Bir önceki yazının devamı olarak
Folklorumuzdaki müphem mefhumlar (2/15)
Giriş;
“İnsanların en çok inandıkları şey, en az bildikleri şeydir”(Atasözü)
“Bir hakikat kalmasın âlemde Allah’ım nihan”(Z.Gökalp)
Yeryüzünde, folklorünün üzerinde yükselmemiş bir medeniyet düşünülemez. İlimle, kültürle gelenler hep bu temel üzerine gelirler ve onunla bir bütünlük oluştururlar. Bir ülkenin uygarlık seviyesi o ülke aydınının bu gerçeği idrakine paraleldir.
Halkı ilimden, teknikten soyutlayabiliriz belki fakat aydını folkloründen (Çevreden aldığı, gelenek ve göreneklerinden) soyutlayamayız. Bir ilim adamının aldığı eğitimi göz önüne alarak ilmi seviyesi ölçülebilir, ancak bu eğitime girmeden veya girdikten sonra basit halk bilgilerinden ne oranda etkilendiği ölçülemez. İnsan, farkında olsun veya olmasın beyni, eğitim çarklarına girmeden, bazı boş veya yararlı bir takım adet, inanç gibi değerlerle bir ölçüde dolmuştur. Bu adet, inanç, hurafelerin onun gelecekteki başarı veya başarısızlığında etkili olmadığı söylenemez.
Ancak böylesine temel ve böylesine önemli bir konuya, maalesef ülkemizde ancak 1913 bazılarına göre de 1914 gibi yakın bir tarihte başlanmıştır.(Halk ninnileri, Enver Behnan Şapolyo) Bu konuda birkaç kişisel çalışmanın dışında konuyla ilgili ciddi bir araştırma göremiyoruz. Bu serzenişimiz, halk oyunlarımız ve halk türkülerimiz dikkate alınınca belki yersiz görülebilir. Fakat bizim konumuz bu oyunların ve türkülerin altında yatan anlamlar ve niçinlerine cevap bulamadığımız müphem mefhumlardır.
Albastı, Hortlak, Cin-peri, büyü ve bunun gibi folklorümüzün inanca tesir eden tarafıdır. Kısaca şimdiye dek dipnot mesabesinde tutulmuş bir konuyu önemine binaen tez konusu yaptık. İyi biliyoruz ki, tez konusu yapılınca bu mefhumlar, müphem olmaktan çıkmayacak ama belki bir arada toplu halde gösterilebilecektir. Bunda amacımız, eğitimde nazari dikkate alınmasını arzuladığımız bu mefhumları toplu halde bir arada sunabilmektir.
Ayrıca halk kültürümüzden nispeten uzak kalmış aydınımıza örgün eğitim dışında alınabilecek kültürün bir numunesi gösterilerek onun halka ve halkın inançlarına dikkati çekilmiş olacaktır. Madem ki, “inançların altında yatan gerçek nedenleri bulup çıkarmak bilimin görevidir” ve madem ki “bunu yapabilmek için de onları bütün ayrıntıları ile bilmek gerekiyor”(O. Hançerlioğlu, İnanç sözlüğü) o halde bunda herkesten çok aydınlara görev düşmektedir.
Pozitif bilimlerin az gelişmiş olduğu orta çağ boyunca Din adamı aynı zaman da Cinci, üfürükçü ve doktordur. Halkın gözünde bu doktor, astronomiyi, kozmogon ve eskatolojiyi de çok iyi bilir. Halk, hocanın yanısıra bir başka doktora ihtiyaç duymaz. Bu durum o zaman için normal kabul edilse de zamanımızda beyin kanaması geçiren çocuğunu doktora götürmeyip bir aya yakın bir süre hocaya okutturarak ölümüne sebep olan babalara rastlamamız çok acıdır. (Halkla yaptığım özel anketlerimden)
Maalesef bu acıklı durum için bir suçlu aranacaksa bunda halkın iyi niyetini ve güvenini suistimal eden yobazların yanında kendi kültürüne yabancı, iyi niyetli fakat yetersiz ,ifrada karşı çıkarken tefride düşen aydınlarımızın rolü küçümsenemez. Aydınlarımızın dini iyi bilmediklerinden yakınırız. Dinin etrafında öyle yorumlar yapılmış ve öyle yorumlara bağlanılmış ki, bu yorumların eksikliği ve çeşitliliğinden din adamı dahi dini, anlayamaz hale gelmiştir. Bu yorumlar, doğru, az doğru, yalan, yanlış veya yetersiz, hep çağının elli yada yüz yıl gerisinde kalmış yorumlardır. Bütün nakilleri doğru kabul etsek ve yorum farklarını bir mercekteki derece farklarına benzetsek bile birkaç merceğin altında kalmış hakikatı elbette farklı göreceğiz.
Çünkü artık, o boyutları farklı bambaşka bir şekilden ibarettir. İslamın en başarılı dönemleri kuşkusuz dinin zamanına paralel yorumlanıp uygulandığı devirlerdir. Fakat, sonraları İslam mütefekkirlerinin yaptıkları iş, değişen çağı ve şartları dikkate almaksızın bu büyük düşünürlerin eserlerine şerhler, haşiyeler yazmaktan ibaret olmuştur. İşte bu nedenledir ki 20. asır müslümanı, kıyamete kadar her çağın problemlerini deva olacak İslam naslarına sahipken, bu nasları tarihten herhangi bir zaman idrakiyle yaşamak zorunda bırakılıyor. Zaten, Sanayi inkılâbı, nükleer savaş endişeleri ile bunalan çağımız insanı biraz da şüpheci ise ya dine saldırıyor yahut dini inkâr yoluna gidiyor.
Yazının devamı için tıklayınız