Tatil değil diyemem genel boyutuyla bir geziydi yaptığımız ama tatil gibi bir gezi demek daha doğru olur.
Temmuz sıcaklarından bunalınca bir çoğumuzun aklına hemen deniz gelir belki haklı olarak ama zaman zaman tersini yaparım. Mesela, gideceğim yeri veya güzergahı belirlerken harita falan kullanmam. Bir nokta seçerim ve derim ki , “ben Ağrı’ya gideceğim” ve oraya nerden nasıl gitmem gerektiğine de anlık karar veririm.
M. Kemal AYÇİÇEK
Ağrı- Iğdır- Erzurum- (Özel)- Gezi, planlı olursa sizi huzursuz edebilir. Evet , planlı geziler de diyelim ki dediniz ki, “Cumartesi günü Ağrı’da olacağım” ama o gün Ağrı’da olamadıysanız bu sizde sıkıntı olmaz mı? Ben de olur. Onun için de yola çıktıktan sonra, yol ve güzergahın durumu belirler planı.
Geziye, mıhmandarımla Çal mağarasından başladık. Hem fotoğraf çekecek ve hem de belki daha önceleri de gittiğimiz yerlerdeki değişimi gözlemleyecektik. Öyle de oldu zaten. Hıdırnebi’de sabah çayımız içtik. Biraz yayla havasıyla rutubet rehavetini üzerimizden attık. Akçaabat – Düzköy vadisindeki mükemmel yaylalardan geçtik, Maçka’ya indik.
Maçka- Sumela manastırı yolunda bir Alabalık çiftliği var, orada üretimi yapılan balıklar, pembemsi ete sahip somonu andıran alabalıklar. Onlardan aldık canlı alabalık ve zigana dağına çıkarken bir çeşmenin yanında o balıkları izgara yaptık. Bir güzel doyduk tabi. Ha öyle izgaradan falan iyi anlayanlardan sayılmayız onun için sakın ola “ben yapamam” demeyin.
Torul – Gümüşhane, Bayburt derken Erzurum’a geçtik. Erzurum’un hemen girişi sayılabilecek yerde ılıca ilçesi var, orada Kükürtlü suyu (biraz kokusu var) olan kaplıca var. Hem belediyenin yaptığı bir de otel var. Farklı bir ortam, dilenirse burada kalınabilir.
Ha gezi boyunca önemli olan sizin lüks beklentisi içinde olmamanız. İlla her gittiğiniz yerin yaşadığınız yer ile kıyaslanması gerekmez. Gidilen yerler, zaten görmediğiniz yerler değil mi? Değişik ortamlara giderken illa her yerde yıldızlı bir otel olacak diye bir arayışınız olmasın. Gece kalmanız gerekiyorsa oradaki insanlar nerde konaklıyorsa siz de onları yadırgamadan, farklı bir yerden gelmiş havasını da onlara yansıtmadan girin bir hotele, motele veya bir pansiyona veya bir çadıra ama yadırgamayın.
Biz çocukluğumuzda hanlarda kalırdık yayla yolunda mesela, keşke o zamanlardaki gibi yine hanlar ve konaklar olsa diyesi geliyor insanın. Düşünsenize iki gün yaya yol yürüyerek yaylaya ulaşırdık. O zamanlar, şimdiki gibi güzel yollar ve de bunca ulaşım aracı yoktu. Handa geceleyeceğimiz zaman sığırlardan süt sağar, o sütü kaynatır ve akşam yemeği yapardık. Hancılar, size tencere, tava verir, yardımcı olurdu. Onlar da yadırganmazdı. Bulunduğun şartlara uyum sağlamak kötü bir şey değil ki, öyle değil mi?
Cağ kebabı ve Erzurum evleri
Erzurum’da Atatürk caddesinin girişi sayılabilecek yerde Dede otelin hemen ilerisinde Canbaba’nın cağ kebabını severek yersiniz, et kokusu biraz garip olabilir ama vejeteryan tarzı için bolca yeşil zaten yörede sorun değil. Hatta taze soğanı, patatesi veya marulu el arabalarında görünce dayanamaz hemen alırsınız bile.
