yazıyorum buraya.. TV Canlı yayınlarında konuyu bir CHP, bir MHP, bir DTP sözcülerine sorup, bir de Hükümet kanadından görüşler aldılar. O konuşmalarla bir kavga çıkarmaya kalktılar, yine olmadı, olamaz da zaten. Türkiye, o eski Türkiye değil artık, çoktan geçmiş Bor’un pazarı!
Mesela Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Cumhurbaşkanının 7 yıl görev için seçildiğini, ama tekrar seçilmesine bir mani olmadığını dile getirirken, bir TV kanalı alt yazı ile, Bozdağ’ın bu ifadesini, “Bozdağ, Cumhurbaşkanının ikinci kez seçilmesi Anayasa’ya aykırıdır” diye veriyor. Oysa Bozdağ, mevcut durum ile verilen kararı karşılaştırmalı olarak anlatıyor, bizim bir haber kanalı olan TV, sanki Bozdağ, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara muhalefet edercesine bir ifade ve üslup kullanıyormuş gibi konuyu haberleştiriyor.
Bir başka konu Bülent Arınç’ın, “PKK ateşkes ilan ederse, Abdullah Öcalan’ın ev hapsi dahil her şey konuşulabilir” şeklindeki ifadesini, kalkıp yine Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’a sorarak, bakanlar arası bir fikir ayrılığı, belki fikir çatışması havası estirmeye kalkıyorlar. Bekir Bozdağ’ın açıklamalarını dönüp yeniden Arınç’a yöneltip, yeni bir açıklama bekliyorlar.Bir bakıyorsunuz Başbakan, “çamlıca tepesine cami yapacağız” diyor, bunu hemen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a soruyorlar, ondan aldıkları cevabı, yarım yamalak anlayıp, haber yapıyorlar, sonra tekrar başbakana, başbakandan kültür bakanına, dön babam dön.. Şimdi sevgili meslektaşlarımızın yaptığının bizim sarhoş Abdullah’ın yaptığından ne farkı var? Daha ne söylenip söylenmediğini bile bilmeden, anlamadan, kafalardaki şablonlara göre habercilik?
Aynı şey Başbakan Erdoğan’ın Fethullah Gülen’i isim vermeden Türkiye’ye dönmeye davet etmesi olayında da görüyoruz. Başbakan davet etti, Fethullah Gülen, “gelemem dedi”, bunun üzerine konuyu tekrar Başbakana, “Bak siz davet ettiniz ama gelmiyor, şimdi buna ne diyorsunuz?” gibi, “benim oğlum bina okur, döner döner gene okur” bir medya ve habercilik anlayışı, Türkiye’nin günümüzdeki konumu ile ne kadar bağdaşabiliyor. Ben bağdaştıramıyorum. Her olaya farklı bakış açıları ile hep aynı pencerelerden baktıkça da sanırım bu horoz dövüşü mantığından kolay kolay kurtulacağımız yok. Oysa sarhoş Abdullah, cami hocası ile nafile namaz konusunu konuşuyor, beş vakit namaz kılmasının yanında sık sık da nafile namaz kıldığını ama bunlardan ekstra bir kazancının(sevap) olup olmadığını net olarak almaya çalışıyor ama bizim sarhoş Abdullah gidip adama sille atıyor.
Daha önce CHP, başvuruyu yaptığı zaman da yazmıştım gerçi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 7 yıl için cumhurbaşkanı seçilmişti , fakat bir daha seçime katılma hakkı yoktu, şimdi Anayasa Mahkemesi, Abdullah Gül başta olmak üzere tüm eski Cumhurbaşkanlarımızın da ikinci kez 5 yıllığına cumhurbaşkanlığına aday olabilecekleri kararı verdi. Bu durumda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, tekrar aday olursa Başbakan Erdoğan karşısına çıkar mı gibi tartışmalar yapılıyor. Bu tartışmalar da tıpkı eski Türkiye’de kalmış tartışma metodları, bunların da değişmesi lazım. Ne sayın Gül, ne sayın Erdoğan, birbirleri ile makam sevdası, makam kavgası gibi çok basit ve de dünyevi ünvanlar için birbirlerine karşı çıkmazlar. Bunu hala anlayamayan ne yazık ki bu ülkede güya çok okunur  insanlar var. Sadece bu en üst düzeyde değil tüm alanlarda böylesi beklentiler içinde olanlar, zaten istedikleri makamlara da gelemezler!
Türkiye, çok dinamik bir ülke, eski hantal ülke değil. Eskiden Devlet, halkın önünde olur, halkı yönlendirmede başarılı olurdu, şimdi artık halk, devleti sürüklüyor. Halkın dinamizmi, Devletin çarklarını da kendine uydurdu ve öylece yol alıyor. Kimsenin gizli fikri kendinde değil artık, tüm fikirler global hale geldi. Türkiye halkının fikirleri, artık sadece Türkiye için değil, tüm Dünya için önem kazandı, tüm Dünya’daki fikirler de Türkiye halkı için aynı şekilde, böyle bir Dünya’da artık, hiçbir devlet, sadece kendi içinde, kendi halkının devleti de değil, istese de olamaz zaten.
Boşuna denmemiş, “hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır” diye, Şimdi Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın “her şey konuşulur” ifadesinin garip olan ne yanı var? Konuşulan perdelerin farklılığı, siyasi algıların da farklı oluşmasına, farklı çağrışımlara mı yol açması lazım. Suyun akarı ne yöneyse o yöndeki akışı hangi güç tersine çevirebilir. Sırf siyaset yapacağız diye, “ona küstüm, çayını bile içmem” mantığı, globalleşmiş bir Dünya’da bir siyaset olabilir mi? Siyaset sadece konuşma sanatı mıdır?. Anlatma,anlama, ikna etme, inandırma ve gereğini de yapma sanatı değil midir? Siyaset, gönül kırmadan, gönül kazanarak ülkeleri sağ ve salimen yaşatma, insanı da üstün tutma sanatı değil midir? Ben bardağın hep dolu yanına bakarak,  öyle anlıyorum,  o bardağın boş kısmına bakanlardansanız sizleri bilemem tabi. Kalın sağlıcakla.
YORUM EKLE