,

Karadere'den Bayburt'a

Gıran yaylanın güneye bakan yamacında buzdolabı ve ev eşyalarının kalıntıları ortaya çıkmıştı, kuzeye bakan yamaçlardaki evlerden sadece çatısı görülebilenler vardı, tam anlamıyla yıkılmış evlerin kalıntıları, hasar görmüş evlerin belki tamamı değil ama çığın hasarının gözle görülebilir hali ortadaydı

Karadere'den  Bayburt'a

M. Kemal AYÇİÇEK
 
Seher teyze ölmüş Ayvadere’de.Eski adıyla Aho’da...Annem, ikide bir haber sorardı ondan da, belki tanırım ama uzun yıllardır görmemişim, çıkaramıyorum ama Baytürk ailesi’nin en yaşlısı..Yaşını hesaplayanlar, 110 yaşında diyorlardı. Bir süre önce bizim Hatun Teyze’nin de yattığı  Yomra’daki Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastahanesi’nde yatmış ama doktorlar ümidini kesince de evine göndermişlerdi. Annem,  İstanbul’da iken de telefonla benden Hem Hatun Teyze ve hem de Seher teyze’yi  sorar, “çabuk öğren, bana taze, arinuk haber ver, pekleyrum”  derdi. Hemen işe koyulur, aldığım “Arinuk haberleri” anneme ulaştırır, onun gönlünü hoş tutardım.

Ablam haber vermese öğrenemeyecektim gerçi, annem ve babamı onlar almış götürmüşlerdi cenazeye. Vefatını duyunca , “iyi ki annem buradaydı” dedim kendi kendime. Pazar gününe denk gelince de yetişirim umuduyla gittim Trabzon’un Araklı ilçesine bağlı  Ayvadere köyüne. Erik, Kiraz,  Elma ağaçları çiçek açmış, fındıklar yapraklarını yarılamış, çiçekler açmış, Madur’da kar gözükse bile artık baharın geldiği her haliyle görülebiliyor köyde. 

Yol kenarında durdum, ses dinledim, cenaze evinin nerede hangi mahallede olduğunu belki duyarım diye, olmadı duyamadım. Ablamın tarif ettiği kadarı ile gittim biraz daha ama yol çatallayınca eşim ve Ankara’dan gelmiş yeğenim, “her halde yanlış tarafa gidiyoruz” diye beni uyarınca da uydum onların aklına ve girdim bir yola..Oysa Caminin yanından geçerken bir yığın araç var sağda solda, kalabalıkta var birine sorsam bulacağım fakat sormadım. Girdiğim yolda ısrar edip, devam edince kendimi Aho’nun Gugul’un hemen altında buldum.

Aslında ben Karatepe (Mahdila) yolu olarak hatırladığımı söyledim ama eşim bana itiraz etti, güya o yol değilmiş gibi ama bir kez gitmiştim bende çocukken Karatepe’ye, kanımca o yoldu. Sonradan zaten kanaatimin doğru olduğunu annem de teyit etti ya neyse. Madem geldim birkaç fotoğraf çekeyim, yayınlarım oda sevaptır, buraların insanları gurbet ellerde görür kendi köylerini mutlu olurlar, empati yaptım onlar adına çektiğim fotoğrafları da taze taze yayınladım Facebook’ta. Daha sonra  da  Ayvadere’nin tam tepesindeki eşimin Dayısının evine geçtik, ev dediysem kapalı tabi, bir çok Karadeniz evi gibi, sahipleri İstanbul’dalar. Yaz aylarında kimi zaman gelebiliyorlar o da o yıl fındık toplama sırasına göre. Cenazeevini oradan görebildim ancak, aslında benim ilk gittiğim yol doğru olan yolmuş  ya, tabi yukarıları dolanırken,  öğle namazının ardından cenaze namazı kılınıp, Seher teyze defnedilmişti. 

