M. Kemal AYÇİÇEK – Ocak 2009
www.karadenizolay.com (Özel)-Henüz yola çıkmıştım ki telefonum çalıyor, akşam karanlığı çökmüş, hava yağışlı ve şehir çıkışı trafiği biraz dikkat gerektiriyor. Babam arıyormuş, “nerdesin?” diye soruyor. Daha önce konuşmuştuk, Bayburt’a gideceğimi biliyordu.Araklı’da köye çıktım, annem bekliyordu. Kayın validem ve kayınpederimi de aldım, annemin karalahana’dan mısır ununa, fasulyeden pırasaya, elmadan çaya kadar varan çuval dolusu yükünü yerleştirdim arabaya. Kayınvalidemde Akşar’daki (Bayburt Balahor’u) tornuna bir çuval elma koydu, bagajı doldurduk artık. Trabzon’a dönüp, eşim ve oğlumu da aldım.
Babam bir gün önce Cidde’den direk Trabzon’a inen hacıları karşılamış ve onlarla Bayburt’a gitmişti, beni de ordan arıyordu zaten. Aslında kayınpederimi de bayburt’a götürmeye niyetliydim ama dönüşte babamı da alacağımız için kayınpederi Trabzon’daki amcama bırakmak zorunda kaldım. Hem zaten onların da bir programları varmış, sorun olmadı.
Daha öncede böyle kış günleri Bayburt’a gitmeye kalktığımda anneme çok benzeyen ve zaten tek sağ kalan Ayşe teyzem, “gitma deli, naa, laf dinle, bu karda kışta yola gidilir mi? otur evunde aşşağa, sıkıntıya sokma milleti” der dururdu. Yine duymuş ablamdan, “gitma sakın” diyormuş ama kafama koyduğum zaman bir yere gitmezsem hep onun ezikliğini çekerim. Ayrıca gerekçelerim de makuldü yani, hem asıl hedefim ve de görünen gerekçem Hacılar olsa da aslında bende yeğenlerimi özlemişim, onlar için de kilometreler, yol açık olduğu sürece gidilirdi benim için.
Bayburt’tan evli kardeşimin kayınpederi Arif aga, eşiyle Hac’ca gitmişlerdi. Kurban Bayramı’nda Anne ve babam, torunlarını bahane ederek gitmişlerdi Bayburt’a ama hacıların gelmesinden sonra teniyeleri (Hacı kabulü)nde bulunmak dünürlük gereği idi. Mutlaka gidilmesi gerekiyordu ama kış mevsimi, tüm şiddetiyle kendini de göstermişti. Biz, Trabzon’daydık, sahilde yani, pek kar yok sadece yağış vardı ama Zigana’ya çıkmadan kar yağışıyla buluşuyoruz.
Bayburt’un ekmeği fena değildir ama Trabzon’dan nere gidersem gideyim yanımda olmazsa olmazım Trabzon ekmeğidir. Maçka’dan yukarı artık karla karışık yağmurun ardından Zigana’da artık yoğun kar yağışıyla karşılaşıyoruz. Torul düzüne indiğimiz de yeni yapılan Torul HES barajının gölü karşılıyor bizi. Gece karanlığı ama su, ışık yansımalarıyla Harşit vadisine ayrı bir güzellik katıyor.
Sık sık heyelanlara maruz kalan mescitli’yi geçiyoruz. Eskiden üç saatte gidilen Gümüşhane’ye bir buçuk saatte ulaşıyoruz. Gümüşhan’de her taraf karla kaplı ama yağış durmuş, gökte yıldızlar gözüküyor. Bu demek oluyor ki gece buzlanma ve ayaza çekiyor. Nitekim Tekke ve Kale’de buzlanmalarla karşılaşıyoruz. Zincirimiz de yok. Pirahmet ‘i rahat geçiyoruz ama Güvercinlik’i pür dikkatle çıkıyoruz. Otomobilde çıt yok. Vaukdağı’ndan sonrasında yollar tam anlamıyla buzla kaplı. Hemen dağı devirince sağda bir çeşme var, çevresi karla kaplı suyun aktığı yerde buzullamış ama sürekli aktığından su donmamış. Burada su molası verdim. Kristal kardan bir avuç aldım, aşağa inmesi ve hava almasını söylediğim halde arabadan inmeyen oğluma fırlattım. Karla buluşunca kendine geldi, attığım karlardan bir kısmını da toplayım bana attı tabi.
