M. Kemal AYÇİÇEK – 2 Haziran 2014
“Dörtnala atlılar yaklaşıyor. Hepsinde de, şeker kamışı kesmeye yarayan palalar var, kılıç gibi sol yanlarından sarkıyor. Mermi dolu kalın bir kemer bellerinde, sağ yanlarından da kılıfının içinde koca bir tabanca sarkıyor. Yere iniyorlar. Moğol yüzlü, Hintlilerinkini andıran çekik gözlü, bakır tenli, uzun boylu ve kara kuru, hasır şapkalı, kırk yaşlarında bir adam bize doğru yürüyor.
- Günaydın. Ben Emniyet müdürüyüm.
- Günaydın efendim.
- Hey sizlere söylüyorum. Köyünüz de, kürekten kaçan beş Canyenne’li olduğunu neden haber vermediniz? Söylentiye göre sekiz gündür buradalarmış. Cevap versenize…
- Yaraları iyileşip yürüyecek hale gelsinler diye bekliyorduk.
- Onları Güiria’ya götürmeye geldik. Az sonra bir kamyon beşini de alacak.
- Kahve içermişiniz?
- Sağ olun, içerim.
Çepeçevre oturup herkes kahve içiyor. Emniyet müdürüyle polislere bakıyorum. Hiç de kötü bir görünüşleri yok. Pek onaylamadıkları, yukarıdan gelen bir takım emirleri uygular gibi hepsi.
- Şeytan Adası’ndan mı kaçtınız?
- Hayır, biz Georgetown’dan, İngiliz Guyanası’ndan geliyoruz.
- Neden orada kalmadınız?
- Yaşamak, ekmek parası kazanmak çok güçtü. Adam gülümsüyor. "Burada daha mı rahat edeceğinizi sanıyorsunuz?”
- Evet, çünkü biz de sizin gibi Latiniz.
Yedi – sekiz kişilik bir grup bizim topluluğa doğru geliyor. Başlarında, elli yaşlarında, ak saçlı, boyu bir yetmiş beşin üstünde , çok açık çikolata renginde bir adam var. Koskoca kara gözlerinden zeka ve az rastlanan bir ruh yüceliği fışkırıyor. Sağ eli,belinden sarkan bir palanın kabzasında.
- Müdür bey, bu adamları ne yapacaksınız?
- Onları Güiria cezaevi’ne götüreceğim.
- Neden bırakmıyorsunuz, burada, ailelerimizle birlikte yaşasınlar? Herkes birini yanına alır.
- İmkansız emir validen çıktı.
- İyi ama, bu adamlar Venezuella toprakları üzerinde hiçbir suç işlemediler.
- Kabul ediyorum. Her şeye rağmen, bunlar çok tehlikeli kişiler. Küreğe mahkum edildiklerine göre çok ağır suçlar işlemiş olmalılar. Üstelik kimlik kartları olmadan kaçmışlar, ülkeleri,Venezuella’da bulunduklarını öğrenirse herhalde geri isteyecek.
- Biz onları yanımıza almak istiyoruz.
- İmkansız. Vali emir verdi diyorum.
- Her şey mümkündür. Vali, ayağı sürçen zavallı kişiler hakkında ne bilebilir? Bir insan asla yitip gitmez. Ne yaparsa yapsın hayatının belirli bir anında onu yeniden kazanma, iyi ve topluluğa yararlı biri yapma fırsatı beliriverir. Öyle değil mi dostlar?
Kadın, erkek bütün köylüler bir ağızdan:
- Evet, diyorlar, onları bize bırakın. Hayatlarını yeniden kurmalarına yardım ederiz. Sekiz günde yeterince tanıdık, hepsi mert adamlar.
- Bizden daha uygar kişiler, fazla kötülük etmemeleri için onları zindana kapamışlar, diyor müdür.
- Sizce uygarlık nedir müdür bey? Diye soruyorum. Asansörümüz, uçağımız, yeraltında giden trenimiz var diye, bizi yanlarına alıp bakan kişilerden daha mı uygarız sanıyorsunuz? Evet, mekanik uygarlığın nimetlerinden yoksun yaşıyor buradaki adamlar. Ama bana kalırsa, doğayla haşır neşir yaşayan bu köy insanlarının her birinde çok daha büyük bir insanlık, ruh inceliği ve anlayış var. Gelişimin nimetlerinden yararlanmıyorlarsa da, sözde uygar geçinenlerin hepsinden üstün bir yardımseverliğe sahipler. Günün birinde beni mahkûm ettiren savcının ruhuna sahip olacaksa, Paris’in Sorbonne’unu bitirmiş birinden, bu küçük köyün okuma yazma bilmeyen cahil insanını her zaman üstün tutarım. Biri her zaman insandır, öbürü insanlığı çoktan unutmuştur.
