M. Kemal AYÇİÇEK – 19 Temmuz 2009
www.karadenizolay.com (Özel)-Bizim sitede de var, özellikle gurbetteki hemşehrilerimiz için bir kolaylık olsun diye koymuştum şenlikler takvimlerini. Nerdeyse her aklına gelen bir “şenlik” oluşturmuş, güya o adına “şenlik” dendiğinde değerlenecek yöresini kalkındırmayı belki de şenlik bahanesiyle yöresini tanıtacağını düşünerek yapmışlar bunu ama hayatlarında da hiç şenlik görmeden yapmışlar bunu belli ki. “Şenlik” adı konulunca bir yerdeki şenlik, gerçektende o şenliğin içini dolduruyor anlamına gelmiyor elbette. Mesela, son yıllarda “şenlik” adı verilen bir çok yerde, birkaç yöresel sanatçı getirilince bunun şenlik olduğu sanılıyor. Oysa o tarz şeyler, olsa olsa “yaylada konser”den ileriye gidemez. Hem öyle de olunca bu kez gerçekten emek, ter, gelenek, görenek yaşatma adına yapılan şenliklere gölge düşürülüyor.
Orağın yedisi, yani Trabzon’un Akçaabat ilçesi’nin Hıdırnebi yaylasında yapılan yayla şenliği, adıyla insanıyla, insanının samimiliği, sevincin, şen olmanın, gösterişsiz ve sade insan olmanın, kavuşmanın, hasret gidermenin, dedelerin yadigarı olmuş gelenek ve görenekleri yaşatma yarışının ifadesi olarak yapılıyor. Şenlikler için bölgede görev yapan tüm bürokratlara aslında slayt veya video ile birifingler verilmeli, şenlikler konusunda birkaç örnek gösterildikten sonra da tüm şenliklerde bazı ölçülerin dikkate alınması sağlanmalı ve her aklına gelene de “şenlik” hakkı verilmemeli. Bunu yasak olarak algılamayın lütfen, sadece gerçekten yoğun emek ve insan unsurunu ön plana alan gerçek şenliklere haksızlık etmemeli diye belli bir disiplini içermeli diye düşünüyorum.
Vardır belli başlı örnekleri şenliklerin mesela. Trabzon’da Akçaabat’ın Hıdırnebi yaylasındaki şenlik, işte sıradan bir şenlik değil ki. Şenlik alanına “dernek çimeni” diyorlar. Bir şenliğin olduğu, Akçaabat-Düzköy karayolundan Hıdırnebi yaylasına saptığınızda belli ediyor kendini. Bir yoğun trafik var, bir yoğun sis var ki, “gitsek mi gitmesek mi” diyorsunuz içinizden. Ama yola çıkılmışken geriye de dönülmez ki. Hani bir laf vardır ya , “kuymaktan dönenin kaşığı kırılır” diye. Bizde yayla şenlikleri kuymak tadında birer yemek meğer. Bunu da şenlik alanına vardığınızda gözlemliyorsunuz. Şenliğe ilk kez katılmış aynı bölgenin bir çocuğu hani diyor, “bizum orda çocuklar oyun oynarken onların arasına bir büyük girerde oynarsa, o büyüğü dışardan görenler, ‘hav adama bak, çocukların arasına girmiş, oyun oynuyor, boyindan da utanmayi’ deriz ya, bir bakmışız ki Hıdırnebi’de yediden yetmişe herkes el ele vermiş, kol kola girmiş, horon tepiyor, şenliğe geliyor. Hayat orda, insanlık orda, yaşam orda, şaşdım kaldım. Adamlar, kahveyi yaylaya taşımış, çocuklarıyla el ele verip, katılmış şenliğe. İnsanlık o işte, orda yani” diyor.
Yine aynı genç ilk kez görmüş ya böylesi bir şenliği, “adamlar, şehir yaşamını soyutlamışlar. Sıyrılmış bir ruh haliyle kenetlenmiş, birleşmiş ve sanki bir aile gibi coşkuya kapılmışlar, insan heves etmez mi öyle bir topluluğa, hayran olmaz mı? ‘ben adam’ım havası yok, ben yurt dışından geldim cakası yok, kibir yok, dalıyor oyuna, herkes küçük, herkes büyük, herkes insan, herkes coşkulu, herkes neşeli, herkesin yüzünde bir mutluluk okuyorsunuz” diyor haklı olarak. Aynı duyguları bende düşündüm, baktım, kim kimle tanışık diye ama herkes birbiriyle tanışıkmış gibi. Sadece bir köy değil tam 10 tane köyün çadırı var o Dernek çimeninde. Horona girmek isteyenler giriyor, girmeyenler çepeçevre olmuş horon oynayanları seyrediyor. Belki o an, geçmişte oynadıkları oyunları, belki katıldıkları bu kaçıncı şenliklerle onları kendilerince kıyaslıyor, belki eksikleri belki fazlalığını hesaplıyorlardır kim bilir.
Köy muhtarlıkları adına kurulmuş çadırlarda ikramlar, hem kendi köylülerine ve hem de şenliklerin ev sahipliği onuru için demledikleri çayın kalitesiyle övünüyor köyün gençleri ve hizmet verenleri. Şenlik alanına gidenler, gelenler arasında giysileriyle dikkat çeken kadınlar ve çocuklar, yörenin kültürünü yansıtıyorlar üzerlerinde. Tabi tutup birini, ne giymişsin öyle üzerine diyip, tek tek giysilerinin adını sormak olmazdı, belki de olurdu ama yanlış anlayabilirlerdi diye sormadım. Hem giysinin adını versem ne çıkar ki, siz o giysileri o genç kızların üzerinde görmedikten sonra adını bilmiş olmanız size ne kazandırır ki? O yörede bizim “şenlik” olarak bildiğimiz şeyin genel adına onlar zaten “dernek” diyor. Oysa biz, dernek’ten hani “kanarya sevenler derneği” gibi bir şey anlıyoruz, orada öyle değil işte. Dernek, bir Pazar da aslında. Toplanma yeri ama taze mısırcısından tutun, meşhur Vakfıkebir ekmeğine, Giresun’dan bile Yayla’ya satmak için peynir getirmiş tüccara varıncaya kadar aklınıza ne gelirse her bir şeyin satıldığı bir büyük Pazar.
Öyle iki kemençe bir davul değil sadece bir köyün çadırında var onlar zaten düşünsenize her köyden iki davul geldiğini saysanız zaten 20 davul yapıyor, onca köyde sesi güzelden tutun atma türkü bilenine bir çok sanatçı ama öyle sizin anladığınız gibi vitrin sanatçısı değil onlar, yine o vatandaşlarla aynı hazzı duyan, çaldığı kemençeyi verilen paraya göre çalan tipler değil, samimi ve içten insanlar. Zaten o şenliklerin esrarı da orada gizli sanırım. Kimsenin yapmacık olmadığı, herkesin doğallığı ile dikkat çektiği bir nezih ortam. Gurbetçiler bile bu şenliği planına alıp, memleket hasretini bu şenlikte gidermek için yurtdışından gelmiş , hasretini çektiği toprağının insanıyla buluşmak adına tatilini sırf bu orağın yedisi şenliklerine ayarlıyor ve katılıyor.
Üç gün sürüyor orağın yedisi Şenlikleri. Yani Hıdırnebi Yayla şenliği. Dernek Çimeni girişinde kocaman bir bayrak ve Atatürk posteri ile “Geleneksel orak yedisi, Hıdırnebi yayla şenliklerine hoş geldiniz. Sertkaya köyü kalkındırma güzelleştirme ve yardımlaşma derneği” yazılı pankart karşılıyor sizi. Köyler, Dernek alanına sırayla geliyor. Her gelen köy, önce gelmiş köylülerce karşılanıyor. Ama ne karşılama. Bir insanlık buluşması gibi, bir güzel yarış bu. İnsan seyre doyamıyor. Yine anlatsam anlayamayacaksınız veya inanmayacaksınız. Şenlik alanına en son gelen köy mesela tam orağın yedisi, yani 20 Temmuz’da geliyor. Koryana (Golyana) veya yeni adıyla Acısu köylüleri. Onların gelişi, artık şenliğin finali sayılıyor. Şenlik alanında söylediler, “hele golyanalıların gelişini görmelisiniz” diye ama üç günlük şenliği baştan sona izlemeye zamanımız olmuyor ki. Yoksa oradaki insanların arasında olmak, onlardan biri gibi olmak ve o üç günü yaşamak ömre bir ömür daha katardı sanırım.
Çoluk çocuk kadın erkek ne kadar köylü varsa sanki bir olup, yola koyulmuşlar. Davul zurnalar eşliğindeki yürüyüşten sonra şenlik alanına ulaştıklarında bir yandan kemençe bir yandan davul ve zurnaların sesleri birbirine karışıyor. “ula, ula” sesleri, inliyor koskoca Hıdırnebi obasında. Oba, büyük merkez anlamında kullanılıyor. Çocuklar, dernek çimeninden oba’ya, yani Hıdırnebi’de dükkanların, kahvelerin, fırınların, lokanta veya et yeme yerleri ve caminin olduğu merkeze diyorlardı. Yoğun sis ve çiseye de alışmışlardı.