Vaukdağı inişi geniş bir yola sahip, burada el frenini azcık çekip, yolcularımı şöyle hafif bir döndürüyorum yolda, annem ve kayın validem den “la noliy olgum” soruları gelirken oğlum gülerek, “babam şaka yapıyor” diye rahatlatıyor onları. Tam da burada ağabeyim ve ailesiyle Luleburgaz’a giderken otobandan çıkıp tam Silivri’ye gideceğimiz gişelerin çıkışında taze yağmış karda kontrollü olarak yaptığım bu el frenini çekme olayını anlattım. Abimle ilgili bir şey olunca annem can kulağıyla dinliyordu ama kayınvalidem uzun bir “uuuu” çekiyor ve korkusunu dile getiriyordu. Tam Çerçi köyünün yol ayırımını geçmiştim ki çok da keskin olmayan virajda kontrolu kaybettiğimi anladım. Allah’dan süratim yoktu da ucuz kurtulduk ama az önce el freni muhabbeti yaptığımız için yine aynı şeyi yaptığım sanıldı tabi. Bende ses çıkarmadım.
Bayburt’a kadar devlet karayolu hep buzdu. Hem tipi var ve hem de yolda şeritler fark edilmiyor, karayollarının da buzlama çalışması yapmaması dikkatimi çekiyor. Burada yolun geniş ve düz olması sanırım karayollarının acil çalışma yapmasını gerektirmiyor. Hem zaten bu saatlerde yolda trafik de de tek tük araçlarla karşılaşıyoruz. Bayburt’a sağ salim ulaşıp, direk Hacı Arif Aga’nın Veysel efendi mahallesi’ndeki evine gidiyoruz. Tabi yollar hep buz ve de zorlanıyoruz. Arabayı eve yüz metre kalan bir yerde park edip, yürüyoruz. Ama bir soğuk var, bir tipi var ki insan böylesi soğuğa hazırlıklı değilse donacakmış gibi oluyor. O gece Erzurum’da eksi 25 santigrat derece soğuk var ve Bayburt’ta Erzurum’a göre pek sıcak sayılmazdı.
Kardeşim babamla birlikte Hacı kayınpederinin evindeler.Orada akşam yemeğimizi yiyoruz. Biraz sohbetten sonra orada görüyorum yeğenlerimin büyüğü Yunus’u. Bedirhan, uyumuş uyandırmıyoruz. Hacı ziyaretinden sonra kardeşimin evine geçiyoruz. Hamsi götürmüştüm, temizlenmişti. Kardeşim hemen suda hazırlıyor tekrar ve gece yarısı Bayburt’ta bir güzel hamsi yiyerek kendimize geliyoruz. Oldukça geç saate kadar oturuyoruz. Tabi o sırada Bedirhan’da uyanıyor.(çaktırmadan uyandırıyorum). Annem, çocuklara bir çanta dolusu hediyeler getirmiş, bisküvi, çikolata, şeker, pasta, meyve, onları veriyor. Biraz hasret giderdikten sonra yatıyoruz.
Sabah kahvaltısında Bayburtlu gelinimiz Arzu’nun hazırladığı mükemmel kahvaltı sofrasında buluyoruz kendimizi. Bayburt’un tel peynirinden, çiçek balına, kavurmadan çocukların olmazsa olmaz kahvaltısı kuymağa varıncaya kadar bir güzel doyuyoruz. Öğlen saatlerinden sonra artık yola girme vakti geliyor. Her taraf kar ve bu yolları da gündüz gözü ile geçmek gerekiyordu. Geceden almıştım dersimi. Evden çıktık, Hacı’lara tekrar selam bıraktık ve yola koyulduk ama içim rahat etmedi. Bayburt’un içinden tekrar geri döndüm ve tekrar hacı’ların evine varıp, onlarla da vedalaşarak ayrıldık Bayburt’tan.
Akşar’da kayınvalidemin tornuna uğruyoruz.. Akşar’da da oldukça kar var. Mahallenin yolunu zor buluyoruz. Fazla oturmamak üzere çıkıyoruz eve emanetleri verip kısa bir sohbetten sonrada tekrar koyuluyoruz yola. Babam bu kez önde. Oğlumun boyu biraz uzamış ve arka tarafta biraz zorlanıyor oturmakta. Dört kişiler tabi. Yolu uzatmamak istiyorum ama kayınvalidem de annem de hiç görmedikleri yerleri de görsün diye kafamda Zigana dağı yerine Harşit vadisi boyunca sahile gitmeyi kurguluyorum.
Tekrar vaukdağına geldiğimiz de kar yağışı hızlanıyor. Bayburt’ta başlamıştı yağış ama genelde lapa lapa dediğimiz tarzda değil de burada kar yağışı genellikle tipi şeklinde oluyor ve kuru toz kar yağıyor. Bu da buzlu yola düşünce yol tamamen kayganlaşıyor. Her geçen araçta zincir var. Aracımda zincir var sanıyordum ama meğer onlar bundan önceki arabalarımdaki zincirlerdi. Sonra fark ediyorum. Zincir kullanmak bu tarz yollarda sürekli olunmadığı için ihtiyaç olmuyor diye de almamışız demek ki. O yüzden de 1875 rakımlı Vaukdağı geçidini çıkamayabilirim gibi geliyor bana ama gazı sabit tutarak devam ediyorum yoluma. Bu geçit, Gümüşhane Bayburt arasındaki eski hikayelerinden ötürü ünlü bir geçittir. Gümüşhane’den aşağıda karayolunda kar kalmıyor. Torul’u çıkınca Harşit vadisinden aşağıya yöneliyorum. Artık Torul’a 14 kilometre uzaklıktaki Torul Hes santral barajı boyunca yol alıyoruz. 2007’nin son çeyreğinde 1 Ekim’de su tutulmaya başlanmış bu HES’i bende ilk kez görüyorum. Yılda 322 milyon kilovatsaat enerji üreten Hes, 131 milyon dolara mal olmuştu.
Torul’un Kirazlık köyü sınırlarında bu Hes, çevreye bir güzellik katmış o karasal iklime sahip Harşitvadisi’nin yumuşayan iklim etkisine dönüştüğü çevresindeki kardan da anlaşılıyor. Gerçi baraj gölünün hemen karşısında bir köy Kirazlık ama tepelerinde sis bulutlarıyla, kardan ak düşmüş ormanlarına ve aşağısındaki baraj gölünün muhteşem manzarasıyla kartpostallık hale gelen görünümüyle büyülüyor sizi. Babam, annem, kayınvalidem, eşim ve oğlum da benim kadar büyüleniyorlar şüphesiz. Bu yola girdiğimiz de pek isteksiz oğlum, bu kez sadece kendisine fotoğraflar çekilmesini istercesine pozlar veriyor hale geliyor.
Torul barajının bitiminde Öz
kürtün, Özkürtün’ün hemen alt tarafında ise Kürtün Hes baraj gölüne ulaşıyorsunuz. DSİ 22. Bölge Müdürlüğü’nün 1986 yılından itibaren yaptığı çalışmaların ürünü bu tesisler. Bir yandan karayolunda devasa tüneller , bir yandan da Torul ve Kürtün HES baraj gölleri, Harşit vadisini bir cennete çevirmiş sanki. Öyle ki Kürtün Barajı gölünde 12 şirket tarafından şimdilik 80’in üzerindeki kafeste yılda 2 bin 400 ton balık üretimi yapılıyor. Harşit vadisi artık öylesine bir cazibe merkezi haline gelmiş ki hem Özkürtün, hem Kürtün ilçeleri ve hem de Doğankent, adeta göç alır hale gelmiş ilçeler durumundalar. Hele Kürtün ve Özkürtün, sanki yeniden doğmuş birer ilçe haline geldiler.
Özkürtün’e bağlı Araköy, Kürtün Baraj gölü nedeniyle ulaşımına çare olsun diye baraj gölü üzerinde yapılan bir asma köprü ile görüntü değiştiriyor. Asma köprü, tıpkı Çoruh vadisinde görmeye alıştığımız köprülerden ama Harşit’e de çok yakışmış bir gerdanı andırıyor. Seyretmeye doyamadığımız bir atmosferi, hava kararmaya başlayınca terk ediyoruz. Uzunca Tünellerden geçip, önce Doğankent’e ardından da Tirebolu’ya iniyoruz. Burada Karadeniz sahil yoluna ulaşıp, Trabzon’a yöneliyoruz. Hac ziyaretimiz vesile oluyor ve bir güzel kısa metrajlı seyahati yatsıdan sonra tamamlıyoruz. Bu geziden Annem, babam, kayınvalidem, eşim ve oğlum son derece memnun kalıyorlar tabi bu da beni mutlu ediyor. Kalın sağlıcakla.
Güncelleme Tarihi: 13 Mayıs 2021, 00:53