M. Kemal AYÇİÇEK- 29 Nisan 2013
Nisan ayının son haftası… Bir zamanlar bu ülke de 27 Nisan’da, “E-muhtıra” verilmişti..
Bu olay Vikipedi yani Özgür Ansiklopedi’ de;
“Genelkurmay Başkanlığı internet sitesi..
27 Nisan Genelkurmay Başkanlığı Basın Açıklaması, Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanlığı'nın Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile 27 Nisan 2007 tarihinde gece saat 23:20'de yaptığı, lâiklikle ilgili açıklama. Türk kamuoyunda hakim olan görüş, basın açıklamasının "muhtıra" olduğu yönündedir. Bildiri internet aracılığıyla verildiği için "e-muhtıra" olarak da adlandırılmıştır.
Genelkurmay Başkanlığı'nın 12 Nisan tarihinde, yapılacak olan Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yaptığı ve birçok köşe yazarının katıldığı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "Atatürkçülüğe, laikliğe ve cumhuriyetin temel ilkelerine sözde değil özde bağlı" bir Cumhurbaşkanı adayı profilinin çizildiği "Basın Bilgilendirme Toplantısı" nın ardından yaşanan adaylık sürecinin ve rejim ile ilgili kaygıların değerlendirildiği ve şimdiye kadarki Genelkurmay Başkanlığı Basın açıklaması metodolojisine uymayan açıklama ile başlayan süreç.
Açıklamanın ardından birçok gazeteci ve yazar tarafından yapılan değerlendirmelerde bu açıklamanın olağan bir açıklama sayılamayacağını; bunun Genelkurmay Başkanlığı tarafından alışılmadık bir üslup ile kaleme alındığı ve bir muhtıra olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır.
29 Ağustos 2011'de açıklama Genelkurmay Başkanlığı'nın sitesinden kaldırmıştır”
yer alıyor. İnsan ister istemez bu konulara kafa yoruyor ama artık onlar eski tas eski hamamlar oluverdi. Şimdi bambaşka bir ülkedeyiz artık, ne mutlu…
PKK’nın 8 Mayıs’ta çekilmeye başlayacağının açıklanması, ardından Murat Karayılan’la yapılan görüşmelerin satır aralarına kadar, her şeyin ayan-beyan ortada olduğu bir süreçte Türkiye. Tabi bu tablo, hem ülkemiz de hem de ülke dışında olumlu bir hava estiriyor, umarım bu olumlu hal, her ne olursa olsun bir kazaya uğramaz ve selametle Türkiye, çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam eder.
Tam yazımın burasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ekrana geliyor, “Biz bir şey bilmiyoruz, bize bilgi verilmedi” diyor hala, oysa Atı alan Üsküdar’ı geçmiş, ama takılmış plak gibi Kılıçdaroğlu, hep aynı şeyleri söyleyip duruyor. Belli ki, çok şaşkınlar ve sürecin hızına uygun bir politika geliştirmekten yoksunlar, acıyorum bu hallerine tabi ki... Keşke diyor insan, AK Parti’nin bu çağımıza uygun olan adımlarına, aynı hızda politika geliştirebilen ve cevap verebilen bir Ana muhalefet partisi olsa bu ülkenin, ama yok! Güçlü muhalefet, güçlü iktidarın da itici gücü olur aynı zaman da. Ülke atılan adımlarla hızla koşuyorsa, öyle bir muhalefetle çok daha hızla yol alır diye düşünüyorum.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin süreçle ilgili dilini kesinlikle doğru bulmuyorum ama söylemlerini ve tepkisini haklı buluyorum. Elbette bir politik duruş, hem de net olarak ortaya koyuyor, Kılıçdaroğlu gibi, tabanını ne orada ne burada gibi ortada bırakmıyor, sürece karşı olduğunu adam gibi söylüyor. Kendi tabanını, söylemleri ile ayakta tutuyor ve haklı olarak da kaygılarını bangır bangır bağırıyor. Bu onun en doğal hakkı. Evet, kullandığı dil, sorunlu olabilir ama sürece karşı oluşuna hiç kimse bir şey diyemez, dememeli.
Aynı şeyleri Abdullah Öcalan’da, KCK Başkanı Murat Karayılan’da söylüyor. Yani onlar da kendilerince doğru bildiklerini en yüksek perdeden dillendiriyorlar, bu da onların hakkı. Biz halk olarak tüm o söylenenlere bakacağız ve kendi vicdanımızda olanları onların en uç fikirlerini öğrenip, bir sentezini yapıp, ülkemizin geleceğinin ne olacağını elbette sorgulayacağız. Bu sorgulama sonunda da ufkumuza göre, doğru bulduğumuzu, önümüze gelecek sandıklarda destekleyecek ve bu ülkede var olduğumuzu oylarımızla ortaya koyacağız. Tüm konuşan insanlar, politikacılar… Konuşmak onların görevleri elbette, onların her biri senin benim oylarımızı almak için, bize kendi fikirlerini anlatacaklar, birbirlerine bağıracaklar, çağıracaklar, suçlayacaklar ama bizim vicdanımıza kendilerini kabul ettirecekler, yani kısaca hepsi de her birimiz için çaba sarf ediyor. Bize, daha güzel bir ülke, daha güzel bir vatan, daha güzel bir Dünya sunmak için tüm çabaları…
Lafı çok uzattım, sıkıldınız belli… ”Nerede şu yumurtacı Laz’lar” diyorsunuz değil mi? Şimdi ona geliyorum, teşbihte hata olmaz denir ya, ona sığınıyorum. PKK çekilecek ya, ülkemiz de bahar havası esiyor ya, kimileri de tüm bu olanları kavrayamıyor ve anlamıyor ya… Fıkra değil anlatacağım, gerçekte yaşanmış bir olay.
Geçmiş zaman tabi, o eskiler de Karadeniz sahillerin de iç bölgelere geçilip, oralarda köylerde ne var ne yok toplanıp, sahile getirilip satılıyormuş... Para yok, işte elma verip, yumurta alma gibi alış veriş dönemi… Karadenizli iki ortak Bayburt’un köylerine gidip Yumurta topluyorlar, gitmişler bir köye ama hem köyün yumurtası çoktur, tümünü almak isterler ama akşam da olmuş, hava kararmış, köyün yumurtalarını da hep toplamak istiyorlar ama nerde yatacaklar... Zaten araba yok, o gittikleri köyden geri dönmek de işlerine gelmiyor, ne yapalım, ne edelim derken köyde kalmanın yolunun camiye gidip, namaz kılmakta bulmuşlar.
Karadeniz sıra dağlarını Güney’e aştığınız da size ‘Laz’ derler. Gerçekte Laz olup olmadığınızı bilmezler tabi, bu bir genellemedir, Karadeniz’denseniz, onlara göre ‘Laz’sınızdır zaten, oysa Laz’lar, Rize’nin Çayeli ilçesinden öte de Artvin tarafında vardır ama yok, siz Karadenizliyseniz, onlara göre ‘Laz ‘olursunuz! Bizim ortak Laz’lar, camide namaz kılarsak, cemaatten biri bizi evine misafir eder düşüncesi ile camiye giderler, başlarına da takke koyarlar. Cami İmamına durumlarını anlatırlar, imam da hem misafirperverlik olsun diye , “Madem öyle cemaat sizi iyi tanıması için buyurun biriniz imamlık, diğeriniz de müezzinlik yapsın ki cemaatten birileri sizi evlerine davet etsin “der. Laz arkadaşlardan biri diğerine, sen imamlık yap der, diğeri sen daha iyi yaparsın sen yap der, biri geçer imam olur. Fatiha süresini okur ama arkasından koşacağı zammı süreyi bilemez, bildiği bir Tahiyyat duası vardır, Fatiha’dan sonra tutar zammı sure diye Tahiyyat’ı okur sesli olarak, tam o sırada da müezzin olan namazda olduğunu unutur, yüksek sesle, “oku oku ettehiyyatünü, sıra ettehiyata gelduğu zaman bakalum ne edecesun” der.
Şimdi ‘Çözüm Süreci’nde, PKK silahları bırakacağını açıkladığı halde hala MHP Lideri Devlet Bahçeli, kutlu Doğum Haftası’nda yaptığı konuşma ile o Laz imamı anımsattı. Fatiha’yı güzel okudu da arkasından zammı sureyi yanlış koştu, Kılıçdaroğlu’da o müezzin Laz durumunda değil mi? Ben bu hikâyeyi dinlerken öyle algıladım, başka türlü algılayanlar da olabilir tabi… Ama ne imam ne de müezzin fark etmez tabi, bu ülke de her şey gün geçtikçe güzel olacak, karamsarlığa girmeye gerek yok, üç günlük Dünya’da kim öle kim kala… Kalın sağlıcakla…