,

Güneydoğu, bizim mi?

 Başlığı görünce kararı verdiğinizi tahmin edebiliyorum, “sana mı kalmış ” diyenler de çıkar aranızdan,  sorun değil ama benim bu sorduğum soruyu bende herbirerinizin kendinize de sormanızı isterim. Sormanız da yetmez, bir de dönüp o kendinize sorduğunuz soruya, kıvırtmadan, adam gibi cevabınızı da verin. Güneydoğu, bizim mi? Ben bir kısmına gidebildim, ve kendi adıma cevabım hazırdır, “gidebildiğim az kısmı bizimdir” derim ama ya siz?
 
Bir zamanlar Osmanlı Sadrazamlarından Halil Rıfat paşa’ya aitmiş hani bir söz vardır, askeri kışlalarımızda da yer alır , “Gidemediğin yer senin değildir” diye, şimdi işin askeri yönünü bir kenara koyarak sivil gözlerle kendi kendimize bu ülkenin Güneydoğu’sundan ne kadar haberdarız.Ne kadar tanıyor ve biliyoruz? Hiç turistik seyahat veya bir gezi içinde olsa o tarafa gitmeyi düşünenleriniz oldumu? Öyle ya, sormazmısınız hiç kendi kendinize, “ben nerelere gittim” diye bakmazmısınız hiç haritalara? Kaç yer gezdiğinizi arkadaşlarınızla konuşmazmısınız hiç, bu gittiğiniz yerler arasında kaçtane Güneydoğu kentlerinden biri vardır? Şimdiye kadar gidip görmediğiniz yerlerin sizin olduğuna nasıl inanacaksınız? Gidebiliyormusunuz Hakkari’ye, Şırnak’a, Siirt’e, Batman’a, Mardin’e,Bitlis’e? Neden gitmiyorsunuz?
 
Kuru sıkı hamasetle nutuk atanlara rastlarsınız, “bu ülkenin bir karış toprağına göz dikenin …” der de o ülkenin bırak bir karış toprağını işte Ankara’nın doğusuna geçemeyen Partiler yok mu bu ülkede? Oysa siyaset yapıyorlar, hani ülkede birlik ve beraberliği, dirlik ve düzeni sağlamaya taliplilik adına bir siyasal hareket içinde  “güya” mücadele verirken , 54 siyasi partiden Kaç tane parti gidebiliyor  oralara, hı? Bırakın partileri, bugün köşelerinden salvolar yapan  kaç gazeteci gidebildi ki? O yörenin vefakar muhabirleri dışında bölgeyi anlayan, kavrayan kaç gazeteci var bu ülke de? Oysa bu ülkede gazetelere baktığınızda gazeteciden de geçilmediğini görüyoruz değil mi?
 
 ülkemiz insanının kaçı o Güneydoğu illerini gezmiştir? Zorunlu olarak askerlik görevi dışında varmıdır o taraflara gidip, oralardaki tarihi, kültürü, insanların sosyal yaşamını, ekonomisini, dağını, taşını gözlemleyenler kaç kişidir? İyi de  madem gitmiyoruz, madem gidemiyoruz o zaman Halil Rıfat Paşa’nın deyimine bakarsak  “oralar, bizim değildir” öyle değil mi? Madem “gidemediğimiz yer bizim değildir”, demek oluyor ki Güneydoğu da bizim değildir!
 
Ülkeye bütünlük içinde bakarken her yerini “bizim” diye düşünürken, o her yerinde yaşayan insanları “biz”den ayıramazsınız. Düşünce olarak ayırarak, başkalaştırılmış bir farklılıkla algılayamaz ve de değerlendiremezsiniz. Eğer onu yaparsanız, o zaman siz zaten kendinizden başlamak üzere başkasına kapalı veya “dışlayıcı” bakışın sahibi olursunuz. Yani kendine müslüman! Aslında o, “Gidemediğin yer senin değildir” sözünü söyleyen Halil Rıfat Paşa gibi tüm illerimizin valilelere ihtiyacı var. Devlet görevinde olan herkesin, konumunu ve görevini hazmedip, o görevin gereğini abartmadan ve hakkıyla yapması lazım ki bu ülkenin her tarafı “bizim” olsun, yoksa elin yabancısı bile gelir, “bizim” dediğimiz topraklarda kalkar bize medeniyet dersleri verir.
 
