Tarihi tam olarak bilemiyoruz(!) okumuyoruz, okusak ta zaten belli kalıplarda yazıldığı veya yazdırıldığı(!) için, belki ciddiye alıpta okumuyoruz ama mesela Haber Türk’ten izlediğimiz Murat Bardakçı, son dönemlerde öylesine belgeler ortaya döküyor ve tarih yazanlarla öylesine dalga geçiyor ki insanın ister istemez o okuduğu tarih kitaplarına ayırdığı zamana “yazık olmuş” diyesi geliyor. Baktım birazcık, mesela bugüne kadar yapılan Anayasalara, 1921 anayasası kadar “vatandaşlı” bir Anayasa yok. Bakın Prof. Dr. Ergun Özbudun’a göre,
“Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyetinde millî iradeyi lâyıkiyle temsil eden bir meclis tarafından yapılmış tek anayasa, 1921 Anayasasıdır. 1876 Kanun-u Esasîsi, padişah tarafından atanmış bir komisyonca hazırlanıp, padişah fermanıyla ilân edilmiştir. 1924 Anayasası, tek parti egemenliğinin kurulmaya başladığı ve örgütlü bir muhalefetin mevcut olmadığı bir meclisçe yapılmıştır. 1961 ve 1982 Anayasalarını hazırlayan Kurucu Meclisler de, genel oya dayanan bir seçimle oluşmuş yasama organları değillerdi” diyor. Ayrıca,
Bülent Tanör de aynı kanıdadır:
“1921 Anayasası, hazırlanışı ve kabul özellikleri bakımından Osmanlı-Türk anayasacılığının en demokratik, belki de tek demokratik örneğidir”
Ahmet Demirel de Türkiye’nin “1920-1923 arasında (Birinci Meclis dönemi) dünyanın en ileri demokrasilerinden birine sahip” olduğunu yazmaktadır.
1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu kendini “Kanun-u Esasî” olarak değil, “Teşkilât-ı Esasîye Kanunu” olarak isimlendirmiştir. Şimdi devir değişmiş, yeni bir asırdayız artık ve günümüze değin yapılmış Anayasalarla bu toplum, Atatürk’ün “muasır medeniyet” öngörüsüne erişmemize imkan vermemiştir. O zaman biz bugün, yeni dünya şartlarını da dikkate alarak, bu işin uzmanlarında o 1921 Anayasasını temel alıp, onun üzerine yeni olması gereken eksikleri inşa ederek, o Anayasayı geliştiremez miyiz? Türkiye’ye 21.yüzyılda Dünya’nın diğer ülkelerine de örnek olacak şekilde bir yeni ve ama ülkede Milli Birlik ve beraberlik ruhunu, Ahmetin, Mehmetin, Nacinin, Bülentin makam, mevki, istikbal veya menfaat ve çıkarlarının üstünde tutacak cesareti göstererek tabi.
Tarihi okumuyoruz, belki samimi bulmayışımızdan belki tamamen olmasa da “yalan”larının daha çok olduğundan ama artık yaşadığımız gezegende bir şeyler olup bitiyorda biz farkındalıktan uzak kalıyorsak bu da bizim eksiğimiz olarak kalır. Artık Türkiye, 1915’lerin Türkiye’si değildir. Nesiller iyi yetişmiş, artık bizim çocuklarımız İnternet Dünyasında da yazılımlarda da dünya’ya yön verebilecek nitelikleri kazanmıştır. Geçmişin zor dönemlerinde değiliz. Dünümüzde cephelerde yitirdiğimiz dedelerimizin şehit olmuşluklarının garibanlıklarının, hüznünün nesli değiliz artık. Yepyeni bir çağın içinde gelişmiş Dünya’dan haberdar olan ve her bir ülkede artık insanı olan bir ülkeyiz. Yabancı dil noktasında da artık Tüm Dünya insanlarını dillerini bilmesek de tanıma imkanımız var. Bizler artık “Translater”le tüm Dünya’daki insanlarla konuşabilen insanlarız. Artık, Dünya’daki tüm ülkelerdeki insanlarla çat-pat da olsa anlaşabiliyoruz. Yazdığımız yazılar, sadece kendi dilimizde değil isteyen tüm Dünya dillerince de okunabiliyor. Herkes internet aleminde artık sadece chat (sohbet) etmiyor, konuşuyor artık. Hal hatır soruyor, yeni arkadaşlıklar oluşturuyor.
Bize yeni bir anayasa gerekli Dünya ile entegre olmayı da içeren, Dünya insanı olduğumuz tüm Dünya’ya ilan eden bir Anayasamız olmalı artık. Bunun artık, siyasi uyumsuzluklara, siyasi hesaplaşmalara kurban edilmemesi gerekir. Hele hele Türkiye’nin iç politikaları dikkate alınarak, özellikle de bazı siyasi partilerin peşin hükümlülükle kendilerini bağlamışlıklarına bile aldırmadan mutlaka yeni bir Anayasa yapılmalıdır. Evet, akıl akıldan üstündür. Elbette herkesi memnun ve mutlu edebilecek bir Anayasa’dır talep edilen, yoksa belli bir sandalye çokluğu dikkate alınarak, bir takım gizli, saklı gündem içeren, bir takım parti veya çevrenin veya zümrenin korunduğu izlenimi verecek Anayasa değil, medeni, uygar ve de Tüm dünya’nın geldiği günümüz koşullarını kapsayan ve de kimseyi dışlamayan ve kimsenin de kolay kolay yadırgamayacağı bir Anayasa, yapılmalıdır. Temeli “insan” odaklı olacak bir Anayasa’nın hazırlanması, niyetler açık ve dürüst olduktan sonra yapılmaması mümkün değildir. Yeter ki birbirimizi iyi anlayarak ve de dinleyerek böylesi bir çabayı sarf etmek de kararlı olalım.
Şu anda konuşulan nedir, Kürt açılımı. Kürtler, aslında ne talep etmektedir. Toprak mı? Değil o zaman, diyorlar ki, “Demokratik Konfederalizm” olur mu? Olursa ne olur, olmaz sa ne olur? Bunları talep etmek, Türkiye’nin bölünmesi anlamına mı gelir? Belki bir hak olarak kendilerini, kendi dillerini gelenek ve göreneklerini bildikleri insanlarla daha “rahat yaşarız” diye böylesi bir öngörüleri vardır. Olsun, Türkiye buna sıcak baktı diyelim ama ya İran, Suriye, Türkiye’nin Demokratik tavrını ve hassasiyetlerini ne zaman yerine getirebilecek düzeye gelecektir? Bunu öncelikle, onların yani “Demokratik konfederalizm” isteyenlerin düşünüp, karar vermeleri lazım. O bizim sorunumuz olmaz. Ama biz de böyle bir talep nasıl görülür, toprak bütünlüğümüz korunduktan sonra “Demokratik konfederalizm”den yarar görecek veya zarar görecek olanda Kürtler olacaktır. O bölgenin insanının sorunudur. Ona bizim bir şey dememiz zaten mümkün değildir. Biz Kürtlerle kız aldık verdik, ayrılamayız iyi de onlar da kendi aralarında kız almış vermişler zaten, birbirlerine gidip gelseler, ticaret yapsalar, gece birlikte kalsalar, Kürtçe şarkılarla çiğ köfte yapıp insanlıklarından hoşnut olsalar bize ne, bundan bizde mutluluk uymaz mıyız? Yeter ki mutlu olsunlar, mutlu yaşasınlar, zarar vermeden Dünya’nın tüm nimetlerinden analarının ak sütü gibi helalinden yararlansalar kime ne gam?
Yani Kürtler diyor ki, “biz İran, Irak, Suriye ve Türkiye Kürtleri olarak kendi aramızda sınırları kaldırıp, kendimiz, kendi ırkdaşlarımızla bir mutlu yaşam sürmek istiyoruz. Ama Söz konusu İran, Irak Suriye ve Türkiye’den kopmak istemiyoruz, Üniter Devletimize sadık kalarak, toprak bütünlüğü yapısına bağlı kalarak, kendi hayatımızı kendi soydaşlarımızla birlikte yaşamak istiyoruz, bize bu hakkı verin. Kendi dilimizde kendi gelenek ve göreneklerimizi yaşamak istiyoruz” buna kim ne diyebilir ki? Elbette, terör olmayacak ve bu coğrafyada huzur ve refah içinde insanlar kendi kültürleri içinde yoğrulacaksa buna kim karşı çıkar ki? Karşı çıkılan, imtiyazadır. İnsanı olmayan dostluklaradır. Terör ve nankörlüğedir. Yoksa, mutlu insanların “mutlu”luklarına gölge düşürecek her türlü ayak oyunlarına karşılık vardır. Benim anladığım budur, başkalarının nasıl anladığı beni pek fazla ilgilendirmiyor açıkçası. Kalın sağlıcakla.
Not: bu yazım aynı zaman da www.karadenizolay.com , www.kuzeyhaber.com ve Hizmet Gazetesi’nde yayınlanmaktadır. 28 Mayıs 2009