,

İnsanlar, doğduğu yerde yaşatılmalı

 M. Kemal AYÇİÇEK- 20 Şubat 2012

Televizyonlarda hep kalabalıklar görüyorsunuz, ülkeler, o ülkelerdeki şehirler, şehirlerin her tarafı betonlaşmış binalar, son zamanlar da çelik ve cam ağırlıklı yapılar görüyorsunuz. Tüm o ülkeler, şehirler, binalar ve yapılar insanlar için yapılmış ve insanlar, güya mıknatıs misali cazibe merkezleri diye adlandırılan yerlere doluşmuşlar. Nereden gittikleri çok da önemli değil, o giden insanlar, “kalabalık”tan biri olarak yaşamayı seçmiş, kendi bilecekleri tabi. Ben gidememişlerden bahsedeceğim.
Annesi bir süreliğine Ankara’ya gitmiş ve 80 yaşın üzerindeki babası ile birlikte kalan genç kız, babasına, “baba bu akşam bir yere gidelim oturmaya” diyor. Babası biraz düşünceli, beklemiş ardından da mahallede kim var, kime gidilebilir diye düşünmüş ama gidilecek şenlik bir ev de yok, ne yapsın, kızının bu içtenlikli talebini de yerine getirmek istiyor ama gidilecek ev bulamıyor. Kızına dönüyor, “tamam kızım, gidelim” diyor. Bir süre öncesine kadar şenli olan ama şimdi de eşi ile İstanbul’a gezmeye gitmiş Hoca aklına geliyor. Kızına devamla, “kalk, gidelim hoca amcanın evine, açalım kapıyı, girelim evine, yakalım sobasını, çay demleyip içelim, dönüp gelelim, olur değil mi ne dersin?” genç kız, gülüyor, “baba sen onlar buradayken bile evine gitmediğin hoca amcaya gitmeyi bile özlemişsin öyle mi?” diyor ve anlıyor babasının söylemek istediğini.
Evet karadenizin köylerinde bu ve benzeri diyaloglar fazlasıyla yapılıyor artık. Normal de  bir birleri ile konuşmayan insanlar bile artık o konuşmadığı insanları mum ile arar olmuşlar. Hayat, insanları savurmuş bir yerlere, boşaltmış insanlar köylerini, evlerini, ilçelerini göçmüşler o ışıltılarına heveslenip, mıknatıs gibi insanları çeken merkezlere, büyükşehirlere. Ne bin bir hayalleri ile ayrıldıkları köylerine cenazeleri gelir olmuş artık. Ha bugün, ha yarın dönerim derken gurbet ellerinden artık dönüşler sadece tabutlarda olabiliyor.
Yine o yukarda bahsettiğim adam, hani kızı ile ev sahibinin evine gidip, oturmak isteyen yaşlı. Komşusu İstanbul’a gidince evin kedisi sahipsiz kalıyor ve mahalledeki tek şenlikli eve gidiyor. Aslında kedileri de pek sevmeyen adam, kedinin dilinden anlıyor ve onu beslemeye başlıyor. İstanbul’a giden komşusunun oğlu ziyaretine gittiğin de de ona "babana söyle uşak, hav sizin kediye bugün 64 öğün yemeğini verdim,tek tek her bir öğünü de not ediyorum, haberi olsun, ona göre hazırlıklı gelsin buraya, sonra demedi dema ha" diye latife yapıyor. 
Geçmiş yıllarda karadenizin köylerinde oturan insanlar, yaz aylarında yaylalara çıkarlar ve köydeki evleri sadece yaz aylarına mahsus ıssız kalırdı, o da işler nedeniyle zaten evlerde kalanlar olur, tamamen boşalmazdı evler. Şimdi yaylalardan geçtik, eskisi gibi yaylacılık yapılmıyor. Yaylaların yerini şimdi gurbet diye adlandırılan büyük şehirler aldı ama artık köylerden giden bir daha geri de gelmiyor. Yapılan çok katlı binalar, bomboş bırakılıp, belki o gurbetteki evlerde kiralık oturmayı göze alıyorlar. 
Ama köylerdeki bu ıssızlığın müsebbibi değil giden insanlar tabi, o gidişlerin asıl  sorumlusu, o insanları köylerini terk etmeye zorlayan hayat şartlarını çekilmez hale getiren yöneticiler olmalı öyle değil mi?  Her yerde kar, kış, soğuklar hüküm sürerken, Avrupa’da soğuktan ölenlerin sayısı 600’ü aşmışken, Karadeniz’de her yer güllük gülistanlık, konuşmalarda bile , “biz cennetteyiz” denirken, karadenizin hala göç veriyor olmasının sorumlusu elbette giden insanlar olamaz. Bu açıkça karadenizin ihmal edilmişliğinin de bir göstergesi aynı zaman da, öyle değil mi? İnsanların artık doyduğu değil, doğduğu yerde yaşamalarını sağlayacak politikalara acil ihtiyaç var. Bu sadece Karadeniz bölgesi için değil elbette tüm bölgeler için geçerli olmalı hem de. Atasözü olmuş “insan doğduğu yerde değil doyduğu yerde” ifadesinin artık örnek alınmaktan vazgeçilmesi ve “insan, doyduğu yerde değil doğduğu yerde” şeklinde bir devlet politikası ile bu konuya ağırlık vermesi gerekir. Yoksa tüm Türkiye’yi siz İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e tıksanız ne olur? Şimdi o kentlerde yaşayan insanlar, hayatlarından ne kadar memnun ve mutlular? Ya da mutlu olan kaç kişi var? Var mı bunu bilen, kaç kişi? Herkes sorsun kendine bakalım, kalın sağlıcakla.
YORUM EKLE