Kimilerimiz, “aman, bu siste ne işimiz var orda” diyebileceği bir ortamdı, çamuru diz boyu denecek kadardı belki ama yine de o şenlik alanına gidenler üzerinde hiç de olumsuz bir heves kırgınlığı bile yapmamıştı.Şenlikçilerden biri, “sisin olmadığı şenliklerimiz sayılır. Ama şenlik bitsin güneş açar ama biz bu sisten rahatsız değiliz, bu havanın güzelliği de başkadır, bunu yaşayan anlar” diyor.O coşkunun yazıyla anlatılması gerçekten zor, yaşanılması gereken bir şenlikti. O şenliği gördükten sonra hani gurbetçilerin yıllık izinlerini bu şenliklere ayarlıyor olmalarını o zaman daha rahat anlayabiliyorsunuz. Şişmanca bir çocuk gördüm, “sen nerden geldin, Almanya’dan mı” diye sordum, “yok, ben değil, dedem Almanya’dan geldi” dedi.
Tamam şenlikler, bir coşku yeri ama eski kültürün yozlaştırılmadan günümüze değin yaşatılarak geliyor olmasını alkışlarken, yarınlarda bu kültürün erozyona uğramasının da tedbirinin alınması zamanı bence. Çünkü, bizim görüp de hayran kaldığımız bu insanlık buluşması, meğer önceleri daha da yoğunlukla yaşanırmış ki, bizim yaşlarımızdaki bazıları, “şimdi yeni nesil sanki kopuyor, hepsi katılmıyor. Biraz biraz bireyselleşme ağır basmaya başladı, burada köylerin buluşması ve kaynaşması yaşanırken kimileri ailesel buluşmaları ön plana çıkarmaya yöneliyor. Eski köyler arası dayanışma ve etkinlik yarışı şimdiler de sanki biraz daha azaldı, kültürümüz eriyor” yakınmasında bulundu. Tabi biz bu şenliklerin öncesini bilemediğimizden belki kayba uğrayan kültürü de gözlemleyemiyoruz. Orağın yedisi, eski kocakarı ayları veya halk dilinde Temmuz diye biliniyor. Temmuz’un 18- 19 ve 20. günleri İşte Bu Hıdırnebi, yani Orağun yedisi şenliklerinin günü. Muhtarlıklar adına kurulan çadırlardan Kuruçam, Kemaliye, Sertkaya, Arpacılı, Bozdoğan, Acısu, Gümüşlü, Ortaköy, Tütüncüler, Balıklı adlarına rastlıyoruz. Tabi, tüm köyler gelirde berber gelmez mi, Kemaliye köyünün çadırının hemen yanında da berberin çadırı var yayla traşı için. Çadırı sadece köy muhtarları değil tabi, şenliklere katılanların çoğunda da çadırlar var. Hıdırnebi Oba’sında evi olmayanlar, burada kurdukları çadırlarda şenliğe ayrı bir renk ve hava getiriyorlar tabi.
Kurulan horon halkalarını anlatmama gerek kaldı mı , Akçaabat olur horon olmaz mı hele de böylesine devasa bir Dernek’te. Yani “Orağın yedisi” şenliğine. Köylüler yazmış “orağun” yazmış, yöre lisanıyla, aslında onu yadırgamamak lazım. Güya biz, bir harf da olsa güya aklımız sıra “şehirleştiriyoruz” kelimeyi. Onu benim kusurum sayın siz. Ama horonlara heves ettim, her yer çamur, üstümüz başımızda çamurlandı. Öyle güzel oldu ki, o çamurlanmak bile ayrı bir güzellikti. Ayakkabılarımız sonra yayla çimenleriyle temizledik. Büyük oba’ya dönüp, söylemesi ayıp iki kilo et yedik. Ama etlerin koyun eti olduğu dendi ama sanki bize gelen böbrekler dışındaki et dana eti gibiydi. Hem böbreklerde tam pişmemiş getirilince o böbrek kokusu ile midemiz de kaçtı. Tekrar pişirsek de başkaca yerlerde yediğimiz etlere benzemedi. Yani, şenlik güzeldi ama belki de kalabalıktan olacak etleri hiç de güzel değildi Hıdırnebi’nin. Bize et veren orta yaşlı bayan, “kusurumuza bakmayacaksunuz, kalabaluk idi, hizmette kusurumuz olmiş olabilur ama başka zaman da bunu telafi ederuk” dedi ama ne fayda..Fakat, o yemeğin üzerine hemen yan taraftaki kahvede içtiğimiz üçer bardak demli çayın tadı hala damağımızda duruyor. Böylece bitiriyoruz Orağun yedisi şenlikleri gezimizi, büyük bir hayranlıkla ve de takdir duygularımızla tabi.
Güncelleme Tarihi: 17 Aralık 2018, 21:43