,

Yargılanan 28 Şubat

 M. Kemal AYÇİÇEK – 16 Nisan 2012 

Kandini “Dünya insanı” diye nitelendiren, Genç bir işadamı, 28 Şubat’ta lise öğrencisi..Haberleri birlikte izliyoruz, tam o sırada Çevik Bir’in gözaltına alındığı ve 28 Şubat sürecine ilişkin ilk gözaltı dalgasının haberi yayınlanırken, gözlerini şöyle bir açtı, ardından da , “ne olacak yani, bunlar boş işler” demeye getirdi. Pek önemsemediğini fark ettim, sonra da ona , “sen kaç yaşındaydın 28 şubat 1997’de” diye sordum, düşündü, hesap yaptı, sonra da , “lisedeydim” dedi. Güldüm. 
Güldüm çünkü, şimdilerdeki liselilerin Türkiye’nin geleceği ile ilgili siyasi bir anlayışının olup olmadığından şüphe eder durumdaydım, ilgisizler.  Ülkenin ne durumda olduğundan, nereye gittiğinden, siyasetçilerin TBMM’de yaptığı çalışmaların ne anlama geldiğinden, çıkan kanunların, yapılan soruşturmaların ne anlamlar taşıdığını açıkçası pek bilmiyorlar. Onlara ilgisizler, onlar için varsa yoksa cep telefonları, facebook hesapları, hangi tarifenin hangi getirisinin onlara en uygununun ne olup olmadığı, fotoğraflarına kaç yorum yapılıp yapılmadığı gibi gündemleri var. Hele bu son dönemlerdeki soruşturmalar,Ergenekon,  Balyoz gibi davalardan hiç çakmıyorlar bile, e o liselilerin kalkıp 28 Şubat soruşturmasından ne anladığına artık siz karar verin.
Medya’da yaygınca işlendiğinden, bu soruşturmaları, salt liselere “din dersleri”nin konmasının bir gerekçesi gibi algılıyorlar sanki. Hangi televizyonlardan haber izlediğini sordum, ve haberlerde sürekliliğinin olup olmadığını sordum, “yok, ben zamanım olursa izlerim haberleri”diyor, “ama internetten takip ederim, benim tek bir kaynağım yok” diye ilave ediyor. Sonra meslek liselerinin ortadan kadırılmasının onda ne ifade ettiğini sordum, “zaten hiçbir lisede doğru dürüst bir eğitim yoktu ki, iyi olmuş” dedi. Baktım, derinliğine bakmıyor olaya, zaten üniversite mezunlarının da iş bulamadığından söz ediyor, öyle olunca da meslek liselerinden yetişenlerin üniversite bitirmiş insanlardan daha mı fazla iş imkanı bulacaklarını söylemeye getiriyor. Yukarda “iş adamı” dedim ama zaten son dönemlerde genç ve yeni kuşak nesil, babadan kalma şirketlerde “ceo” ayaklarındalar, kendilerinin kurup, oluşturduğu değil de zaten var olan baba mesleklerinde iş hayatına atılınca da herkesi kendileri gibi görme hatasına düşebiliyorlar.
28 Şubat 1997’de bendeniz Trabzon’da bir Bölge Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğünü yapıyordum, o süreci  medya ayağında olan biri olarak çok canlı yaşamıştım. O süreçte Refahyol Hükümeti gidince ardından gelen ANASOL-D Hükümetinde  Başbakan Mesut Yılmaz’ı sevdiğim halde ne yazık ki sadece ve tek güvendiğim kabine üyesi İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk’tü. Ondan gelen her basın açıklamasına manşetten yer verirken, onu yakından tanımış olmam ve hakiki bir Trabzonlu olarak onun görev anlayışının bir “hinlik” içermeyeceğine inanıyordum çünkü. Bu konuda kendi patronumdan bile, “Adam, DSP’li, sen ne bulmuşsun bu adamda, sürekli manşet yapıyorsun” gibi iğnelemeler bile oluyordu ama onları ekarte ederdim, sonraki dönemlerde o mahkumların isyanını bastırması olayına elbette itiraz ettim ama demek ki bu ülkede bazı işler, öyle belirli makamlarda oturan insanların inisiyatifinden çıkarak yürütülüyordu, onu anlamıştım o zaman. Oysa ben, “Devlet” dendiğinde, kayıtsız ve şartsız, asla ve hiçbir zaman “hak ve hukuk’tan sapmazlığı anlardım. Hikmet Sami Türk, öyle ipe sapa gelmez, bir takım katagullelere gelecek adam değildi, dürüst bir insandı. Eşi ile onu birlikte tanıdığım için, onun içindeki “insan”, öyle mahkum isyanlarına, bodaslama izin vermezdi!