- Sizi anlıyorum ama ben bir aracıyım. İşte kamyon geliyor. Sizden rica ediyorum, tutumunuzla bu işin olaysız bitmesini sağlayın.
Her kadın grubu, ilgilendiği adamı öpüyor. Tibisay, Nenita ve Negrita beni öperken gözyaşları döküyorlar. Her köylü erkeği elimizi sıkıyor, cezaevine doğru yola çıktığımızdan ötürü duyduğu acıyı belirtiyor.
Hoş çakalın İrapalılar, daha dün tanıdığınız birkaç zavallı için kendi ülkenizin yetkililerine karşı çıktığınız ve onları ayıplama yürekliliğini gösterdiğiniz için yeryüzünün en soylu ırklarından birisiniz. Evinizde yediğim, bana vermek için kendi ağzınızdan koparma gücünü bulduğunuz, insan kardeşliğinin simgesi olan bu ekmek benim için geçmiş çağların en yüce örneğidir. “ Adam öldürmeyeceksin, kendin aç kalsan da acı çekenlere yardım edeceksin senden daha mutsuzlara her zaman yardım et.” Bir gün özgür olursam, elimden geldikçe, Venezüella’da rastladığım bu köylülerin bana öğrettiği gibi, insanların yardımına koşacağım. Bu ilk Venezüellalıların bir sürü benzerine rastlayacağım daha.”
Yukarıdan alıntıladığım Henri Charriere’nin Kelebek adlı romanından 542 ve 543.sayfalarındandı. 1 Haziran 2014’te itirazlar üzerine tekrarlanan Mahalli seçimlerin ardından ben Yalova’dan daha çok Ağrı’da seçimi BDP’lı Sırrı Sakık’ın kazanmış olmasını önemsedim. 2007 genel seçimleri öncesinde Ağrı’daydım. Ağrılıları, yukarıdaki İrapalılara benzetmiştim. O zaman yüzde 63 oy oranı ile AK Parti’ye tam 5 Milletvekili kazandırmışlardı. Abdülkerim AYDEMİR, Cemal KAYA ,Fatma KOTAN ,Mehmet Hanifi ALIR ve Yaşar ERYILMAZ. 2011 Genel seçimlerin de de Ekrem Çelebi, Fatma Salman Kotan, Mehmet Kerim Yıldız AK Parti’den, Halil Aksoy da Bağımsız aday olarak Milletvekili olmuşlar. Bu tablolara bakıldığında Ağrı’da BDP’lı Sırrı Sakık’ın Belediye başkanı seçilmiş olması bazılarını şaşırtabilir ama beni şaşırtmadı.
Yukarı da Kelebek romanından alıntıladığım bölümdeki Kürek mahkûmlarını bağırlarına basan İrapalılar gibi Ağrılılar da Sırrı Sakık’ı tercih ettiler. Seçimin ardından Sırrı Sakık’ın Çözüm sürecine yönelik açıklamaları ile birlikte düşünüldüğün de olayın güncel bir tercih olmadığı açık aslında. Sırrı Sakık, bir yıldır bu coğrafyada kan akmamış olmasının altını çizdi ısrarla ve görevinin sadece bir belediye başkanlığı olmadığını da açıkladı. Seçimler elbette Demokratik bir yarıştır ama Ağrı’daki seçim ile Yalova’daki aynı seçimlerin hem önemi ve hem de anlamları çok çok farklı! Bu yüzden ben Ağrı’daki seçim sonuçlarını daha fazla önemsedim, Çözüm sürecinin selametine Ağrı seçimleri bir damga vurmuş oldu! Bu önemli bir damgadır. Sırrı Sakık, BDP’nin ‘Beyaz Türkleri’nden önemli bir isimdi, o da bundan sonraki süreçte “Barış” adına gecesini gündüzüne katacaktır. Tüm Türkiye’nin umudu da bu ülke de barış ve istikrar ile yarınların daha mutlu, daha özgür ve daha müreffeh bir ülke olmasıdır. Kalın sağlıcakla.