M. Kemal AYÇİÇEK – 13 Şubat 2017
Bir kaç yıl olmuştu gitmeyeli İstanbul’a, isteyerek değil ama biraz da zorunlu olarak gitmek zorunda kaldım. Oğlumun vatan görevindeki yemin töreni davetini kabul etmiştim. O vesile oldu, gezdim, gördüm ama sevmedim, sevemedim yine de sevebileceğimi hiç sanmıyorum. Çünkü ben, cennette yaşıyorum, Doğu Karadeniz de..
Tamam eski İstanbul’daki susuzluk yok, çöp yok ama imar rezaleti, bir gökdelenler silsilesi, o güzelim buğday, Ayçiçek, kavun, soğan tarlaları yüksek katlı binalarla dolmuş, İstanbul önü alınamaz bir hovardalıkla Trakya’ya doğru gittikçe gidiyor. Nesini seveyim ben o beton binalar yığını şehrin, yer yer her yanı camlar, çelik konstrüksiyon yapılar beni cezbetmiyor. O çok katlı binalar da oturan insanların geceleri nasıl yatıp uyuyabildiklerine aklım ermiyor.
Biz eski İstanbul kuşağıyız. Belki tramvayımız yoktu, metromuz yoktu, metrobüslerimiz yoktu ama biz ulaşım için İETT otobüslerinde kuyruk beklemeyi sorun etmez varsa dolmuş hatları ile İETT arasında seçim yapardık. Şimdi insanlar, yer altında adeta köstebek yuvalarını andıran metro, Marmaray hatlarında selamsız, sabahsız bir koşturmacadalar. O insan trafiği için de insan, normal bir canlı olarak yaşayabilir mi? Yaşıyorlar işte!
İstanbul’da oturan insanlar, dışarıdan gezmeye giden insanlar kadar da gezemez İstanbul’u, belki çoğu da İstanbul’da yaşadığını sanır ama gerçekte İstanbul’u tanımaya fırsatı da olmaz, belki o fırsatı da bulamaz zaten bunu biliyorum. O nedenle bir gezgin olarak İstanbul’un altını üstüne getirmek ifadesine uygun davranıp, benden sonra yapılmış tüm o yer altındaki ulaşım sistemlerini gördüm ama tünel hariç. O, Avrasya Tüneli henüz açılmamıştı.
Yenikapı – Hacıosman, Yenikapı- Üsküdar, Sirkeci- Kirazlı, Habipler- Topkapı derken yer yer de otobüslerle Ümraniye, Metrobüsle de Sefaköy’e gittim. Dudullu’dan bir minibüse bindim Üsküdar’a iniyorum. Kaptan çok hızlı, yolda ne kadar yolcu varsa hepsi sadece kendisinin daimi müşterileri gibiydi. Yolcuları paketleyince kestirme ters tek yön yollardan çıkıyor, karşıdan gelen sürücülere de sanki kendisi esas yolundan gidiyormuşçasına fırça atıyor, tatil günüdür diye mi öyleydi, yoksa bana mı denk geldi anlayamadım.
Üsküdar’a sağlimen ulaştık, bir demli çay içeyim dedim. Bir sokak girişinde birkaç masası olan bir çay ocağında oturdum. Yan taraftaki bir sehpa da da otuzlu yaşlar da bir bayan var, o da demli çay içiyor. Bir iki derken o üçüncü çayını istedi. Ama ben hala ikinci bardağı içiyorum, bir yandan da sigarasını söndürmemecesine tekrarlayıp içiyor. Onun istediği çay şıp diye geliyor ben istediğimde garson daha bir ağırdan alıyor. Dikkatimi çekti, kalem kağıt var elin de bir de yazı yazıyor. Bir ara gözüme ilişti yazdıkları, belki de bana okutmak istercesine yaptı bunu “ben yazıyorum bir bak”der gibi olunca yazısının başlık kısmını görebildim. ”on iki yıllık emeğimin sonuna geldim, saçımı süpürge yaptığım 12 yıllık yuvam dağılıyor bugün, ayrılıyorum…” Çaktırmadan kadının yüzüne bir baktım, içimden “Vah zavallı adam nihayet kurtuluyorsun ne mutlu sana” demek geçti. O kadınla on iki yıl!
Üsküdar’dan vapurla Karaköy’e geçtim. Süleymaniye de Mimar Sinan Cafe’nin manzarası, Gülhane parkı, Sultanahmet, Ayasofya, Sirkeci, Eminönü, Aksaray, Laleli, Mercan, Beyazıt, Kapalıçarşı, Yenikapı ve çevresi en çok zaman ayırdığım yerlerdi. Zaten İstanbul’un merkezi de oralar bana göre. Hacıosman’dan hiçbir şey anlayamadım. Orada bir cafede çay içtim, işletmenin sahibine “karşı taraf neresi?” diye sordum, adam “Vallahi bende bilmiyorum orası neresidir” diye cevap verdi. Hani İstanbul’da oturup, İstanbul’u bilmemek dediğim şeydi işte!
İstanbul’da şunu fark ettim, Anadolu Yakası’nda esnaflar, Avrupa yakasına göre daha insan. Fiyatlar da daha ucuz. Canlı balık mesela aynı balıklar Üsküdar’da 18 lira, Karaköy’de 20, bu meyve ve sebze de de geçerli. Anadolu yakasındaki çay bile, Avrupa yakasında yok! Avrupa yakasında Turistlerin daha fazla oluşumu bu ücretlendirmeleri şişiriyor onu da anlayamadım. İstedikleri kadar çayı iyi yapsınlar, istedikleri kadar insan olsunlar ben yine de İstanbul’u sevmedim, eskiden severdim onunla kaldım. Hele ki dedemi ve babamı da İstanbul Hasta haneleri canlı alıp, bize cenazeleri verince hepten soğudum, tiksindim, küstüm. İçinde sevdiklerim olabilir ama sevmiyorum İstanbul’u sevmeyeceğim! Kalın sağlıcakla.
Sevemedim şu İstanbul'u, sevmem de!