Ayşe teyzemin eltisiydi seher teyze. Mustafa Baytürk’ün Ağabeyinin hanımı, cenaze evine gidip, başsağlığı diledikten sonra Annemi oradan alıp döndüm, babam ve amcamlar Ali Hoca’nın arabasındalardı ve Gugulas’ta zaten biz de yetiştik onlara. Eve geçtikten sonra  Babam,Mahmut amcamla kapının önünde otururken  gülerek bana  döndü ve “Biz  dün osmanla konuşurken” diyince anladım hemen, babamın gönlünde Bayburt’taki torunlarını görmek var ve ben bu saatten sonra Bayburt’a gidip dönebilir miyim diye düşündüm ve kararımı verdim, “E hazırlanın” diyince alelacele bir yemek yedikten hemen sonra  Karadere’den koyulduk Bayburt yoluna.  Halen yapımı devam eden Araklı-Uğrak- Bayburt yolu, bu tarihlerde normalde kar ve tipi nedeniyle ulaşıma kapalıdır ama yolun Salmangas dağındaki tünel çalışması yüzünden açıldığını biliyordum, ama babam da cenazede duymuş yolun açık olduğunu o nedenle kaygımız yok fakat bu mevsimde yol açılmış bile olsa kürtüklerden geçebilir miyiz diye ufak bir tereddüt var içimde.   

Yol boyunca istasyon yok o nedenle yakıtı takviye edip, bir saatte vardık Pazarcık’a. Karadere, Çatak’a kadar bulanık akıyor. O bulanık sular, Yağmurdere vadisinden geliyor, demek ki orada  hava daha sıcak ve kar suları coşmuş adeta. O Ankara’dan gelmiş yeğenime dedesi ve ninesi  mihmandarlık yapıyor yolda.. Babam eski anılarını anlatıyor,  Cevizin suyunda babasının Ejderha’nın üzerine çıktığını, Ejderha’nın gölünün hemen yanı başında, Halit abi ile sığırları orada otlatırlarken yaşadıklarını, annem yoldaki kayalar delinirken ne korkular çektiklerini, az yukarısındaki Taşköprü’den Kılıçoğlu Yakup’un arabasıyla köç taşınırken dedemin bağrışlarını, ardından Hıdırellez mağarasında kalışlarını, Tilkibeli’ndeki Pamuğun gölünün hikayelerini, Pamukgölü’nün üzerindeki ahşap köprüden geçerken yaşadıkları korkuları ardı ardına anlatıyorlar Gizem’e. Gizem,  onları dinledikçe  fotoğraf çekilmek için bile arabadan inmek istemiyor. Oysa onlar, yolların keçi yolu olduğu zamanların, yani 30-40 yıl önceki anılarıydı.

Gerze yol ayrımından yukarıya doğru artık kar iyice gözükmeye başlıyor çevrede, yol asfalt ama henüz yeni yapıldığı için yer yer yola düşen  kocaman kayalar var, ve zaten yol boyunca da levhalarda, “yol kar ve tipi nedeniyle araç ve yaya trafiğine kapalıdır” yazıyor. Tabi o yazılar, yolun yabancısı olanlar için uyarıcı ama bizim yolumuz orası, yıllarımız yaya olarak ta araçla da oralarda geçmiştir, ona güveniyoruz ve hem de babam gibi her şeyden haberi olan bir co pilotumuz da var yanımızda! Tünel inşaatının oraya geliyoruz ama her yer kar altında ve çalışma yok bu tarafta,  diğer ucu   Armutlu tarafında varmış. Giran yayla’nın altına geldiğimiz de kar kürtüklerine giriyoruz. Annem uzun süredir susamıştı ama yol kenarlarında su alacak çeşme kalmamış, kimi kurumuş, kiminin suyu akmıyor velhasılı orada kar istedi, susuzluğunu dindirmek için..
Aslında arabada su vardı ama annem yayla suyu içeriz diye boşaltmış onları. Biraz kar yeme molasının ardından Gıran yaylanın tam altına geldik, burası Yakupçebioğullarının yaylası olarak biliniyor. Babam, Ayvadere’deki cenazede konuşurlarken Gıran yayla’da çığ düştüğünü ve  aralarında Hüseyin Sarı ve Mustafa Yakupoğlu’nun da  evlerinin bulunduğu  5-6 yayla evinin tamamen, 2-3 yayla evinin de hasar gördüğünü anlatınca yaylada o çığ izlerini görmeye çalıştık. Bu yılkı kış mevsimi oldukça yoğundu ve bu normaldi, gerçi şimdiye kadar duyulan veya olabilen bir şey değildi çığ düşmesi. 
Gıran yaylanın güneye bakan yamacında buzdolabı ve ev eşyalarının kalıntıları ortaya çıkmıştı, kuzeye bakan yamaçlardaki evlerden sadece çatısı görülebilenler vardı, tam anlamıyla yıkılmış evlerin kalıntıları, hasar görmüş evlerin belki tamamı değil ama çığın hasarının gözle görülebilir hali ortadaydı. Yeni yapılan yayla camiinin imam odası da onlardan biriydi. Daha yukarılardan Çimen yayla tarafında da başka bir çığ kopmuş, onu da görebiliyorduk. Fakat babam, çığ değil de sanki bunu bir hortum olayı olabileceğini de söyledi. Tabi yaylalarda hortum olur mu olur ama çığ olsa bir kar kütlesinin bulunması gerekirdi ama ortada büyükçe kar kütlesi de yoktu, yoksa kısa zaman da çığ ile inmiş bir kar kütlesinin tamamının erimiş olması ne kadar mümkündü? Yayla yolu hala kapalı olduğu için biz ana yoldan bu kadar görebiliyoruz tabi.