Şimdi bu “Demokratik açılım” neden gündemde anlayabiliyormusunuz? 
Gidemediğimiz o topraklar da “bizim” olsun için bu “Demokratik açılım” dan söz ediliyor, isteniyor ki bir başlangıç olsun ve bu ülke insanı sözde değil artık özdede barışık olsun. Demokratik açılım tartışmaları tamda bunun için yapılıyor işte. Korkmayın sizde yapın bu tartışmaları arkadaşlarınızlakendi aranızda, fikirlerinizi karşılaştırın ve sizce bir çüzüm bulun bakalım nasıl gidebiliriz o bugüne kadar gidemediğimiz o topraklara! Fransızlar, ingilizler kadar hiç değilse, turist olarak da olsa ama rahatça gidebilelim artık. Ülkemizin, o kısmını görelim, biz tanıyalım, başkaları anlatmadan biz kendi gözlemlerimizi yapabilelim artık.
 
28 yaşında  bir öğrenci(!), Türkiye’de 4 yıllık Fen Edebiyat Fakültesi bitirmiş, yurt içinde sınıf öğretmenliğine de razı olmadığı için bu kez de Rusya federasyonu’nun Grasnador kentinde ikinci bir üniversite okuyan bir gençle bu Demokratik açılımı konuşuken, baktım . “Bu ülke de kürdoloji Enstitüsü kurulacakmış, daha ne olsun” diye çok keskin bir ifadeyle karşıtlığını dile getirdi. Ona ikinci üniversiteyi okuduğu Rusya’dan Türkiye’nin nasıl görüldüğünü sordum, “mükemmel” dedi. Rusya’da hangi dille öğrenim gördüğünü sordum “Rusça” dedi. Orada Rusça dil okuyor ama kendi ülkesinde Kürdoloji Enstitüsü açılmasına karşı bir üniversiteli? Tabi bunda bir terslik var bence, o kafanın yanı ikinci üniversiteyi okuyan birinin böylesi bir “yasakçı” mantıkta olması, bana mantıklı gelmiyor. Biraz daha irdeledim, “abi, ben subay çocuğuyum. Eskişehirliyim, ama Güneydoğu’da kaldım, ailemizdende şehit verdik” diyince o zaman ona da hak verdim!
 
Ayder’de bir iftar sonrası sigaraların balkonda içildiği bir kahvehanedeyiz, iki yaşlı insan bu demokratik açılımı konuşuyorlar, “bu iş ülkeyi böler” diyor biri, diğeri ona itiraz ediyor ve kendisini örnek veriyor, “ben lazım, benim bir kültürüm var, bu var olan bir şey, bunun kaybolması mı  yaşaması mı güzeldur, ben yaşatmanun güzelluğune inanırım, var olan bir şeyin yok olması, eksukluk olmaz mi?” arkadaşı orada ona hak veriyor. 
 
Bakıldığında eğer bir ön yargı yoksa ki genelde bu gözükmüyor, Demokratik açılım vatandaşlar arasında tartışılıyor ve de genellikle destek görüyor. Bu açılıma karşı olanlara baktığınızda ya asker yakını, ya eski zaman particilerinden yani kemikleşmiş hükümet karşıtlarından oluşuyor. Onların da zaten bu açılımı önlemeye yönelik çok yönlü gayretlerini duyuyoruz. Şu  orman yangınlarıyla ilgili “sabotaj” iddiaları bana biraz o gayretleri anımsatıyor da ! Kalın sağlıcakla.
 
Not: Bu yazım aynı zaman da www.karadenizolay.com ,  www.24haber.net ve Hizmet Gazetesi’nde yayınlanmaktadır.
YORUM EKLE