Bir önceki gece İstanbuldan gelmiş amcam soruyor, “Nerden gidiyoruz?” diye..Aslında kafamda farklı bir yer vardı, fakat gurbetten gelen amcamlar olunca, nereye gitmemiz gerektiği konusundaki fikri de onlara bırakıyordum. “Bayburt” demediler ama, Bayburt’un “B”sini ansanız, onlar zaten hiç beklemeden, “he he” derlerdi. “Yanbolu’dan” dedim..Onlar, Yanbolu vadisinin yabancıları, aralarında sadece benim daha önceden gitmişliğim var bu vadiden..”Sabah erkenden kalkalım, yola girelim öyleyse” dediler ve mutabık olduk ayrıldık.
Annem, Babam’a, “Ben kahvaltıyı hazırlayana kadar erik toplayın siz” diyor, babamla biz Keltemel’deki Erik’ten topluyoruz, Bayburt yükü tutuluyor.Orada üç tane torunları var, onlar için tüm hazırlık. O torunlardan ortancası, daha ilkokul ikinci sınıfta ama telefonda babaannesine, “fındıklar oldu mu?” diye soruyor, daha Haziran’ın ilk haftasında, belikli aşşayı özlemiş. Eve döndüğümüzde bir soluk küçük amcama geçiyorum, yengemin kuymağından sonra da annemin hazırladığı kahvaltıyı annem ve babamla yapıyoruz. Büyük amcam ve onun ufağı karşıdalar, oraya geçip, birlikte Yeniköy’den iniyoruz Yanbolu vadisine, biri Rent’a car’dan kiralık iki aracımız var. Onlar dört kardeş aynı arabadalar, bense kadınlarla birlikteyim.
Yanbolu deresi boyunca Atayurt (Mesohor), Maden, kılıçlı,işhan derken, daha yeni dökülmüş asfalt yolun sonuna geliyoruz. Burada vadinin ana yolu trafiğe kapalıymış, biz Santa’nın Zurnacılı yakasının bulunduğu dağ ve meşe yoluna giriyoruz. Artık bu yolun tamda yayla yolu olduğunu anlatmama gerek yok sanırım,araçları bayağı yoruyoruz ama zaten yayla yolundayız ve bu türden yollara alışkınız, yadırgamıyoruz aksine, daha bakir yerleri görme fırsatımız oluyor. Yolda biraz yükselmişken dar bir virajda karşı yönden gelen araca yol vermek için duruyoruz, bu sırada yerel olarak Hanifta denen dağ çileklerinden topluyoruz yol boyunca.
Şimdiler de Turizme açılması için yoğun yol çalışmaları yapılan Arkeolojik ve doğal sit alanı olan Santa harabelerine Zurnacılı’dan giriyoruz. Burası Gümüşhane’ye 73 kilometre uzaklıkta ama biz buraya Trabzon’un Arsin ilçesi, Yeşilyalı (Falkoz) beldesini geçince Karadeniz Sahil yolundan saparak 47 kilometre mesafede ve buradan çıkıyoruz.
Gümüşhane merkez ilçeye bağlı Dumanlı köyü (Santa), Binatlı (Pinatanton),Terzili (Terzanton),Zurnacılı (Zournatson),Piştovlu (Pistofanton),İşhanlı (Ishananton), Sincanlı ve Çakallı (Tsakalanton) olmak üzere yedi mahalleden oluşan Ortaçağ’dan kalma, nüfusunun tamamı ki 5 bin olduğu belirtilir, Ortadoks Hıristiyanlardan oluşan kentte her mahallesi tümüyle taştan inşa edilen tek katlı evler, her mahallede en az bir kilise, her sokağında da bir çeşmesi, çevresindeki bin bir çeşit bitki faunasıyla görenleri büyülüyor.
Harabeleri gezerken harabeler arasında bolca taze sırgan(ısırgan otu)görüyoruz, dokuz kişiyiz ve Sırganları, Bayburt’taki akşam yemeğimiz olacak hevesi ile hep birlikte özenle topluyoruz. Santa’dan Taşköprü’ye yeni vurulmuş olan yoldan çok kısa bir zamanda geçiyoruz. Tabi yayla yolunda görülen muhteşem manzaranın mutluluğu, babama bile tabanca attırıyor. Karşı yamaçlardaki kayalarda yankılanan mermi sesleri, vadiye yayılıp kayboluyor. Amcamlar da silah atıyorlar, burada silah atışında bir sakınca yok, yaylalar alışıktır silah seslerine hem..
Taşköprü’de öğlen molası
Taşköprü yaylasına vardığımızda öğlen ezanı okunmak üzereydi, babam ve amcamlar bizden önce gittikleri için aracı park edip, camide abdest almaya başlamışlardı bile. Bende kadınlar olunca bir yandan annem ve yengemlerin, “ah şu çiçek”, “ah kuzukulağı”,, “çok güzel evelikler”, “dur şurda yemlik var”, “ahan yayla çayı”, “ne güzel gudalluk dur dur az dur”larını dinleyip duruyorum, bir yandan da fotoğraf çekme fırsatı bulunca da ister istemez öndeki araba ile mesafeyi zaman zaman açıyoruz. Camide cemaatle kılınan namazın ardından tam çayırlığın yanındaki tesise geçiyoruz.Burada çok sayıda tesis var ve zaten çevre yaylalarında merkezi durumunda Taşköprü. Tesislerde, burada beslenen büyük ve küçük baş hayvanların eti servis ediliyor. Amcamlar, burada mangalda et yemek istiyor, siparişi de veriyorlar zaten ama dışarıda mangallar yanmıyor.
Hafif rüzgar var, masalar dışarıda hazırlanıyor ama mangalı soruyoruz, “Biz içeride pişirip size getireceğiz” diyorlar. Oysa biz mangalda kendi etimizi kendimiz pişirmek istiyoruz, diyince de tesis sahibi, “Rüzgar mangalı yiyor” diyor. O yüzden de rüzgarlı havalarda dışarıda mangal yakmıyorlarmış, fakat güneş var dışarıda ve bizim için dışarıdaki mangalı tutuşturuyorlar.
Rüzgarın mangalı yemesi de, sürekli rüzgar olunca mangaldaki köz erken sönüyor, buna da “rüzgar mangalı yiyor” diyorlar meğer. Kısa zamanda mangalımız yanıyor, bir kuzunun budu ki, 6,5 kilo geliyor, serip kaldırıyoruz mangalda, yanında taze yayla soğanı ve buz gibi yayla suyu ile hani denir ya “Ye tatlıyı içme suyu, yanarsa yansın , ye eti iç suyu donarsa donsun” diye, bizde aynısını yapıyoruz Taşköprü’de.
Taşköprü’den yine Çoraklı yayla yollarını takip ederek geçiyoruz Yağmurdere’ye, oradan da Yukarı Yuvalı yolundan 2 bin 600 rakımlı Kırklar şehitliğini aşıp varıyoruz Gıtova Balahoru’na. Burada bölgemizde nesilleri azalan yerelde cameş denen mandalar görüyoruz.Ardından da Hacıveli’den sapıyoruz Tornovi’den aşağıya. Tornovi’deki doğal maden suyunda tüm su bidonlarını ve pet şişeleri dolduruyoruz. Maden suyu, yaylalara çıkmış insanların bir yerde de buluşma noktası oluyor, maden suyu almak bahanesiyle yıllardır birbirini görmeyen eski dostlar, burada karşılaşmanın sevincini paylaşıyor tabi. Madensuyunda bir müddet kaldıktan sonra Mezire’den aşağıya doğru iniyoruz Tornovi deresi boyunca, , Salmangas tünel inşaatı, Armutlu’nun karşısına düşüyor. Sorkunlu, Suludere, Yazlık köyü, Çatıksu, Yukarı kırzı ve Uğrak yolundan geçiyoruz Gümüşhane-Bayburt- Erzurum karayoluna.. Tam kayışkıran’ın altında bir büyükbaş hayvan sürüsü, köye dönen mallık, karayolunu karşıdan karşıya geçiyorken biz bir süre bekliyoruz.
o bekleyiş sırasında mallığı düşündüm, çocukluğumuzda annemin bir sabah malları, köyün mallığına katamadığını ve bize malları mallığa katmak için yataktan kaldırmasını, o malları söğütlü göze ya da kuycuk tarafında çobana yetiştirmemizi bir daha yaşadım. mallık, bizim yayla olarak gittiğimiz ama Pamuktaş köyü, Bayburt'un bir köyü. o köyün büyükbaş hayvanları bir çobana teslim ediliyor, çoban da sabah namazının hemen arkasından köydeki tüm büyükbaş hayvanları köyün merkezi bir meydanında topluyor, sonra da gün boyu nerede otlatacaksa o hayvanları o yöne doğru sürüp götürüyor.
o köy meydanına zamanında hayvanlarını sürmeyenlerin hayvanları ise sürüden geri kalıyor ve artık mallığa gitmemişse o hayvanlar, tek başınıza otlatmak zorunda kalıyorsunuz.
Biz Bayburt'a vardığımızda diğer araçta babam ve amcamlar çoktan Hasan'ın evindelerdi. Biz de gidince artık akşam yemeği hazırlıklarına geçildi ama biz, o gün öğle vakti Santa'da topladığımız ısırganların yemek yapılmasını istedik, İstanbul'dan gelen amcam da zaten o niyetle sırgan toplamıştı ama Bayburtlu gelinimiz, "çok fazla yemek var, hazırlık yaptım ben, başka yemek yapmaya gerek yok" dediyse de biz o ısırganların yemek yapılmasında ısrar ettik. zaten öylede güzel yemek oldu ki bizim Hasan, daha bir kaç aylık kızı Elif Reyyan'a bile o ısırgan yemeğinden yedirdi. Sonra akşam çayımızı da içip, gecenin yarısında biz benim ekip, tekrar geriye dönüyoruz. amcam ve babamlar, yani diğer araç orada geceliyor, ne de olsa onların Bayburt'ta çocukluk anıları var ve onlar bir gün daha fazla orada kalmak istiyorlar. Bizse gece yarısını çok geçmişken aşağıya, yani kendi köyümüze geri dönüyoruz.
Güncelleme Tarihi: 02 Mayıs 2020, 08:06