Bir “birifing” tutturup, ülkenin yasama ve yürütme organlarını salonlara toplayıp günlerce gündem yapıp, bu ülkenin okumuş yazmış adamlarına kendi kafalarındaki kurguyu, öylece nakşetmişlerdi. Bunu medya patronlarından tutun, onların popülerleştirdikleri kalemlerine varıncaya kadar ısrarla sürdürdüler. Ülkede terör yüzünden kan gövdeyi götürürken, kalkıp MGK toplantılarında, “irtica ile mücadele”yi ilk madde saydılar. 28 Şubat’ın Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın bu ülke için verdiği samimi ve halisane gayretlerini o günkü medya aracılığı ile kendi gündemlerinde boğdular ve o dönemde, TBMM’de yer alan bir çok erkek milletvekilinden daha erkekçe davranan DYP Genel Başkanı   ve Başbakan  Yardımcısı Prof.Dr. Tansu Çiller’i, Bizans oyunları ile pasifize ettiler. Evet bugün artık eğri oturup doğru konuşma zamanıdır, o eskinin birer piyon olarak kullanılan Medya’sından başlamak üzere, artık O günlerin asparagas haberciliğinin de  28 Şubat soruşturlamaları ile sonu gelmiştir. Mizansenlerle salt birilerine “şirinlik” olsun diye yapılan yağlama, ballamalara artık son verilmelidir. Eğer bu 28 Şubat soruşturmaları illere inerse o zaman göreceksiniz,  sırf o günler için kurulan televizyon kanallarını, özel sipariş haberleri yapan tipleri. O tipleri şimdilerde de bu hükümet yanlısı diye lanse edilen yayın organlarında görmek mümkün ha, çünkü hangi iktidarda nerede olacağını iyi bilen şey yalayıcılar, bunu en iyi yapabilen insanlardır.  Örneğin o dönemde Trabzon’daki bir Tv kanalında en üst düzeyde görev yapan bir tip, şimdi hükümet yanlısı gazetede şey yalamaktadır.
Gelsin o soruşturmalar hele bir illere yansısın inşallah, kimin ne için, nasıl haber yaptığı, kimin hangi kesime ne karşılığı kıyaklar çektiği, halkın nasıl yanıltıldığı, kimlerin kimler hesabına iş bitirdiği ortaya çıkar. O zaman bu toplumda rencide edilenler, o zaman bu toplumdan tecrit edilenlerin neden mağdur edildikleri de sere serpe ortaya çıkar. Şu Hacca ve Umre’ye gidenler, hani geldiklerinde söylerler ya, “hacı sabır hacı” diye, çünkü orada bu sıkça söylenirmiş, bizimkilerinde hoşuna gittiğinden her gelen hacı veya umreden gelenlerden bunu duyarız, biz de orada duyulanları bu ülkede hep kendimiz içinde kabullendik, hep kendimize, “sabır hacı sabır” dedik yıllarca, ve hala ve yine sabredeceğiz elbette.. Allah, her şeyi en iyi bilen ve görendir. Kullar, kendi çıkar ve menfaatleri gereği bazı gerçekleri görmez, göremez veya gerçekler onlara tam aksi gösterilir, gider şeytana inandırılırlar maalesef. Bu toplum da bunları çok yaşadık, gördük ve yaşadık ve hala yaşıyoruz. Allah’a gerçekten inanan insanlar, toplumda gösterilmek istenenlere itibar etmezler, bunu bilirim ve Allah’ın bildiklerini kullara anlatsan da anlatılamayacağını da bilirim tabi. Günümüz insanları daha çok Allah yerine şeytanla işbirliği içinde oldukları için onlara da bir şey söylemenin çok anlamlı olacağını düşünmüyorum zaten. Lafın tamamı deliye söylenir artık.
Şimdi 28 Şubat’ın yargı sürecine girmiş olmasını çok olumlu, çok isabetli ve çok gerekli gördüğümü hemen ifade edeyim. Bu ülkede maalesef çok olmamışlar, olmuş gibi gösterilerek, “cambaza bak” oyunları çok oynandı, bu milletin gururu ile, bu milletin namus saydığı oyları ile, bu milletin inancı ile, bu milletin kimliği ile çok oynandı ama “yetti gari” deniyor  tüm bunlara artık, işte 28 Şubat’ın yargılanmasının anlamı da odur. “yetti gari”dir. İster Dünya insanı olun isterseniz siz kendi yurdunuzun insanı olarak kalın, bu soruşturmalar, tüm kimliklerin olduğu gibi yaşanılması için yapılıyor. Herkesin haddini, hukukunu bilmesi için yapılıyor. Hiç kimse bu ülkenin üvey evladı değildir, ama yıllarca bu ülkede üvey evlat muamelesi görerek yaşayan ve ölen insanlar vardır. Artık kimsenin üvey evlat olmamasının mücadelesidir tüm bu soruşturmalar işte, bunun sağı, solu, ilericisi, gericisi olmaz. 
Bir başka yazımda da dile getirmiştim, ben dedemin el yazısı ile yazdığı notu okuyamadığım için daha ortaokulda iken beni bundan mahrum edenlere lanet okumuştum, o zaman siyaset nedir onu bile bilmezdim ama çok ağrıma gitmişti. Çünkü ben bu tarihe inanmıyordum ve yazılanlar bana hep bir garip geliyordu. Dedemin kitapları arasında onun el yazıları ile düştüğü notları okumak istediğimde okuyamayınca isyan ettim, benim dedemle aramdaki bu bağın koparılması kanıma dokunmuştu. O eski yazı denilen Osmanlıca not yazmıştı ama ben ondan bir şey anlamıyordum.  Oysa ben tüm kitaplardan daha çok dedemin kitaplar arasındaki kişisel notlarına o okuduğum kitaplardan daha fazla güveniyordum, çünkü dedemin düşünceleri o el yazmalarında saklıydı ve ben onları öğrenemedim. “nesil” denen şey bu olmalı işte, siz istediğiniz kadar güzel kitap yazın, allayıp, pullayın ama insana güven veren, kendisinin tanıdığı, bildiği birinin yazmasına olan güvenidir. Bunun kaybolmaması lazım. Fakat bu ülkede maalesef, nice notlar, nice yazılımlar yok edildi, sırf sanki yeni bir “ırk” oluşturma adına ama yemedi, her şey aslına rücü eder, bunu atladılar. Su, kendi yolunda akmak ister, koyduğunuz bendler, bir bir yıkılır ve su yatağını bulur ve akar, bunu öyle birifinglerle falan önleyemezsiniz. Tüm bu sebeplerle, tüm hakkına tecavüz edilmiş mağdurların o mağduriyetlerinin bir nebze de olsa giderilmesi adına 28 şubat soruşturmalarının tüm illere ve derinliklerine inilmesinde yarar gördüğümü ifade ederken, bu soruşturmalara imza atan her kim varsa her birerine en derin saygı ve selamlarımı iletmek istiyorum. Kalın sağlıcakla.
YORUM EKLE