,

Çocukları üzerinden dövülen babalar!




M. Kemal AYÇİÇEK - 23 Kasım 2015


Karadeniz Bölgesi’nde baba olmak hele hele de çocuk sahibi bir baba olmanın bir takım zorlukları vardır. Şakalar yapılırken bile çocuklarınız üzerinden adeta dövülüverirsiniz! Bu dövülme elbette sopayla ya da yumrukla, tekmeyle dövülme değil söz giydirmeleri ile dövülürler. Bir de “Hacı” “Hoca”, “Hafız” gibi bir baba iseniz bu sizin sözlerle dövülmenizi bir zulüm düzeyine çıkarır. Çocuğunuzun kız veya erkek olması babaların bu kaderini değiştirmez!


Henüz Karadeniz’in bölgesel anlamda fazlaca göç vermediği yıllar da köylerdeki evler hep bacası tüter haldelerdi. O dönemler, şimdiki gibi okullar yok tabi, camilerin yanında bulunan Medreseler ki her caminin yanında da olmazdı. O, medreseler de falaka görmüş ve bu falakalardan nasibini almış insanlar da “Hoca”, “Hafız”, hele o yıllarda iki aya varan Hacca gidip, gelme sürecinden sonra “Hacı” da oluyorsanız ve baba olacaksanız sizin işiniz öyle böyle değil epeyce zorlaşıyor. Molla, Hoca, Hafız, Hacı gibi Muallimler, Arzuhalciler, Muhtarlar da toplum nezdinde itibarlı mevkilerdi. Böyle bir konumda ve görücü usulü de değil baba ya da annelerin “Bu kızla evleneceksin” dediğin de itirazı mümkün olmayan ve geri dönüşü de bulunmayan bir yola giriyordunuz. İşte böylesi evliliklerden sonra doğan çocukların büyüme evrelerini varın siz hesap edin.


Babalar, evler de tam otoriterdir. Bir sözlerinin arkasına çocuklarının tek kelime ekleme, çıkarma hakkı da yoktur. Çocuk küçükken laf dinlemez olmuşsa bunun tek sorumlusu annesi ve dolayısıyla annesinin akrabalarıdır. Çocuğun laf dinlememezliğin de kesinlikle babanın ve dolayısıyla da babanın soyunun uzaktan yakından bir ilgisi yoktur! Baba, çocuğun bir hatasından öncelikle anneyi sorumlu tutar. Babaların çocukları sevmesi de adaba aykırıdır. Fakat anneler, çocukları gizlice sevebilir! Evde sadece baba yoktur, babanın babası yani dedeler de vardır. Baba’nın çocukları hele de dedenin yanında sevme gibi bir lüksü olamaz, o da adaba uygun düşmez ve yadırganacak davranışlardan sayılır. Zaten torun sahibi dedeler de emsalleri ile bir araya geldiklerindeki sohbetlerinde de hangi oğlunun hangi çocuğuna nasıl hiç yüz vermediğini, nasıl terslediğini ve kendisinin yanın da şöyle yan gözle bile kendi çocuklarını sevemeyeceklerini anlatarak, birbirleri ile yarışırlardı!


Böylesi ortamları çok sıkıcı bulan evlatlar, bu şartlara tahammül gösteremeyenler de ayaklarının üzerinde durduğuna kanaat getirdiğinde evlerinden, köylerinden birer birer firar edip, Karadeniz Bölgesi’nden İstanbul başta olmak üzere göç hareketlerini başlatmışlar. Almanya’ya işçi olarak gitmelerin ardından da o eski babalık tipi anlayış zamanla değişse de o eski babaların evlatları üzerinden dövülme olayı hiç değişmemişdi. Evlatları üzerinden eleştirilen “Molla”,”Hoca”, “Hafız” ya da “Hacı”lar, toplumda hem itibarlarına gölge düşürmemek, hem de kendi saygınlıklarının devamını sağlamak için de çocuklarının geleceklerini de bu yönde şekillendirmek için gayret sarf ederlerdi. Fakat evlat, eğer babaların istediği şekilde medereselere gitmiyor ya da gidip te orada uyumsuz davranıyorsa işte evlerde de o çocukların annelerinin vay halineydi. Babalar, o çocukları “Hayırsız evlat” sınıfına koyar ve kendince üzerini çizerdi. Bir Hocanın oğlu inşaat kalfası olamazdı, Hocanın oğluna yakışan hem Hafız ve hem de Hoca olmaktı! İşte siz bunlardan biri olmadığınız da babalar, “Senin uşağın inşaat yapıyor bu sana yakışıyor mu? Sen nasıl hocasın” ya da “Senin oğlun içki içmiş, filanca görmüş, sen nasıl Hocasın?” veya “Senin oğlun, kahvehaneler de oturuyor, sigara içiyor, bunun din de yeri var mı?” gibi ciddi ciddi sorgulanıyor, ayıplanıyordu! Ha tüm bunlar günümüzde de var mı? Var tabi ama ne de olsa eskisi gibi çok yaygın değil artık!


Hacı Sait Hoca amcanın çocuklarından biriydi İhsan amca da, 78 yaşında İstanbul Gaziosmanpaşa’da yalnız yaşadığı kendi evinde elinde bir bardak ile yedi saat önce ölmüş olarak bulunmuştu. Garip bir yaşamı vardı. Çocuğu olmamıştı, eşi de sekiz yıl önce vefat etmişti. Allah’dan birden çok kardeşleri vardı da Trabzon’da Sariye abla, İstanbul’da Şaduman abla ve yeğenleri sayesinde ara sıra sıcak çorba içebiliyordu. Kimseye yük olmak istemiyor ama zaman zaman rahatsızlıklarında da kız kardeşlerinin himayesinde güya yaşıyordu. Sariye abla onu babasının, annesinin ocağından kopmasın, son dönemlerini Trabzon’da geçirsin diye evinin bir bölümünü ona tahsis etmiş, canla başla onu kucaklamıştı ama o İstanbul’daki evini bahane edip, bir çok gerekçeler uydurup, Sariye ablanın yanından haberli habersiz gidiyordu. Ama olsun İstanbul’da da Şaduman abla vardı, o da İhsan ağabeyini kimselere muhtaç etmemeye, üstüne başına titiz davranıyordu ama tüm bunlar İhsan amcayı, kendi evinde elindeki bir bardak ile yapayalnız bir şekilde ölü olarak bulunmaktan kurtarmaya yetmiyordu.


İhsan amcanın eşinin mezarı İstanbul’daydı. İhsan amcanın da İstanbul’da toprağa verilmesine karar verildiydi ama meğer bir hafta öncesinde çok haşır neşir olmadığı İstanbul’daki erkek kardeşine  “Bilal, bana bir kardeşlik yap!” diyor. Kardeşi Bilal de, “Nedir, söyle de yapayım” deyince ona , “Ben ölürsem bana burada kimse Fatiha okumaz, beni Trabzon’da babamın mezarının yanına koyun, gelen geçen belki bir Fatiha okur” diye vasiyet ediyor. Bilal abi ve diğer amcaoğulları ile Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hasan Tahsin Usta’nın tahsis ettiği belediyeye ait araçla İhsan amcanın cenazesini getirip, Trabzon’un Araklı İlçesi’ndeki Yiğitözü mahallesinde baba ocağında ve babasının yanında toprağa veriliyor. Böylece İhsan amca, yıllar önce amacı onda saklı kendi isteği ile göç ettiği İstanbul’dan vasiyeti gereği de olsa babası ve annesinin mezarının yanına gömülerek muradına ermiş oluyor! Hayat işte ne denebilir ki, Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun, kalın sağlıcakla.





 

YORUM EKLE