Biraz ileride Eski Erzurum evlerini anımsatan ve onları yaşatma adına ayağa kaldıran bir işletmeyi gezebilir ve eskiden ne vardıysa kullanılan Erzurum evlerinde aynı ortamın otantizmini orada soluklarsınız. Yer minderlerinde kurulu, dilediğiniz yöre yemeğini sipariş edersiniz. O yemek gelinceye kadar da sofrada gerekirse bilgisayarınızla internete bağlanır, gezinirsiniz.Yemeğiniz gelir, onu yersiniz ardından demlik çayınızı yaparlar ve bir güzel istirahat etmiş olursunuz.
Bir günde sadece 465 kilometre yol almak pek akıl kari değildir gezi de ama ben zaten akıl kari olsunlara da pek takılmam ki. Akıllara ziyan denebilecek tarzı daha uygun bulurum her zaman değil tabi ama zaman zaman. Öncelikle Ağrı dağını görelim dedik. Ağrı dağını ilk kez 2003’te de görmüştüm, tabi yol güzergahından. Dağları severim ama tırmanma zamanı bulamadım desem yalan söylemiş olmam. Küçükken Gavurdağı, ziyaret, zilfo gibi dağlara çıktım sadece o kadar.
Köprüköy’den sabah saatlerinde çıktık. Dışardan bakıldığında sanılır ki Ağrı dağı Ağrı ilimizdedir. Yani Ağrı’ya vardığınızda Ağrı dağını da hemen görürsünüz. Durum öyle değildir. Ağrı il merkezinden Ağrı dağını görmek mümkün değildir. Ağrı dağı Ağrı iline 102 kilometre uzaklıktaki Doğubeyazıt’tadır.
Horasan, Aras, Tahir, Eleşkirt yolunda Kızıldağ’dan 2315 rakımlı saç geçidini aşıyorsunuz. Yollar, fena sayılmaz. Köse dağını geçiyorsunuz ama dağ geçtiğinizin farkına varamıyorsunuz. E- 80 Devlet karayolundasınız. Ağrı’ya geldiğinizde bir dinlenme molası, güzel bir ağrı dondurması ardından çay içip “yolcu yolunda gerek” diyerek tekrar yola koyuluyorsunuz. Murat, Taşlıçay, Diyadin’den Doğubeyazıt’a geçerken 2040 rakımlı İpek geçidini deviriyorsunuz.
Sağlı solu ovalarda kimileri ot biçerken, kimileri ot yığınlarını kaldırırken, kimilerini pancar tarlalarında görüyorsunuz. Buğday tarlalarında ekinler biçilmiş ve tarlalar yeni mahsule hazırlanırken, sürülmüş bekleyen topraklarda kargalardan başka bir şey göremiyorsunuz.
Ağrı’yı görmek..
Doğubeyazıt’a ulaşmadan tepelerinden hiç eksilmediği belirtilen bulutlarla kaplı karlı dağı, yani Ağrı Dağı’nı görüyorsunuz. Hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Şöyle seyre koyulun, Doğubeyazıt’ın neresinden bakarsanız bakın, oturun bir kahvede hem çay için hem seyredin o bile yetiyor. Neymiş O Ağrı dağı, seyrettiğiniz de tüm o yolların yorgunluğunu atıyorsunuz üzerinizden.;ite o Ağrı dağı ile ilgili Vikipedi’de yer alan öz bilgiler;
“Ağrı Dağı (Selçuklular döneminde; Eğri Dağ, resmi adıyla Büyük Ağrı Dağı, Türkiye'nin en yüksek dağıdır. Dorukları karla kaplı volkanik bir dağ olan Ağrı Dağı, Türkiye'nin doğu ucunda, Ağrı ilinin sınırları içerisinde yer almaktadır. Dağ, İran'ın 16 km batısında ve Ermenistan'ın 32 km güneyindedir.
