,

“FUTBOL, HİÇBİR MEMLEKETTE ŞİKESİZ OYNANMAMIŞTIR”

“Mikrofonla bütünleşmiş bir hayat...Sesini duyurması kafi bir hayattan, sesinden ötesini bilmeyi elzem hale getiren bir sunucular dehası. Yaptığı bütün işlere sevgisini değil, sevgisinin içine işlerini karıştırmış bir insanlık üssü…El attığı meselelerdeki muvaffakiyeti, onun Allah’ın razı olduğu en doğru yolda olduğunu gösteriyor..Bu yüzden bu sırat-ı müstakim’e katılmak için daha fazla beklemeyin. Bu asırlık mikrofonun-alet-i musavvitin kablosuna dolanın, ayaklarına kapanın ama ne yaparsanız yapın, Halit Kıvanç’sız bir nesil atlamayın.”

“FUTBOL, HİÇBİR MEMLEKETTE ŞİKESİZ OYNANMAMIŞTIR”

Haberx'den, Hülya Okur'un Halit Kıvanç ile yaptığı söyleşi;

“Mikrofonla bütünleşmiş bir hayat...Sesini duyurması kafi bir hayattan, sesinden ötesini bilmeyi elzem hale getiren bir sunucular dehası. Yaptığı bütün işlere sevgisini değil, sevgisinin içine işlerini karıştırmış bir insanlık üssü…El attığı meselelerdeki muvaffakiyeti, onun Allah’ın razı olduğu en doğru yolda olduğunu gösteriyor..Bu yüzden bu sırat-ı müstakim’e katılmak için daha fazla beklemeyin. Bu asırlık mikrofonun-alet-i musavvitin kablosuna dolanın, ayaklarına kapanın ama ne yaparsanız yapın, Halit Kıvanç’sız bir nesil atlamayın.”  

“KİMLİKLERİMDEKİ DOĞUM TARİHLERİ BİRBİRİNDEN FARKLI”

1926’da Fatih’te 5 kardeşin sonuncusu olarak dünyaya geldiniz. Sizin yaşam mücadelenizin başlama düdüğünün çaldığı yer neresi? 

Şimdi bir kere benim doğum tarihim yanlış doğru bilmiyorum. Eski 1300’lü tarihler o sırada bitiyor. Ben 18.2.1341’de doğmuşum. Fakat o zaman nüfus çıkartıldı baktık, 1926 dediler. Fakat o yıl ile yeni yılın aynı olmasına imkan yok. Biri, Rumi yılların Ocak- Şubat değil ki, Hicri senelerin ayları eksik. Ben 18 Şubat doğumlu mu ne oluyorum. Fakat ne çıkarsa, peki. Devletin verdiği şeylerde bile farklı. Sürücü ehliyetinde doğum tarihi, 1926. Nüfus suretinde, Türkiye Cumhuriyetinin bana verdiği doğum tarihi, 18.02.1925. var mı böyle bir şey? Elimde devletin bana verdiği belge var. Mühim olmayan yerdeyse 1926 diyorum, olan yerdeyse 1925 diyorum. Ama 80 yaşını geçtikten sonra da artık, ister 1923 desin, ister 1312 desin hiç umurumda değil.

“AİLEMİN ZENGİN ZAMANINA GELMEDİM”

Babanız İsmail Bey, ticaretle uğraşırken, anneniz Leman Hanım ise mucit olarak tanınıyor.

Ben doğduğumda 3 katlı, güzel bir evde oturuyorduk ama bu kirada bir evdi. Fakat söylerlerdi ki, babam bayağı iyi kazanan bir tüccarmış. Fatih’te bir yangın oluyor ve mahalleler yanıyor, 3 büyük ev yanmış, ondan sonra ticaret yapıyor, İzmir’e bir vapur dolusu mal yolluyor, vapur batıyor, vapurun içindeki malların 2/3’si babamın. Fakat o zaman sigorta olmadığı için bütün mallar sıfıra iniyor. Ben doğduğumda, ticaret yapan bir insandı, o  bakımdan ben, zengin zamanına gelmedim. Otomobil , ev yoktu ama ağabeylerim, ablalarım öyle büyümüşlerdi. Pertevniyal Lisesine gittim fakat şimdi ‘İnek talebe’ diyorlar, ben öylesine çalışkan bir talebeydim. İkinci senesinde, ‘İftihar listesi’ kuruldu Göstereyim(1944-1945)…

Bu o zaman o kadar önemli bir şey ki, şimdi de tarihi bir belge. Ben ailemin mali durumunu gördüm ve benim çalışıp bu aileye para getirmem lazım, diye düşündüm. Bu beni çalışkan olmaya sevk etti. Okurken hiç birşeyim yoktu. Babam, “Devlete memur çalış, alacağın parayı bil” dedi.Benim milyonum da oldu, bir kuruşum da olmadı. İkisinin arası. Liseyi bitirmeme 10 gün kala kaybettim babamı. Ağabeyim maliyede memur: "Benim paramın 1/3'i benim, 1/3'i ailemin, 1/3'i de senin. Biz okumadıki sen üniversite oku" dedi. Üniversitede de ben kırık not almadan, 4 senede bitirdim. Ve hakimliğe girmeye karar verdim.