Yolun asfalt olan kısmı artık geride kalmış ve toprak yoldayız. Kar sularının  yolu cıvık cıvık yaptığı yerlerdeyiz artık.  Babam ikindi namazının geçmek üzere olduğunu söyleyince yolumuza koyuluyoruz tekrar, 2 bin 280 rakımlı Salmangas dağına varıyoruz. Burası Trabzon, Gümüşhane ve Bayburt’un il sınırının olduğu yer ve zaten levhalarda da  belirtiliyor bu durum.   Salmangas’ın zirvesine çıkarken en büyük kar kürtükleri nin arasından geçiyoruz. Burada da fotoğraf çekme molası veriyoruz  buna annem de çok seviniyor ama bakıyorum ki kar öylesine erimiş ki, ha devrildi ha devrilecek, rüzgarda esiyor, onlara belli etmeden hemen o kürtükler arasından çıkıyoruz. Artık salmangas tepesindeyiz ama bizim eski yol, yani bizim yayla yoları, çukur yayla, Menge, somarova,  veya Balahor yaylasının yolları hala kapalı, biz Salarot’un  ters tarafından Aydıntepe yönündeki yol ile devam ediyoruz ama işte orada korktuğum çamur ve batak yollarda biraz zorlanıyorum. Aracın altını vuruyoruz,aracın içinden “hinh” sesleri geliyor ama yapacak bir şey yok, yolda kalmayalım artık bana yeter diyorum. İnip, yolda parça bırakıp bırakmadığıma bakıyorum, yok. Kopup asılan bir parça varmı diye bakıyorum oda yok, ellerim çamurlanıyor ama her tarafta erimekte olan kar olunca ellerimi karlarla yoğu yorum .Egsoz’dan gelen ses  değişiyor gerçi ama bunu sadece ben anlıyorum tabi.  

Orada bir çeşme vardı ve suyu da gürül gürül akardı ama yok onda da su yok, akmıyor. Dağı tam indiğimiz de  Armutlu’nun orada mola veriyoruz artık, burada artık kar yok, hem zaten Güneye düşüyor bu yaka. Kısa bir ikindi namazı molasının ardından Arpalı, uğrak yolundan ulaşıyoruz ana yola. Burası Gümüşhane- Bayburt- Erzurum yolu artık ve kısa sürede ulaşıyoruz Bayburt’a. Anne ve babamızı orada bırakıyoruz ve gece 22.00’de Bayburt’tan bu sefer ana yoldan çıkmadan Akşar- Gümüşhane üzerinden gece yarısı iniyoruz Trabzon’a. Bu mevsimde böylesi  bir seyahat, biraz riskliydi ama değdi, hem yorgunluğa. Meğer, bu yolculuk ayrıca   anne ve Babam’ın  bir  baba dostunun  da cenazesine daha yetişmesine vesile oldu.. Annemin kankası vardı Bayburt’a Şişe abla,  onun eşi Hacı Sabri Okumuş  tedavi gördüğü Bayburt devlet Hastahanesi’nde vefat etmiş meğer. Bizim  döndüğümüz günün ertesinde. 96 yaşındaydı ve dedemin de iyi bir ahbabı, babamın son derece saygı duyduğu, bizim de aile olarak çok değer verdiğimiz büyüğümüzdü. Bayburt’un Pamuktaş köyünde bugün  (17 Nisan 2012) toprağa verilmiş, Seher Teyze’ye de, Sabrı dayımıza da Allah’dan rahmet , geride kalanlara  da sabırlar  dilemekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden. İyi ki gitmişiz Karadere’den Bayburt’a…

Güncelleme Tarihi: 25 Ekim 2018, 23:50
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER