,

Yetim kalan yavrular

 M. Kemal AYÇİÇEK – 21 Kasım 2011

Annem evin önünde hereklerden sıyırdığı fasulye mamel(Fasulye asması)lerini ayıklıyor. Harmanda da yengem çimenlerin üzerinde aynı şeyi yapıyor. Eltiler aynı zamanda. Yengem, “annenle küsüz de ayrı ayrı yerlerde aynı işi yapıyoruz” diyor şakadan. Hava soğuk, üşümüş her ikisi de ama ellerindeki işi bitirmek için katlanmışlar. Biz de el verince mamellerin ayıklanmasını bitirdik. Tam o sırada annem, “yetim kaldı yavrularım” dedi. Bana “kuyuya doğru yürü bak”dedi. Gittim.
Su deposunun yanından fındıklığa girdim, oaralarda bakınırken aşağıdan bağırdı bana, “yoldan yürü, görürsün” dedi. Döndüm geriye, yola çıktım yeniden ve yürüdüm, yirmi metre kadar sonra gördüm. Bizim alacalı kedi, daha yeni üç tane yavrusu vardı, onları emziriyordu geçen hafta gördüğümde ama bu kez orada gözleri yola bakar vaziyette yolun kenarındaki fındıklıkta cansız yatıyor. Ağzı açık , yavruları anasız kalmış tabi. Kızılağaç yapraklarından topladım biraz, kuyruğundan tutup kaldırdım ve fındıktan aşağıya sallayıp attım. Gece bir araç vurmuş ve ölmüş annemin kedisi. Döndüm annemin yanına, “başın sağolsun” dedim. İki cenaze varmış komşu köylerde, biri Ayvadere’de, diğeri de Yeşilce’de. Babam o cenazelere gitmiş.
Karadeniz de hayvanlara karşı bir aidiyet duygusu yaygındır. Mesela bir evde kedi varsa, o kedi o evin ailesinden sayılır. Bu bir köpek, bir sığır, bir tavuk, bir kuş veya kedi olabilir ama aileden biri oluverir. Yapmacık, göstermelik bir hayvanseverlik değildir bu, bir çatı altındaki bir “can”dır onlar. Öylesine aileden sayılan bir hayvanın ister kurbanlık olsun isterse herhangi bir nedenle can vermesi, ister istemez o ailede bir yas havası estirir. Bu hele daha anne sütünü emen üç tane minik yavruların annesiz kalmasına da yol açıyorsa o zaman o yas, daha da derin hissedilir ki annem, zaten zerreden nem kapan bir duygusallık sahibidir, bir sebep olmasın onun üzülmesi için o onların kahrını hep çeker. Hiç tanımadığı Kürtün’de Harşit’e uçan otomobildeki 4 gencin ölümüne de, ahırındaki üç kedi yavrusunun yetim kalmış olmasına da aynı derecede üzülür. Ne yapıp ettiysek, onu bu huyundan alıkoyamadık. Kedi yavrularının annesiz kalması, kedilerin aç kalması kaygısından değil ama, “onlar daha annelerinin sütünü emiyorlardı oğlum, yetim kaldı yavrularım” diyip ağlıyor habire..Nasıl çekilir bir anne değil, değil mi?
Annem bu yavrulardan söz ederken yengem giriyor araya, oda geçen hafta onların evinde bodrumdaki kedi yavrularının donarak telef olduklarını söyledi. Bir kedi, onların bodrumunda yavrulamıştı, onlarda üç yavruydu. Ben eve girdiğimde seslerini duymuştum ama onları görememiştim. Amcam, yengem bir düğün için Samsun’a gidince, o yavrulara bakamamış, “ekmek, su” verdim demişti ama bir anda soğuklar bastırıp, bir de o yavruların anneleri, yavruları ile ilgilenmeyince soğuktan donarak ölmüş her üçü de. Bizim kedi yavrularının şansı, hem annelerinin ilgisi ve hem de yuvalarının, ahırda bulunması. Ahırda bir dana ve bir sığır var ve ister istemez orası yavrular için sıcak bir ortam, ama amcamın evinde ahır yok, kupkuru bir beton ev ve yalnız başına kalmış, kadınsız boş bir evde yaşlı bir adam. 
Hacı bayram’ın duası
