Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'da 5.Din Şurası'nda konuştu. Osmanlıca'nın öğrenilmesi yönündeki çalışmaları eleştirenlere yönelik 'Artık Süleymaniye'deki arşivlerde yeni kurduğumuz Kağıthane'deki Başbakanlık arşivlerindeki o eserleri okuyamayan bir milletin ne durumda olduğunu bir düşünelim. Bu neye benzer biliyor musunuz çok büyük serveti olan bir zenginin iflası ne denli acı ise bu ondan daha büyük acıdır. Bunun öğretilmesini istemeyenler var. Bu çok büyük bir tehlike. İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğretilecek' dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu 'Osmanlıca'yı yabancı dil gibi görüyorlar sanırım. Osmanlıca Türkçe'dir, şuan kullandığımız dilin başka bir alfabede yazımıdır. Atatürk'ün nutkunu orjinal dilinde okuyamamak, ilk Meclisi Mebusan'ın metinlerini okuyamamak büyük bir zaaftır. Hürmetsizlik etmesinler' dedi.Tarihçi Murat Bardakçı, Osmanlıca tartışmalarıyla ilgili olay yaratacak açıklamalarda bulundu. Osmanlıcanın ne olduğunu anlatan Murat Bardakçı, "Osmanlıca dediğin Türkçedir. Ve biz bu dile siyasi sebeplerle hanedanın ismini verdik" diyor.
Osmanlıca’nın okullarda okutulmasına tepkiler üzerine yapılıyor bu konuşmalar. Kanal D’de Cüneyt Özdemir, olayı Ti’ ye alıyor ve haber sunuyor güya Osmanlıca!Sanki bu ülkenin en sevenleri onlar! Ceddine söven, anayı babayı döven bir nesil yetiştirildi o kafalarla maalesef. Yıllar önce bir yazımda anlattığım bir anım vardı. Onu burada tekrar anlatmak yerine o yazımı yeniden yayınlıyorum. Babamın rafı başlıklı yazım. 2006’da yazmıştım!
“Babamın rafı
M. Kemal AYÇİÇEK - 11 Aralık 2006 Pazartesi
Biliyorum, şimdi o kendini olduğu sandığını sananlar gerçekte kızıyorlardır ama buna gerek var mı ki? Neden pay almasınlar Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü alıyor olmasına, gerçekten kızılabilir mi? İstesek de istemesek de, sevsek de sevmesek de Orhan Pamuk, Tüm Dünya’da “Türklerin yazdıkları sadece kendileri için değildir?” demiyor mu? Bu da bize birer Türk vatandaşı olarak gurur veremez mi?
Orhan Pamuk’un törendeki “babamın bavulu” konuşması, bana babamın rafını hatırlattı. Şimdiki gibi değildi, kitaplar ahşap evlerde raflara konur, raflar birer kütüphane gibi kullanılırdı. Dolaplar yoktu, o raflardı kitapların yeri. Bende okuma yazmaya başladığımdan itibaren başkalarının okuduğu, okumadığı, bulduğum ne varsa ondan yararlanma, bir fikir alma amacıyla karıştırırdım sağı solu. Öyle bir günlerimdeydim yine sanırım ve babamın rafının önündeydim. Eski ama deri kaplı değerli olduğuna inandıklarımın arasında gezinirken birini elime aldım. Karıştırırken kitap arasında solmuş sararmış bir kağıt buldum, saman kağıdı gibi bir şeydi. Onda dedemin el yazısıyla notları gördüm, baktım baktım ama nafile anlayamadım.
Neden anlayamadığımı kendime sordum, sonra herhalde henüz daha öğrenemediklerim var dedim kendime, ikna ettim kendimi sonra öğrendiğimde bakarım dedim. Sonra sonra ama her rafın başına gidişimde hep o notu düşündüm ama bir türlü ne olduğunu anlayamadım. Kitaptan etkilenmişlik mi, yoksa önemli bir anı mı neydi hala bilmiyorum. Sonra o raftaki kitapları benim anlayamayacağıma kanaat getirdim. Çünkü onlar hep eski Türkçe idi. Yazım dili farklıydı. Madem harf inkılabı yapılmıştı o zaman acaba tüm eserler, aynı anda Latince harfler kullanılarak basılamaz mıydı diye düşündüm. Devlet, yok edici mi olmalıdır. Nesiller arasındaki bağı koparırken çok mu gaddar olunmalıdır, öyle mi olmalıydı? Onca eski eserin şuan kaçı günümüz alfabesine uygun olarak basılmıştır, sansürlenmeden basılabilmiş midir? Sanmıyorum, sanamıyorum.
Adam Rusya’nın Abhazya’sın dan Türkiye’ye okumaya geliyor ve dört yabancı dil biliyor, “beşinciyi de öğreneceğim” diyor, daha 21 yaşındayken ama biz bir dili, kendi dilimizi dahi henüz tam olarak bilemiyoruz? Bu nasıl bir kültür anlayışıdır böyle, bu nasıl bir eğitim sistemidir? Böyle nesil mi yetiştirilir? Ama işte bu sistemde bir Orhan Pamuk çıkıp, babasının bavulundan aldığı ilhamla Nobel Edebiyat ödülü alabiliyor ve biz buna sevinemiyoruz. Gerekçemiz, Orhan Pamuk’un Ermenilerle ilgili bir söylemi. Saçma değil mi bu gerekçemiz? Hep aynı bakış açısıyla mı bakacağız bayrağımıza, tek bir gözle bakılan bayrak nasıl bayraklaşabilir? Biz farklılıkları ne zaman kabul edip, yadsımadan, hoşgörüyle farklı fikirlere saygı duyacağız? Duymamalı mıyız?
Böyle bir ülkede dayatılanları okuyarak, dayatılanları fikir diye dillendirerek güya adam olmaya çalışıyoruz sonrada Cumhurbaşkanımız Sayın Necdet Sezer, “laiklik adam olmaktır” diye adamlığımızı bile bize bir dayatma üzerinden öğretme çabasına giriyor. Yok böyle bir eğitim, yok böyle bir kültür anlayışı, kabullenemiyorum. Dayatılan kültürden nefret ediyorum. Oysa insan da tıpkı arı gibidir ve tüm dünyadaki insanlar da birer çiçek gibidir, Tüm insanlar, her bir başka insandan bir şeyler öğrenir ve de gelişiminde bir yeri vardır, olmalıdır. Dünya, küreselleşiyorken, alt yapılarını, insanlarını Dünya insanı gibi yetiştirirken, Biz Türkiye’de maalesef sadece ve sadece Türkiye insanı, yani ülke insanı yetiştirmekle uğraştık Aslında Dünya, Türkiye değilken bize Dünya Türkiye gibi gösterilerek, sınırlı sorumlu kamyoncular kooperatifi mantığı ile sadece “yurdum insanı” edilmeye çalışıldık. Yazık, gerçekten çok yazık. İşte bu minvalden yola çıkarak Orhan Pamuk’un aldığı Edebiyat ödülünü çok çok önemsiyor ve bu yazarımızı canı gönülden kutluyorum. Umarım bu ödül, ülkemizin eğitim ve kültür alanında Dünya insanlığına katkı sağlar düzeye erişmesine vesile olur. Kalın sağlıcakla”