M. Kemal AYÇİÇEK-11 Temmuz 2011
TBMM’de 61.Hükümet programı tartışıla dursun,. Nasılsa Demokrasi bu, yemin etmemiş CHP’liler de BDP’liler de gecikmeli de olsa yeminlerini yapıp, siyasi krizin aşılmasını sağlayacaklar. Yeni kabinede bölgesel dengeler iyi sağlanmış, Karadeniz Bölgesi ciddi manada onore edilmiş. Ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olsun, bize kabineye başarılar dilemek düşer. Bu hafta tüm diğer gündemlerden farklı bir gündem benimki..yazıya başladığım tarzda günlük politik yazı yazmayacağım bu hafta, dertliyim kederliyim diye Karadeniz türkümüz vardır bizim ya..işte öyle bir şey benim gündemim.
Yeğenim Bilgehan, babası ve annesi de varlar yanımızda. Sofraya oturduğumuzda bir iki üç derken indirdim şaplakları ama bu sefer, tepkisi şaplak olmuyor, ilkinde şöyle bir bakış, ikincisinde, “noluyoruz”, üçüncüsünde “döverim bak” deyiverdi. Dünün bebeği, bugünün gelini.. “şaplak” bizim,etkiye tepki dalaşımız sadece..ilk kez kız babası olan biri, kızıyla nasıl iletişim kurar, daha o konuşamazken.. Bizim ki si, “Datlı da kızım ballı da kızım, dat dat dat, ballı da kızım datlı da kızım bal bal bal”dı. Biz geniş aileyiz, ondan belki çocukların babalıklarına yeterince zaman ayıramadık. Hem bu çağ’da olmak ve hem de geçmişle bağı koparmamak istedik. Ama arada kalan biz olduk tabi.
.Hani dedemin çocuklarından yana erkek bir torundan ilk torun olmuştun ya, seni “gızla da gızla, gızla da gızla” diye nazlatıp, nerdeyse senle yatıp kalkacak kadar sana düşkün dedemle oyunlarını izlerdim. Sırf evinde televizyonu var diye İstanbul’daki amcama gönül koymuşken, seninle televizyon seyretmeye başlayan dedemin, senin reklamlara pür dikkat kilitlenişini izlemesini bende göz ucumla takip ederdim. Bir bağ aksakallı adam, seni o televizyon reklamlarından alıkoyamaz, sana bir melek gözü ile baktığından da, senin TV’de neyi, neden pür dikkat seyredişini çözmeye çabalardı. Onca uğraşının sonunda onunla ilgilenmeni ancak reklamlar bitince, sağlayabilir, öylece oynaşırdınız birbirinizle..Sen hatırlamazsın bunları tabi.
“Datlı da kızım ballı da kızım, dat dat dat, ballı da kızım datlı da kızım bal bal bal ” diyerek bende ilgini çeker, büyüklerimin önünde bile onların geleneksel kurallarını hiçe sayarak, çiğneyerek, seni nazlatır, öyle severdim.Bizim yöremizde evlatlar, büyüklerin yanında açıktan sevilmez, hep gizli saklı sevgi gösterilirdi. Büyüklerin yanında çocuk sevmek, öyle her babayiğidin harcı değildi. Hatırlıyor musun kızım, bir keresinde hani sen yan odasından içeri girdiğinde dedemin sağ tarafında ben oturuyordum, sol tarafında babam, Ahmet amcam, hemen yanında İbrahim amcam ve yanında da Mahmut amcam varken, gülerek kollarını açıp, bana “hoş geldin” demeye gelişini? Tüm bakışları üzerine çekmiştin. O anda ben de herkesten önce sana kucak açmış, sarılmış, öpmüş ve seni büyük dedene yönlendirmiştim. O anda babam ve amcamların yüzlerinin kızardığını fark etmiş, ama dedemi işaret edip, babamlara, “dedemin bana kızacağını düşündünüz değil mi? Neden kızsın ki, çocuk bir ortamda ilk önce babasına yönelmez mi? Baba da buna karşılık vermez mi? Bunda yadırganacak ne var?” diyip, dedeme dönüp, “öyle değil mi dede” diyerek de dedeme, hareketimin yanlış olmadığını onaylatmıştım hani. Geleneksel tabuları senle yıkmıştık o gün.
Kuşak farklılığı işte, zaman değişiyor, gelenekler, görenekler değişiyor, çağ değişiyor. Hayat değişiyor, anlayışlar değişiyor. Bizim neslin bebeği, yeni neslin ablası oluvermiştin evde. Senle şaplaklara da o zamanlar başlamıştık ama sen hatırlamazsın tabi. Senin eline bir kere dokunduğumda hemen tepki verip, sende dokunurdun ve hiç altta kalmazdın. Evet “şaplak” derken tabi abartıyorum, bizimki el hareketleriyle etkileşimdi sadece. 24 yıl geçmiş aradan ve sen unutuvermişsin tabi, o şaplakların ne anlama geldiğini sofrada..bebekliğindeki gibi, hiç bakmadan, umursamadan benim el hareketlerime tepkini, yaptığımın aynını yaparak verirken, aradan geçen onca yıl sonra “noluyoruz”dan, “döverim bak”a geliverdik.Anlamadın, anlayamadın, çünkü o eski şaplaklaşmalarımızı hatırlamıyorsun bile..Oysa ben, bebeğimle etkileşirim sanıyordum ama demek ki artık çok geç. Ne çabuk geçti onca zaman, sen ne zaman büyüdün de ben fark etmedim kızım! Ben sanıyordum ki, sen hep bebek kalacak, hep çocuk olarak kalacak, bir tek benim kızım olacaktın!meğer öyle değilmiş, bunu inanır mısın daha yeni anladım!Annem de söyledi, “takdir böyle oğlum, üzülme. Ben de senin annen olmadan önce Yakup babamın kızıydım ama bak, hacı efendilerdeyim” güldüm o zaman.
Hani şu rahmetli Kemal Sunal’ın “çöpçüler kralı” filminde, pencereden bakıp da , “ben yazdım, Hükümet düştü” diye bağıran bir adam vardı ya, bizim hayatımız da ona benziyordu işte. Devleti “ala” edelim uğraşındaydık, yılların geçişini fark edemedik. Onca düğün derneğe gittik, aklımızdan geçmedi bir gün başımıza gelebileceği ve hiç düşünmedik, düşünemedik. Yine bizde adettendi, gelenek ve görenektendi, yabancıya kız verilmez, araziler bölünmesin diye hep yakın akrabalar arasında evliliklere alışmış, alıştırılmıştık. Öylesine bir töre vardı yöremizde, şimdi sen o töreyi de yıkıyorsun kızım!
Gerçi eskiden yol yoktu, araç yoktu, uçak yoktu, memleketler ıraktı. Hasret dindirmek kolay değildi, gidenlerden haber bile gelmezdi. Şimdi çağ değişti, telefonlar, görüntülü artık.iletişim kolay, ulaşım rahat, her türlü araçla ulaşılabilirlik fırsatı var var ama kızım, yine de bunları gönlüme anlatamıyorum. Bir yandan senin için “dedemi, nenemi de görmüş, onlarla güzel günler geçirmişti” diye kendi kendimi teselli etmeye çalışıyorum. Farkındayım tabi, Annen ve kardeşinle(unutma sakın ha ağabeyin!), büyük baban, baba annenle bir başka, anne annenle, anne babanla daha başka, büyük amcanlarla.dayınlar,teyzenlerle ve ufak amcalarınla çok daha farklı, kuzenlerin ile bambaşka sevgiliyken, demek şimdi sen başka birilerinin memleketine gidiyorsun öyle mi?Böyle zamanlarımda hep Hızır’dır Osman amcan bana, Hani şu Yusuf Hayaloğlu’ nun “Ah Ulan Rıza” adlı şiiri vardı ya, o önermişti bana.. onda Rıza için söylediği “bu mahallenin nesini beğenmedin de öte yere taşındın”ını yaşatıyorsun bana, git bakalım!
İlk kez onu bir yabancının eline iki aylık iken vermiştim, oda İstanbul’dan arkadaşım, tam bir “şehir çocuğu”, hani “ana kuzusu” , “muhallebi çocuğu” denirdi ya o cinsten, güya köy görmüş, köyde de kucağına bir bebek bile almışlığı yaşamak içindi. Rebi, kucağına aldığı bebeği nasıl sevmesi gerektiğini bile bilememenin ezikliği ile korkarak, ürkerek, hafif debelenmendeki ani bir panikle “al, al” diye sana bir şey olur, düşürüverir kucağından korkusuyla seni bana uzatışını unutamıyorum. Şimdi de ikinci kez bir “el”e, bu sefer, senin rızanla, aslen Kırşehir’li ama Ankara’da doğup, büyüdüğü için Başkentli sayılan Ergün’e veriyorum. Biz “Şaban”ları severiz kızım, onun da babası Şaban..Mutluluklar diliyorum ömür boyu, yeni memleketinde yeni sevdiklerinle hepinize.Güle güle kızım.Şaplaklarımı karşılıksız bırakma! Kalın sağlıcakla.