Ağrı dağı 5165 metrelik rakımıyla, Anadolu Yarımadasının en yüksek doruğudur. 4000 metreye kadar bazalt daha sonra sonraki yükseklikte andezit lavlarından oluşarak volkanik bir dağ özellikleri gösterir. Dağın doruğunda bir örtü buzulu vardır. Doğu yüzünde Serdarbulak yaylası ve 3896 m. yükseklikteki Küçük Ağrı Dağı yer alır.
Bir inanışa göre, Eski Ahit'teki Tekvin babında Nuh'un gemisi nin karaya oturduğu dağ bu dağdır. Fakat, Kuran'ı Kerim'de Nuh’un gemisinin "Cudi' ye oturduğu" belirtilmektedir. 1950'li yıllarda, havadan çekilen fotoğraflardaki gemiye benzeyen şekiller Nuh'un gemisinin bulunduğu yönünde yorumlandı, ancak daha sonra bu iddiaların asılsız olduğu ortaya çıktı.
Türkiye'nin en büyük dağı olan Ağrı Dağı jeolojik konumu ve Büyük Tufan dan sonra Nuh'un gemisi ne ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevi özelliği olan bir dağdır. Kutsal kitaplarda da adı geçen Ağrı Dağının farklı dillerde birçok ismi vardır. Başlıcaları, Ararat, Kuh - i Nuh, Cebel ül Haris tir.
Marco Polo'nun hiçbir zaman çıkılamayacak dediği dağa ilk tırmanış, kayıtlara göre 9 Ekim 1829'da Prof. Frederik Von Parat tarafından gerçekleştirildi. İlk kış solo tırmanışı ise 21 Şubat 1970'te Dağcılık Federasyonu eski başkanlarından Dr. Bozkurt Ergör tarafından gerçekleştirildi. 1980'li yıllarda binlerce dağcı Ağrı Dağını ziyaret etti. Ağrı'ya tırmanış 1990 yılında yasaklandı. 1998'de Dağcılık Federasyonu'nun bir grup dağcıya izin vermesiyle bu yasak kaldırıldı.”
Doğubeyazıt, sadece Ağrı dağının sahipliğini yapmıyor. Orada Ihsak Paşa Sarayı ve külliyesi tamamen ayrı bir değer ve ayrı bir dünya. Bir tepeden bakıyor Doğubeyazıt’a ama ağrı Dağını görmüyor. Onun ayrı efsanesi anlatılıyor. Neden Ağrı Dağı’nın saraydan görülmemesinin hikayesi. Geçmişte saray tamda yerleşim biriminin ortasındaymış ama zamanla yıkılmış çevresindeki yerleşim şimdi sadece karşı tarafında bir cami var.
Hemen yukarısında da bir çok insanın ziyaret ettiği 17. yüzyılda yaşamış olan Ahmed-i Hani’nin Türbesi ve mescidi bulunuyor.
Şeyh Ahmed-i Hani’nin doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmiyor. Dini eğitim gören Hani; Kürtçe, Arapça, Farsça ve Türkçe biliyor, eserlerini Kürtçe olarak yazıyordu. 14 yaşında yazmaya başlayan Ahmedi Hani, eğitimini bitirdikten sonra öğretmen olarak hayatını sürdürdü. Mutasavvıf şair Hani, Doğubeyazıt’da bir okul açarak dersler vermiş.
Nuh’un gemisi
Ağrı dağını sağ tarafınıza alarak Iğdır’a doğru yol alıyorsunuz. Bir rüzgar çıkıyor aniden, akşam saatleri, her yer toz duman oluyor. Ruzgar, Iğdır vadisinden geliyormuş gibi ama yolda yürüyemiyorsunuz bile.
Henüz ayrılmışız Doğubeyazıt’tan biraz ilerde bir konaklama ve dinlenme tesisi var. Tesisin tam karşısında da ufak bir mağara ama mağara değil de sanki buzdolabı. O yaz sıcaklarında işletme sahibi, meşrubat tarzı ürünleri, sebze ve meyveleri de orada soğutuyor. Enteresan bir hava akımı sayesinde gerçekten bir buzdolabı gibi soğutucu mağara, o tarafa gidenlerin ilgi odağı oluyor.
Biraz daha ilerliyorsunuz sağ tarafa ayrılan bir yol çıkıyor ağrı dağına doğru, işte o yoldan da 1500 metre çıktıktan sonra geliyorsunuz Nuh’un Gemisine. Bu Nuh’un gemisi, Greenpeace adlı çevreci örgütün "küresel ısınma"ya dikkat çekmek amacıyla için Türk, Alman ve Avustralyalı gönüllülerden oluşan 20 kişilik marangoz ekibince Mayıs ayında yapılmıştı.ve Okan Bayulgen’in okuduğu “Ağrı Bildirgesi” ile 31 Mayıs 2007 de açılmış oldu. Şimdi bu gemi, hem Iğdır’a ve hem de Doğubeyazıt’a gelen turistlerin de uğrak yerlerinden biri olmuş oldu.
Iğdır’ a geldik. Bir güzel parkı var, orada dinlendikten sonra bu kez de Kağızman üzerinden Köprüköy’e dönmeye karar verdik. Ama hava kararmış, yatsı ezanları da okunmuştu. Yola koyulduk. Bir yandan da gece gidebilir miyiz onca yolu, acaba bir aksilik çıkar mı karşımıza diye düşünüyoruz. Bir taksiciye, “yol nasıldır” diye sorduk sadece ve geldiğimiz yoldan dönmemek için o yolu tercih ettik. Ama yol, çok virajlı ve girintili çıkıntılı bir yol.
Aras nehri’nin bereketi göze çarpıyor yol boyunca, bunu yolda rastladığımız ve bir kasasını 15 bin liraya aldığımız kayısı tezgahından çıkarıyoruz. Sonrası ıssızlık ve de sessiz, ışıksız bir yol.
Zaman zaman askeri barikatlarla karşılaşıyoruz o yolda, her yerleşim biriminin girişinde durduruluyoruz ve “nerden gelip- nereye gidiyorsunuz” sorularına muhatap oluyoruz. O bölgeler pek tekin değil anlayacağınız. Hem bazı jandarmalar, “bu saatte bu yolda işiniz ne?” diye sordukları da oluyor. Sonra “yoldan adam almayın sakın ve durmayın” uyarısında da bulunuyorlar.
Biz de askerlere “tehlike var mı yolda?” diye soruyoruz, aldığımız cevap olumsuz olmuyor ama o barikatlar zaten size yeterince yol durumu hakkında bilgi veriyor!. Sürat yapamıyorsunuz, yol kısa mesafelerle sık sık virajlarla dolu. Mekik dokuma vardır ya aynen öyle, üstelik ne gelen araç var ne de giden. Biraz sessiz kaldık, yol aldık ama Karakurt’a ulaştık. Akşam yemeğimizi gece yarısı orada Tır ve kamyon sürücüleri gibi mangal etrafında tavuk ve pirzola ile yiyebiliyoruz.
Burasi Erzurum- Kars karayolunun da geçtiği bir yer ve en azından şenlikli. Oradan itibaren de yol düzeliyor. Gece yarısı Horasan’a ulaşıp, kapanmamış bir kahvehaneye giriyoruz. O saatte çay içip, dinleniyoruz. O yolculuk, gezi veya yarı tatil, adına ne derseniz deyin tüm o yorgunluğa ve maceraya değiyor. İnsanın biraz bazen bu tarz adrenale ihtiyacı var diye düşünüyorum. Varın sizde çekinmeyin, bilmediğiniz yerlere aynı yöntemle gidin gidebildiğiniz kadar, inanın zarar etmezsiniz.
Dönüşü de Erzurum – İspir ve Ovit dağından İkizdere ve Rize’ye şeklinde yaptık. Erzurum’dan sonrasını yazmaya gerek yok sanırım. Yaylaları ve Karadeniz’i fotoğraflarla daha güzel anlatabiliriz sanıyorum. Onun için site de farklı yüzlerce fotoğrafı sizler için sayfalarımıza koyduk.
Güncelleme Tarihi: 07 Kasım 2018, 22:43