M. Kemal AYÇİÇEK – 28 Eylül 2015
Bayram yazıları yazmayı pek bilmem ama bu Kurban Bayramını yazmalıydım çünkü alacaklı olarak bir bayramı bitirdim. Bayram harçlığım, bir sonraki bayrama kaldı. Hani ‘söz uçar yazı kalır’ya, işte en azından yazıya dökmeliyim ki sonra harçlık borçlusu Metehan, benim bayram harçlığımın üzerine yatmasın! Yok öyle yağma, hem hak edip, hem de bayram harçlığımı kim olursa olsun kalkıp yedi yaşındaki bir çocuğa bırakacak da enayi değilim!
“Hacı Musa dedem,100 Lira bayram harçlığı verdi” dedi Metehan, sonra da bana baktı, evin balkonunda otururken. “Hımm” dedim, sonra neden bana bunu söylediğini anlamaya çalıştım, bayram harçlığı beklentisi içindeymiş meğer! Fakat, daha balkona geçmeden az önce Kurban Bayramı’nın ikinci günündeydik ama Metehan benimle bayramlaşmadan ben onu çağırıp, “bayramın mübarek olsun Metehan” dedim, sarıldım ve öptüm. O, ben bayramlaştıktan sonra bayram olduğunu anladı ve birazcık mahcup edayla da gülümsedi. Balkonda da işte o bayramlaşma sonrası harçlık beklentisiydi ve dedesinden sözü açıp, “Hani bayram harçlığım” demek istiyordu!
Metehan, yedi yaşında ama İstanbul’un göbeğinde oturan bir çocuk. Aklı fikri, kendi çıkarı için nerede nasıl davranacağını hesap edip, ona uygun hareket etmekti. Zeki de biri, gerçi bu devrin çocukları hep zeki ama bu biraz daha fazla kendine zeki biri. Balkondaki sohbete devam ediyoruz. “Deden sana 100 lira bayram harçlığı verdiğine göre benim sana harçlık vermeme gerek yok Metehan, hem sen benle bayramlaşmadın ki ben seninle bayramlaştım. Bayram harçlığını ilk önce bayramlaşan insan hak eder, yani harçlık, ilk önce “bayramın mübarek olsun” diyene verilir. Az önce sen mi benimle bayramlaştın yoksa ben mi seninle bayramlaştım?” diye sordum. Metehan, “Sen bayramlaştın” dedi. “O halde, bayram harçlığını senin bana vermen gerekmez mi?” diye sordum. “Ama, harçlığı büyükler çocuklara verir” dedi. “Sen öyle san, öyle bir şey yok, önce kim kiminle bayramlaşırsa o ilk bayramlaşan kişi, karşısındakinden bayram harçlığı alır” dedim. Metehan’ın suratı asıldı, az önce tebessüm eden suratı şimdi mahkeme duvarına dönmüştü, sustu, sonra “İyi de şimdi param yok o zaman gelecek sene bayramda ödeşiriz” dedi.
Ben hak ettiğim harçlığımın peşini bırakmak niyetinde değildim, o harçlığı en azından biraz garantiye alabilmek için ısrar ettim, “Olmaz ama bayram harçlığı da anında verilirse kıymeti olur, bir yıl sonrasına bayram harçlığı bırakılır mı hiç?” diye sordum. “bırakılmaz ama ben bütün paramı anneme verdim, cebim de hiç param yok sana nasıl harçlık vereyim ki?” diye biraz da sertleşerek cevap verdi. Bu kez ben sustum “Ama unutma ha gelecek sene benim bayram harçlığımı mutlaka vereceksin, unutursan karışmam!” dedim. Metehan, azcık düşündükten sonra “Ben gelecek sene belki Kurban bayramı tatiline gelemem, unutursam sen söylersin” dedi. “Yoo meraklanma sen gelemezsen ben seni bulurum Metehan, sen rahat ol” dedim, “Peki” dedi anlaştık.
Metehan, yeğenim ama ‘Kanka” gibiyiz! Saygı gösterilen her çocuk gibi, kendisine gösterilen saygıyı istismar etmeyen ve kendini de ‘Büyük’ ler sınıfından gören bir çocuk!. Az sonra Mehmet ve Lütfullah, evin önüne geldi. Metehan Lütfullah’ı tanıyor ama Mehmet’i pek tanımıyor. Bizim Yakup Kadri’nin düğünü var salonda ve oraya gideceğiz. Zaten aşağıya iniyorduk, Metehan’la birlikte indik. Metehan, aşağıya iner inmez hemen önce Mehmet’e, sonra da Lütfullah’a sarıldı ve bayramlaştı. Fakat, ne Mehmet ne de Lütfulah’ın ceplerine bir hamlesi olmadı. Metehan’ı izliyorum, bir Mehmet’e bir Lütfullah’a bakıyor, onlarda telefonlarıyla konuşuyorlar. Bir iki derken baktım ki ne Mehmet’in ne de Lütfullah’ın o Metehan’ın Bayramlaşmalarından haberi yok müdahil olmak zorunda kaldım. Mehmet ve Lütfullah’a “Ya Metehan sizinle bayramlaştı, siz hala Metehan’a bir harçlık vermediniz?” deyince Mehmet ve Lütfullah, ceplerindeki bozuk paralarla Mehetan’ın gönlünü aldılar! Cebin de parası olunca da ben Metehan’a yaklaştım, “Benim harçlık!” imasını yaptım ama bana gözlerini açarak baktı ve “Bu kadar az bayram harçlığını sana veremem ki” der gibi oldu, “tamam, tamam dedim, sorun değil” sonra da birlikte düğün salonuna geçtik.
Yakup Kadri’nin düğünü köydeki villayı andıran ev yerine salondaydı. Salon düğünlerini de oldum olası hiç ama hiç sevmem ama Yakup kadri farklı biri, o bizim ama bizim bambaşka sevdiğimiz biri, yeğenimiz üstelik. Horon zinciri, haylı kalabalık. Oyun oynamasını da bilirim ama girmedim horona, babası horondaydı. Metehan, burada da birkaç kişi ile bayramlaştı ama harçlık alıp almadığını bilmiyorum. Eve döndüğümüz de bu kez Metehan bana mücevherli korsanlar olan tişörtünü gösterdi. Kısaca Metehan, sanki bu Dünya’da değil de başka dünyalardaydı. Tişörtünü bile annesine aldırırken kim bilir ne numaralar yaptırmıştır! İstanbul çocukları hep böyle mi oluyor diye insan düşünmeden edemiyor ama nereye kadar? Aileler, çocukların bu dünyasından ne kadar haberdarlar, kim bilir? Ama ben hak ettiğim bayram harçlığımı Metehan’a bırakmayacağım, gelecek Kurban Bayramı’nı daha şimdiden iple çekiyorum!. Bu vesileyle geçmiş bayramınızı tebrik ediyorum, Kalın sağlıcakla.