Malum hacıların dönüş zamanı. Araklı’da Üç hacı gördüm bir akşamda, babam ve annem vesile oluyor tabi. Bende onlar sayesinde nasipleniyorum, kutsal toprakları görmüş, bir güzel ibadetini yerine getirmiş  insanları görmekten. Biri “karala” ya da “Kara Ahmet” denilen bizim bir alt kuşaktan tanıdığımın halası. Diğeri güzel sakallı bir adamın kardeşi Hacı Halil İbrahim, diğeri de eniştemin kankası Hacı Bayram ve eşi. Yani Hüseyin’in babası.  Hüseyin, özürlü bir delikanlı. Eve girdiğimiz de koltuktaki yerini bana verdi ama ben yine de onunla yerde oturdum. Babası ve annesinin “Hacı” olması, ona da bir bayram gibi gelmiş, gözlerinin içi gülüyor. Çok mutlu. Ara sıra babasının anlattıklarına kilitleniyor, zaman zaman da kendi dünyasına dalıyor. Bilenler bilir, Hacı ziyaretlerinde ikramlar yapılır. Kabe hurması, zemzem suyu, takke, tesbih, bayanlara  yazma, namazgah, kına, yüzük, bunlar yetmiyormuş gibi bir de etli pilav, ayran ve baklava..Evlerin görünür yerlerinden asılan Türk Bayrakları, o evde “hacı”nın varlığının işareti tabi. Bir de hacı ziyaretine babam gibi emekli bir imamla gidince, insan hediyeye boğuluyor ama sırf babamın gönlü olsun diye bana verilen Takke’yi almamazlık etmedim.
Hacı Bayram, 53 yaşında bizim bir üst kuşağımızdan, Zuvas yaylasından tanıdığımı düşünüyorum. Hac ibadetini nasıl yaptıklarını anlatmadan önce bana, “sen gitmişsindir” diyerek anlatacaktı ki, o özürlü oğlu Hüseyin araya girdi, "git,git"dedi. gülüşürken ben Hüseyin'e, "sen gittin mi diye sordum,sustu.“yok, benim işim olmaz öyle” diyerek kestim önünü. O zaman babama dönüp anlatmaya devam etti. Babam gitmiş tabi, onun anlattıklarından anlıyor. Bende anlıyorum, gidenleri dinlediklerimizden, veya mesela Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan’ın  Hürriyet’teki yazı dizisinden..Hacı Bayram, oradaki bir duasını anlattı. Gözlerim doldu. Hacı Bayram’ın Babası ve ağabeyi, mahallelerine yol almak istediklerinde arazilerine kıyamamış ve inat etmişler, bu nedenle de Hacı bayram’ın köydeki evine araba yolu gelmiyor. O bunu Kabe’de Allah’a şikayet etmiş meğer. “Beddua etmedim, dua ettim ”  diyerek anlatıyor. “Açtım ellerimi Allah’a, dedim ki Ey yarebbim, bizim orada yol için arazisine kıyamayan katı gönüllere sen merhamet ver, sen onların yüreğini yol yapımına arazisinden bir kısmını feda edebilecek cömertlik ver, sen bilirsin ne demek istediğimi, anladın sen onu Allah’ım. Ben bu duamı ederken sesimin çıktığı kadar bağırdım, baktım ki bizim haciler ağlayir hep, bu sefer döndüm ben da ağladım”.. öyle bir anlattı ki, bende ağlamamak içi gözlerimi Hüseyin’e çevirdim, baktım Hüseyin de kafasını sallıyor.
Hacı ziyaretleri kısa olur ama biz Hacı Bayram’ın evinde pek alışılmadıkta olsa çay bile içtik. Kalkarken Hüseyin çayını içiyordu, vedalaşmak için elimi uzattığımda, elindeki çay ile kalkmaya yeltendi, “geliyorum” diyerek, kapıdan uğurlamak istedi ama ben , “sen rahatsız olma Hüseyin, çayını iç” diyince durdu. Özürlü de olsa insan hep insan, can hep candır. Belki bizim anlamadığımız dilden anlıyorlardır ama anlıyorlardır mutlaka, kimilerinin acımsayarak baktığı o insanlar aslında öyle bakışları da çok iyi analiz edebilen ve de gereğini de hakkıyla yapabilen insanlardır. Ben Hacı bayram’ı ziyaretim kadar Hüseyin’i tanımış olmaktan da son derece mutlu oldum. Ablam, sürekli anlatır dururdu da nihayet bende Hüseyin’i tanımış oldum. Kalın sağlıcakla.
YORUM EKLE