“ EN KÖTÜ ANIM AĞABEYİMİN ÖLÜMÜ, EN DUYGUSAL ANIM İSE ALMAN HOCAM”

1950 yılında, Siirt'in Kozluk ilçesinde başlayan bir Hakimlik daha sonra da Avukatlık görevleriniz var.

Ama 45 senesinde, üniversitede okurken, dergilerde yazı yazmaya başlamıştım. Bunu herkes spor zanneder halbuki ben kendi kendime mizah denemeleri yapıyordum. Bana kimse öğretmedi, ağabeyim çok komikti. Muammer Karaca:”Kemal gel ne olur, ne istiyorsan üst kademeden” dedi, ama o, para ile insanları güldüremem, dedi. Çok genç yaşta kaybettik, 59 yaşındaydı, emekliliği gelmişti, o zamanın 30 Bin Lirası ile ikramiye alacak, vefat etti, evli olmadığı için, devlete kaldı o para. Ameliyat oldu,başarılı geçti, uyanmadı, o gün esas doktor yokmuş, asistan bir doktor fazla narkoz verdiği için uyanmadı, bunlar benim en kötü anılarımdı. Annem de çok önemli. Okuma yazması yoktu, ‘L’ harfini öğrettik, Leman diye ‘L’ yazar, çizerdi. Ama gider, komşulardan öğrenirdi. Lisede okuyorum, “Yazları tatil, boş gezeceğine, üniversitede yabancı dil kursları varmış, o kurslara lise öğrencileri de gidebiliyormuş” dedi ve yerini öğrendi, oraya gittim. İkincisi Pertevniyal’da bir şansımız oldu ki, harp yılı çocuğuyuz. Harpten kaçıp Almanya’dan gelenlerden biri de Pertevniyal’de idi, ilk derste dedi ki, “Türkçe bitti” hiç anlamıyorum, adam çıkıyor, bir şeyler söylüyor ama sonra üniversiteye girişte bir sınav kondu, o sınavlara Almanca’dan girenler arasından 10 kişiden 6 tanesi Pertevniya mezunu. Çünkü o Alman hoca, bize öyle öğretti ki… biz ona borcumuzu şöyle ödedik, Almanya’dan döndü, Bir kaç  arkadaş misafir ettik ve Şen Tiyatrosunda, “Merhaba Müzik” diye bir müzikal oynuyordu ve bunun sunucusuydum, bunu seyretti, beraber yemeğe gittik.Kendisini İstanbul’da misafir edenlerden biri, Belediye Başkan yardımcısı. Öteki Bursa’nın en büyük profesör doktoru. Bu benim hayattaki en duygusal olayımdır. 

“FENERBAHÇE’YE 5 YAŞINDA SEMPATİ DUYDUM”

Hukuk’un kalın ve soğuk duvarlarından televizyonun renkli dünyasına geçişiniz nasıl oldu?

Ben liseyi bitirdiğimde tesadüflerle yazı yazmaya başlamıştım. Herkesin okuduğu, Akbaba mizah dergisine iki arkadaş gittik, Yusuf Ziya Ortaç’ı görmeye.Yazılarımızı bıraktık, 15 gün sonra Yusuf Ziya Bey bizi görmek istedi, “Tebrik ediyorum, çok beğendim, Akbaba’da kendi imzan ile çıkacak yazın” dedi.  Abim maç meraklısıydı, elimden tutup götürürdü. Bir arkadaşım da, gazetecisin, bedava maçlara girersin, dedi. Ben maça gitmeye başladım, Fatih’te oturuyoruz. Amcamın evi, Kadıköy Fenerbahçe stadının bahçesinin yanında. 5 yaşında ağabeyleri görüyorum, Zeki Rıza’yı seyredermişim, o sempatiyle girdim Fenerbahçe’ye. Mahallede de iyi top oynayanlar vardı, derlerdi ki, “Çocuk, top oynasın, kahveye dadanmasın” Onun için spora yatkım oldu. Sonra gazetecilik başladı, bir yeteneğim varmış ama en önemli şey, iki kişiyi tanıdım. Biri, Mithat Perin, biri Abdi İpekçi. İstanbul Expres diye bir gazete çıktı, rekor kırdı.

“ABDİ İPEKÇİ İLE BİRBİRİMİZE DÜRÜSTLÜĞÜ ÖĞRETTİK”

İstanbul Ekpres, Tercüman, Hürriyet, Güneş, Milliyet gibi gazetelerde çalıştınız. Bab-ı Ali yokuşunu tırmanışınızda magazinden ve spordan sorumlu yardımcılığını yaptığınız Abdi İpekçinin kollarına girdiniz. 

Birkaç kişi beraberdik. Abdi, hayatta tanıdığım en dürüst insandı benim için, koyu Galatasaraylıydı, ben ve benimle beraber iki-üç arkadaşım, Milliyet’te çalıştığımız zaman da Abdi ile beraberdik. Fenerbahçe maç kazanır, biz bir şey yazarız, Abdi sanki Fenerbahçeli gibi derdi ki, “Az meth etmişsiniz”, Galatasaray kazanır, “Çok abartmışsınız” Ya adam 4 tane atmış. Abdi ile çalışırken, her şeyden önce dürüstlüğü birbirimize öğretmiştik. Abdi çok namuslu bir insandı. Galatasaray’ın aleyhine bir yazı varsa, tamam der, koyardı.  Bir gün oldu, Abdi İpekçi’nin bir yerde bir yazısı çıktı. Aziz Nesin, o yazıyla biraz alay eden bir yazı yazdı. İsim vererek, Milliyette çalışanlar için ”Bunlar da cins vs” dedi. Ve birkaç gün sonrada bir ödül kazandı. Aziz Nesin çok üzülüyor, gazeteler sayfalarının içinde ufak gösteriyor, Milliyet birinci sayfadan çok büyük gösterdi, imzalı yazı yazdık, ben Abdi falan. “Ya sizden özür diliyorum, tanımamışım sizi, siz benden daha büyüksünüz” dedi. Bunlar küçük anılar. Babam benden memur olmamı istedi, ben hakimliğe gireceğim, hakim stajına başladım, bağlı bulunduğumuz hukuk bürosuna başladım, “Ben yazı yazıyorum” dedim, “Gazetelerde Sanat ve spor yazısı yazabilirsin ama siyasi muhabirlik yapamazsın” dediler. Futbolun mizahını yazıyorum, maça gidip maç yazıyorum falan. Haftalık 2,5 lira ile başladık. 

“THY’NIN İLK HOSTESLERİNDEN BİRİYİM”

Bu sırada staj bitti, tayinim geldi, atladım, Diyarbakır’a gittim, uçağa binen 50 kişiden biriyim, 1950 yılı, THY bile yok daha, Devlet Hava Yolları. Hostesler gecesinde de ben bu espriyi yapmışımdır, “THY’nın ilk hosteslerinden biriyim ben” dedim. Çünkü havaalanına bir yere indik, bir tek küçücük baraka var, bisküvit satılıyor, oradan aldım, geldim uçağa, uçakta ilk hostes olarak ben kendi kendime ikramda bulundum. Kura öyle bir yere çıktı ki, Güneydoğu’da bu nevi olayların başladı bir yer. Haritada bulamıyorsun, köy, yeni ilçe olmuş, Kozluk, Siirt’e bağlı. Diyarbakır’daki Mahkemeye gittim, oraya nasıl gideceğimi sordum, atla gidiliyor, fakat atlar dağların sivri yerlerinde ayakları kayıyor, tehlikelidir, onun için katır seferi var, dedi. 13 saat. Köye indik. Beni götüren çocuk tercümanlık yaptı, Türkçe bilen çok azdı. Başka Hakim gelmemiş, kaymakam da Kadıköylü bir gençti. Çok az bir nüfus vardı, duruşmaları yazdım, 100-150 kelime ezberledim. İstanbul’dan, lise bitirmiş bir çocuk vardı, o da zabıt katibi. 

 

 

“HAKİMLİKTEKİ BAŞARIM, “YASAK BÖLGEYE GİRMEK DEĞİL, ORAYA İKAMET SUÇTUR” KARARIDIR”

Mahkemelerimi yaptım ve bu arada hakimlik mesleğinde çok büyük bir başarıya adım attım.  O da şu: Gezmeye gidiyorsun, karşına şu yazı çıkıyor:”Mıntıka-i memnua girilemez!” Kürt isyanının olduğu bölge orası. Bazı olaylar olmuş. Bazı köylere girilmiyor

Röportajın tamamını okumak için tıklayınız 

 

Güncelleme Tarihi: 02 Ekim 2012, 13:57
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER