(Önemli not: Bu yazıyı ilk çözüm sürecin de yazmıştık, yazıyı yazıldığı tarihi dikkate alarak okumanızı öneriyorum.2 Mart 2025-M.Kemal AYÇİÇEK)
M. Kemal AYÇİÇEK – 22 Nisan 2013
Şimdi ‘Eğri oturup, doğru konuşma’nın zamanı. Öyle ya ne deniyor, “Kürtlere ne verdiniz?” deniyor, soru soruluyor, İzmir meydanlarından kükremiş aslanlar gibi tüm Dünya’ya karşı bir haykırış var, eller havalarda, insanlar haykırıyor!
Bir sıkıntıları olmalı, hem o haykıranların hem de haykırdıkları kesimin bir sıkıntıları olmalı, yoksa canı yanmayan insanlar, öyle akla, fikre, bugüne bakıp, ne o haykırışları eder, ne de koskoca meydan da dalgalanan al bayraklar altında bir hırs, bir kin, bir hiddete sahip olmaz, olamaz öyle değil mi?
Hem o İzmir’de MHP genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin söylediklerini, hem de o sözlerin muhatabı olarak tüm ülkeyi hatta Dünya insanlığına bakarken, eğri otursak da doğru anlamayı, algılamayı bilmeliyiz. Bizim Kürtler yüzünden hep bunlar! Bizim Kürtler, “sen ne isen ben de oyum bu ülke de” dedi diye tüm bunlar aslında, lafın tamamı delilere anlatılır ki, yanlış anlamasın!
Tepki verirken, o yanlış anlamayla tepkisin de ölçüyü kaçırmasın diyedir o lafın tamamını deliden esirgememek aslında!
- biz bize konuşuyoruz, hasbihal aslında kısaca.
Evet, bu “Çözüm süreci” denilen evrede biz, yani bendeniz Karadeniz Bölgesi’nden izliyorum süreci.
“Akil insan heyeti” de dâhil tabi, bu süreçte halkın içindeyim, “eli kalem tutan” olarak kendimi göstermeden, yani hani vardır ya bazıları gibi, “ben yazarım, ben gazeteciyim” diyerek kendini halk için de sanki bulunmaz hint kumaşlarından sayarak gezinenlerden değilim.
Güya halkın nabzını tutmak için, halk arasında gezerken, yakasında, orasında burasında, ya da çantasında da ne olduğunu aslında kabak gibi ortada gezinenlerden olmadım. cenazelere, ya da bir çay ocağına gittiğim de de sıradan o insanlardan biri olarak dinlerim insanları. Gözlemlerimi de ona göre yazanlardanım.
O nedenle,
Yazdıklarım da yok iktidar gözetmesi, yok muhaliflik anlayışını hiç takmam, kim ne derse desin, gördüğüm ve bildiğimi babamla küsme, kalbini kırma pahasına da esirmez söylerim.
O nedenle bizim Kürtlerin yazılması gerekir.
Evet, deniyor ki, “Ne olmadılar, Cumhurbaşkanı bile olmadılar mı bu ülke de?” evet oldular, oldular ama bak ne diyorlar, “cumhurbaşkanı olduğu halde, kürdüm diyemedi” var mı buna itirazınız?
Diyebildiler mi? Bence de diyemediler.
Bu ülkede Kürtlere zulmedildi, öyle edildi ki onlara biz “Zenci Türk” olmayı bile çok gördük, maalesef öyle yaptık!
Oysa onlar bizim içimizdelerdi.
Aynı ekmeği paylaştık askerde vatan görevindeyken, aynı tas çorbayı içtik ama onları hep bu ülkenin ‘Çoban’ları saydık, öyle gördük, öyle davrandık!
Oysa onlar bizim kardeşlerimizdi güya, asker ocağında hep silahları da onlara taşıtmadık mı?
Nöbetlerdeyken, biz aşağı yatarken, onlara nöbet tutturmadık mı?
Eğri oturup, doğru konuşalım hadi, kimin bir Kürt arkadaşı olmadı aramızda, onlardan iyilikten başka ne gördük?
Ne kötülükler yaptılar bize, nöbetimi tut dedik te tutmadılar mı? Ya da ekmeğinden bir parça ver dedikte vermediler mi?
Askerliğini yapan insanlara soruyorum bunları, hangi Kürt arkadaşınız sizi sattı, hangisi sizi gidip gammazladı? Komutana ihbar edenler Kürtler miydi, yoksa bizim beyaz Türkler mi? Kim?
Bir sorun kendinize hele, bir düşünün tekrar…
Askerdeki Kürt arkadaşınız sizi nerede sattı? Var mı, bir Kürt arkadaşının gammazlaması sonucu çadır hapsine maruz kalan aranız da var mı? Kim için çadır hapsine gittiniz, gittiyseniz tabi.
Bizim Kürtlerimiz, İran, Irak ve Suriye’deki kardeşlerine nazaran en okumuşları, en demokratları, en bilinçlileri, en temiz, en yetişmiş, en kaliteli insanlar...
Diğerleri yani İran’daki, Irak’taki ve Suriye’deki Kürtler de tabi, yaşadıkları rejimleri elverseydi belki bizim Kürtler gibi, onlar da iyi yetişmiş olacaklardı!
Ama onların yaşadıkları rejimler, bizim ülkemizin rejiminden daha kati, daha baskıcı ve daha ağır rejimlerdi, o yüzden onlar, bizim Kürtlerimiz kadar özgür olamadılar ama olmalılar.
En az bizim kadar, tüm Kürtlerin de özgürce yaşam hakları var, tıpkı bizler gibi.
Bizim ya da şimdilik İran, Irak ve Suriye’deki Kürtlerin de en az bizim kadar, bu Dünya’da özgürce yaşamaları lazım.
Onların istediği sadece, “biz de sizin gibi olalım, sizin kadar sizden olalım” başka ne talepleri var?
Ama öyle olmuyor, İzmir’in Alsancak’ın da, Konak’ın da, Sultanahmet’te, Beyoğlu’nda, Kadıköy, Moda, Bahçelievler veya Ankara’nın Çankaya, Gaziosmanpaşa’sında biz onlara sadece, “Burada olabilirsin ama elinde çöp süpürgesi ile olursan olursun” demedik mi?
Bunu Türkiye’nin dört bir yanında aynı mantıkla yapmadık mı?
Oysa onlarla asker ocağında aynı koğuşu, aynı yatağı paylaşırken, çıkıp sokakta onlara sadece “dağdaki çoban” gözü ile baktık, İstanbul’un Eminönü’nde, Sirkeci’de onları hep “Hamal”lığa layık görmedik mi?
öyle değil mi?